En Sıcak Konular

AB: Kapıyı vurup çıkmak

0 0 0000 00:00 tsi


Bekâra karı boşamak kolaydır, derler. Şimdiler-de Türkiye-Avrupa Birliği
ilişkisinin bir darboğazdan geçtiğini düşünenler, 'Bıktık bu AB'den ve onun isteklerinden, kapıyı vurup çıkıp gidelim' diyorlar.
Türkiye geçmişte birkaç kez kapıyı vurup gitti. Bunlardan birincisinde, 70'lerin sonlarında Bülent Ecevit başkanlığındaki Cumhuriyet Halk Partisi hükümeti o zamanki adı Avrupa Ekonomik Topluluğu olan AET ile
ilişkileri dondurdu, bu arada Yunanistan'ın tam üyelik başvurusuna karşı sembolik de olsa bir başvuru da yapılmadı. Sonuçta Yunanistan AB üyesi oldu, Türkiye hâlâ kapıda.
1997'de AB Lüksemburg zirvesinde birliğin genişleme programı açıklandı, Türkiye'ye adaylık statüsü verilmedi, buna karşılık Kıbrıs dahil 12 ülke adaylık trenine bindi. Mesut Yılmaz hükümeti AB ile ilişkiyi kesti. Daha sonra büyük ölçüde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in yapıcı diplomasisiyle ve zamanın Almanya Başbakanı Gerhard Schröder'in çabalarıyla Türkiye 1999 sonunda adaylık statüsünü elde etti, AB ile ilişkiler yeniden başlamış oldu.
Şimdi bugün kapıyı vurup gitmekten söz edenler, sonuçları itibarıyla birbirine taban tabana zıt bu iki tarihi uygulamadan hangisini tercih ediyorlar acaba?
Kuşkusuz soruyu böyle sorunca herkes cevap olarak, 1997'yi söyleyecek. Onlara göre Türkiye 1997'de onurlu bir duruş gösterdi, sonunda AB kapımıza kadar gelerek bize adaylık statüsünü verdi.
Bu tam da böyle olmadı. Türkiye'nin AB ile (Avrupa ülkeleriyle değil) ilişkisini kesmesi, 15'ler Avrupası'nda çok ama çok az yankı yarattı. Bazı üyeler dışında ülkeler Ankara'nın bu tavrına karşı çok kayıtsız kaldılar. Hatta şöyle diyebilirim:
Almanya'da Kohl Başbakan olarak kalsaydı, 1999'da gelinen noktaya da gelinemezdi.
Öte yandan Avrupa'daki kayıtsızlığa rağmen Türkiye'de bir kişi, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümetlerin kırılganlığının ona verdiği özel otorite ve iş yapma gücü sayesinde deyim yerindeyse tek başına diplomasi yürüttü, bütün Avrupa'yı dolaştı, kendi özel ağırlığını işin içine katarak, liderlere mektuplar yazarak yolu açtı. Şans, Türkiye'de Demirel'in Cumhurbaşkanı olması, Almanya'da ise seçimi sosyal demokratlarla Yeşillerin kazanması ve Schröder'in başbakan olması sayesinde Türkiye'nin yüzüne güldü. Kaldı ki 1999 Helsinki kararı da öyle kolay alınmadı.
Bugün, 'Kapıyı vurup çıkalım' denmesine neden olan atmosferle 1997'deki atmosfer birbirinden çok farklı. 1997 sonunda Mesut Yılmaz AB ile ilişkilerin kesildiğini açıkladığında pek az gazeteye manşet oldu, konu çok az tartışıldı. Yani bu erkeklik gösterisinin iç yankısı da pek olmadı.
Oysa bugün var olan atmosfer, daha çok 1978'de Ecevit hükümetinin AET ile ilişkileri dondurduğu 'Onlar ortak, biz pazar' sloganıyla halka mal olan atmosfere çok daha fazla benziyor. Yani içeride 'Biz AB'ye rest çektik' kartını oynadığınız zaman bu kartı kolay kolay geri alamayabilirsiniz. Zaten kırılgan olan AB desteği daha beter eriyebilir.
O yüzden bugünlere 'gerçekle yüzleşme anı' muamelesi yapmakta ve Türkiye'nin orta ve uzun vadeli stratejik hedefleriyle önceliklerini yeniden hatırlamakta fayda var. Eğer AB'ye üye olma hedefi bu stratejik hedeflerle ve önceliklerle örtüşüyorsa, o zaman belki de kısa vadeli taktiklerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz.
Türkiye'nin gerçekten kısa vadeli taktikleri var mı bilmiyorum ama galiba
bir konuda zımni de olsa görüş birliği var: Kıbrıs sorununun çözümü ile Türkiye'nin tam üyeliğini eşzamanlı kılmak.
Bu 'taktik' fazlasıyla gerçekçi bir taktik ama belki de bu gerçekçilikten kopmadan yeni bir taktik de geliştirebiliriz. Bu yeni taktik, Kıbrıs sorununda çözümü öne almayı gerektiriyor. Yani Kıbrıs'ın çözümü ile Türkiye'nin üyeliği arasındaki en azından zamanlama ilişkisini bozmayı gerektiriyor.
Bugünden tezi yok, Kıbrıs'ta çözümü kovalayan enerjik bir proaktif politika peşinde koşmak, en azından Avrupa'da Kıbrıs'ın arkasına saklanıp Türkiye'yi dışlama eğilimini boşa çıkartacaktır. Türkiye'ye karşı olan ülkeler, böylece gerçek gerekçeleriyle konuşmaya başlayacak, siyasetler gerçekler üzerine kurulacaktır.
Kapıyı vurup çıkıp gitmek en kolayı.
Zor olanı mücadeleyi seçmek.



Bu haber 218 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,916 µs