En Sıcak Konular

Yeni komutanlar ‘geleceği’ değiştirebilir mi?

19 Haziran 2008 14:05 tsi
Yeni komutanlar ‘geleceği’ değiştirebilir mi? Uzun zamandır medyanın ve kamuoyunun dikkat çizgisinden uzaklaşmış olan YAŞ toplantısı ve 30 Ağustos terfilerinin, bu nedenle artık ziyadesiyle ilgi gördüğü, spekülasyon ve iddiaların alıp başını gittiği sebebine oturtmak bir bakış açısı sayılabilir. Yine

Aslında bu “efsane” uzun zamandır sürüyor. Tek cümleye indirgenmesi gerekirse, vakt-i zamanında Tuncer Kılınç’ın dillendirdiği, “Türkiye’nin, Çin-Hindistan-Rusya-İran blokuna yakınlaşması” önerisi çıkış noktası sayılabilir.

O dönemde fazla itibar görmeyen, hatta eleştirilen bu öneri, bugün için çok daha farklı, çok uluslu, Türkiye’nin iç politik dengelerini neredeyse tek başına etkileme gücüne erişmiş bir denkleme terfi etmiş bulunuyor. 

Bu konuda garip olan bir nokta da, bu olasılığın ve açılımlarının “herkes” tarafından bir ucundan tutularak fark edilmesine rağmen, “açık-net-anlaşılır” biçimde söylenmemesi.

Özellikle siyasiler cephesinden bu konuya girmek her nedense tabu sayılıyor. Oysa gerçek şu ki bu "söylence" efsane boyutunu aşmış durumda.

Ama bu da yeterli değil. Ve burada da bir “tabu” var. Çünkü biraz sonra detaylarına gireceğimiz çekişme alanının “uluslararası boyutu” belki de Türkiye’nin nasıl sağa sola çekiştirildiğinin somut bilgilerini içeriyor.

Çetrefilli denklemin kendisi artık “duyulur” hale geldiyse de, “devamının” getirilmesi konusunda hala sıkı bir tutuculuk var.

İşte bir örnek. Sabah’dan Ergun Babahan, 19 Haziran tarihli yazısında şu cümleleri kuruyor; “Tuncer Kılınç ilk seslendirdiğinde herkesin kahkahalarla güldüğü ‘Rusya-İran-Hindistan-Çin’ ile işbirliği bugün komuta kademesindeki kimi askerler tarafından çok ciddi bir opsiyon olarak görülüyor.”

“İşi NATO ile ilişkileri koparma noktasına götürmek isteyenler bile var. Bu akımlardan hangisinin tayin ve terfilerde etkili olacağı Türkiye'nin orta ve uzun vadeli geleceğini çok yakından ilgilendiriyor.”

Durumu anladık, “bağ” ne?

İlk bakışta “naif ve diplomatik” tanımlama olarak algılanabilecek bu söylem, Türkiye’nin son bir yılının iç dinamiklerini açıklayabilir mi? Çünkü bu mümkün olursa, “gelecek” konusunda da bir seri soru yanıtlanabilir, Türkiye önünü rahat görebilir!

Bu dört ülkenin (yerden kazanmak için bundan sonra “RÇİH” olarak analım) yanında bulunma arzusu var ise doğal olarak karşı bir blok da tanımlamak zorundayız. Bu blok elbette ABD, AB ve NATO. Ve bu yapıların içindeki tüm majör aktörler.

II. Irak Savaşı’nda ABD’ye sınırlarını açmayan Türkiye’nin ABD ile ilişkileri ağır biçimde katılaştı. Washington’a göre o dönemde bu aksaklığın sorumlusu TSK idi.

Reaksiyonunu da “açık” biçimde çuval vakasından başlayarak gösterdi. Ülkeler arasında küslük diplomasi “etiği”nde bulunmadığından, geçen zaman iyi bir ilaç olduğundan, ABD ile hükümet ve askeri ilişkiler zamanla onarıldı.

5 Kasım 2007 tarihli, Başbakan Erdoğan’ın ABD ziyareti bu manada mihenk taşı sayılabilir. Keza, TSK’nın Pentagon’la olan ilişkileri de aynı süreç içinde yeniden rehabilite edildi. Tabii mümkün olduğunca!

Erdoğan AB’yi gerçekten istedi mi?

Bu süreçte hükümete yönelik-hakim medya, TÜSİAD türü iş çevreleri ve liberal aydınlardan gelen-yeni ve kuvvetli bir eleştiri ortaya çıktı. Ankara, AB sürecini “sürümeye” başlamıştı.

Bu eleştirilerin belli bir kaygıdan hareket ettiği de anlaşılıyordu ama içeriği hiçbir zaman tüm boyut ve incelikleri ile kamuoyuna yansımadı. AKP iktidarının gücünü önemli ölçüde AB’den aldığı ön kabulü, bu eleştirilerin seçmen tabanında anlaşılmasını zorlaştırdı.

Üstelik Cumhurbaşkanlığı’nda da artık “AB ile ilişkileri her zaman iyi olmuş” bir kişi bulunuyordu ve gelir gelmez ilk açıklaması, “2008 yılının AB yılı olacağı” vaadiydi.

Fakat hükümet açısından durum aynı “hıza” uygun düşmedi. Türkiye-AB ilişkileri neredeyse tamamen durmuştu ve açılması gereken başlıklar belli bir rakamda takılmıştı. Türkiye ile aynı zamanda AB katılım sürecinin başlıklarına başlayan Hırvatistan’ın hızı Ankara’nın 2.5 katından fazlaydı.

Başbakan Erdoğan da bu konuda artık sadece genel-geçer şeyler söylüyordu.

AB de kimler, neden rahatsız?

Avrupa Birliği içinde de Ankara’ya yönelik şüpheler büyüdü. Bunun ana arterinin  “RÇİH” olduğu varsayılsa bile, daha derin noktalar da mevcuttu. AB’nin Fransa ve Almanya gibi başat ülkeleri, Türkiye’yi ABD’nin AB içine uzanan bir kolu olarak görüyorlardı.

Yakın zamanda bu bakış, İngiltere’ye de sirayet edecek, tahmin edilemeyen bir hızla gelişen, stratejik ortaklık ve kraliçe ziyaretiyle zirve yapan Ankara-Londra ilişkileri, “merkez Avrupa” tarafından tehtid olarak algılanmaya başladı.

Rahatsızlığın en somut örneği Fransa’da görüldü. Yeni lider Sarkozy hemen her alanda Ankara’nın karşısına çıkmaya başladı ve Türkiye’nin AB sürecinin hangi aşamasını aşarsa aşsın “referandum” engeline takılması söylemini geliştirdi.

Bununla da kalmadı, asla kabul edilmeyecek bir alternatif olarak Akdeniz Birliği projeksiyonunu masaya sürdü. Türkiye-AB ilişkileri, üstelik iktidarın ana desteklerinden görülen Batı’nın "bir" tarafından sıkıştırılıyordu.

Zaten bu zamanlama ile AB sürecine kayıtsız destek veren aydın kesim içindeki bir grup, “ikaz” eden bildiriler yayınladı. Bağlı olarak “hakim medya” da o ana kadar verdiği desteği aşamalı olarak kesti.

Bu süreçte Türkiye-AB ilişkilerini rayında ve “mahkum” tutma konusunda en sağlam mimari ABD tarafından oluşturuldu. Türkiye’nin enerji kaynaklarına sahip olmamasına rağmen global enerji vanası haline getirilmesi fikrini üretti.

Bu yol, Avrupa’yı enerji kozlarıyla kıpırdayamaz hale getiren Rusya’yı by-pass etmek anlamına geldiği gibi, Ankara ile Brüksel’i de hem yakınlaştıracak hem de birbirine mahkum bırakacak bir formüldü.

Ankara hoşnut ama değil!

AKP başta parlak duran bu açılımı farklı bir tarafından tuttu. ABD, enerji yolu için ihtiyaç duyulan enerji için Irak’ı daha doğrusu Irak’ın kuzeyini adres olarak gösteriyordu. Tersinden okursak, “RÇİH”ı kullanmamak gerekiyordu.

Türkiye İran’ı da bu yola katma girişiminde bulunmaya başladı. Tahran’la özellikle doğalgaz alanında ciddi girişimlerde bulundu. Terör örgütüne yönelik operasyonlara aynı dertten muzdarip İran’ın da katılması, adı konulmasa bile iki ülke arasında yakınlık oluşturdu.

Bu süreç halen sürmekte. Öyle ki İran’ın kış aylarında zaman zaman kesintiye uğrayan doğalgaz akışı gün geldi Rusya tarafından ikame edildi. İkame edileceği konusunda da güvenceler verildi.

ABD ve AB ise bu gelişmeleri yakından izledi. Erdoğan iktidarı ise durumu “ritmik diplomasi” olarak tanımlandı ve Türkiye’nin "yumuşak gücü"nün pratik sonuçları olarak sundu. Aynı dönemde TSK komutanlarının örneğin Çin’e yaptığı geziler, yine Brüksel ve Washington tarafından yakından izleniyordu.

Kutupların erimesi!

İçeride ise durum daha farklı bir hal almaya başlamıştı. Erdoğan’ın “kardeşim Abdullah” dediği Cumhurbaşkanı ile arasının açık olduğu, hatta eşlerinin bile küs olduğu, iki lider arasında bir tür çekişmenin yaşandığı söylemi önü alınamaz biçimde yükselmeye başlandı.

Bu durumda ABD ve AB yanlısı görünen AKP içinde ikili bir mimarinin şekillendiği, “RÇİH” karşısında aslında bir değil iki kutup bulunduğu varsayımı daha çok hissedilmeye başlandı.

Garip ve çelişik olan, bu dönem boyunca Erdoğan liderliğindeki AKP ile ulusalcı muhalefetin aslında “aynı vektör” üzerinde bulunduğu “görüntüsüydü”. Bu şimdiye değin pek söylenmemiş bir tez ama üzerinde durulması gerekebilir.

Çelişikliğin en somut ifadesi kapatma davası da tam bu zamanlamanın üzerine geldi. Kamouyona mal olan genel düşünüş, ordunun bu sefer işe karışmadığı, meselenin yargıya havale edildiği biçiminde oldu.

Batı da ise algı ilk başta “demokrasi” ilkelerine dayandırılırken, yakın dönemde özellikle AB çizgisinde manidar bir dönüşümün yaşandı. Bugün için AB, “demokrasi ve haklar” bağlamında AKP’nin yanında duruyorken, “kapatılma halinde ilişkilerde fazla bir şeyin değişmeyeceği” yolunda.

Gözden kim çıkarıldı?

Bu son derece önemli. Çünkü dikkatli bakıldığında, AKP’nin değil sanki Başbakan Erdoğan’ın gözden çıkarıldığı izlenimini veriyor. Bu akıl yürütme daha ileri götürüldüğünde, AKP içinde AB’ye-hadi soğuk demeyelim ama-yavaş bakan kesimin tasfiyesi biçiminde de algılanabilir.

ABD de bu gelişmeler karşısında direkt bir tutum sunmuş değil. O da AB gibi, “demokrasi” söylevleri veriyor ama “konunun Türkiye’nin iç işi olduğu ve karışamayacakları”nı söylüyor.

ABD özelinde bu metin çok bildik bir tavır. Daha önceki benzer durumlarda da hep aynı cümleleri kurduğu biliniyor. Aslında söylediği, “demokrasi çok önemli değil ve karışırız”.

İşte karıştığı da İngiltere üzerinden ortaya çıkıyor. Washington, İngiltere eliyle Ankara’nın AB içinde ve ABD yanında kalmasına çalışıyor. Peki neden İngiltere? Bu da ilginç açılımlar getiriyor.

İki nedeni var. Birincisi ABD, Kasım ayına kadar Ortadoğu ve Türkiye özelinde bağlayıcı hareket etmek istemiyor. Yeni gelen Başkan’ın nasıl bir kurguya izin vereceğini görmek istiyor.

Ancak yeni Başkan’ın örneğin Irak’tan çekilmesi ihtimali İngiltere’yi çok rahatsız ediyor ve bu olasılığa karşı Londra bölgede daha etkin olmaya girişiyor. Yani ABD’den bağımsız bir hali de mevcut.

İkinci konu ise “RÇİH” ile ilgili. İngiltere özellikle Rusya karşısında yeni soğuk savaşın eski oyuncusu olarak ortaya çıkıyor. İki ülke arasında son zamanlarda birbirlerinin casuslarını zehirlemeye kadar varan klasik çekişmeler bunun ifadesi.

Ya da daha iddialı bir söylemle, uzun zamandır Ortadoğu’daki etkinliği zayıf kalan, ABD üzerinden bölgede varlığını sürdüren Londra, oyuna yeniden ama ancak Türkiye üzerinden girebiliyor.

Rusya!..

Yeniden dirilme safhasını geçen Kremlin, artık küresel denklemlerin yeni oyuncusu olduğunu kabul ettirdi. Türkiye’de ve Ortadoğu’da AB ile yakınlaşmış iktidar istemiyor.

ABD ile yaşadığı füze kalkanı krizi, İran sorunu, Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılması, Avrasya, enerji dosyalarının hepsine karşı. Batı tutumunu reddediyor ve bunların hepsi için Türkiye’yi kilit görüyor.

Haliyle politikasını Türkiye’deki ulusalcı duruştan yana koyuyor. TSK’ye elbette daha yakın duruyor ama burada bir noktaya özenle dikkat çekmek gerekiyor. Konu Türkiye’deki Batı-Doğu çekişmesi olarak sınırlandığında Rusya’nın bu tutumunu doğal saymak mümkünse de, “AKP ve AKP” denkleminde oyunu Erdoğan’dan yana kullana(bile)ceği de bir zihin jimnastigi olarak düşünülmeli.

Geriye kalan…

Uzun zamandır medyanın ve kamuoyunun dikkat çizgisinden uzaklaşmış olan YAŞ toplantısı ve 30 Ağustos terfilerinin, bu nedenle artık ziyadesiyle ilgi gördüğü, spekülasyon ve iddiaların alıp başını gittiği sebebine oturtmak bir bakış açısı sayılabilir. Yine de TSK mimarisinin “gelen-giden” farkı yaratmayacağı da gerçek.

Büyük ihtimalle 30 Ağustos’ta yeni komuta kademesi teamüllere uygun olarak yapılacak. Sorun, bu değişikliklerin küresel teamüllere ne kadar uyacağı!



Bu haber 3,099 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,699 µs