En Sıcak Konular

Belki de bir tren kazası lazım

0 0 0000 00:00 tsi
Hak ve özgürlükler, AB ile pazarlık maddelerine dönüştü. Oysa yaklaşan seçim ortamı her tartışmayı kilitliyor.

Avrupa Birliğ'ne uyum yasaları Meclis'te yeni ve sert tartışmalara yol açtı. Özellikle Vakıflar Yasası ve Müslüman olmayan vatandaşların okullarının durumuyla ilgili öneriler, ana muhalefet CHP'nin 'Lozan'a aykırı', 'Sevr'i çağrıştırıyor' eleştirilerine dek tırmandı.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in ortaya attığı kategorik ret, Deniz Baykal tarafından 'her iki yanlış da düzeltilmeli, Mütekabiliyet (karşılıklılık) temel şart olmalı' şeklinde ifade edildi. Bunun anlamı aslında, 'Tamam biz yanlış uygulamamızı düzeltelim, ama Yunanistan' da Batı Trakya Türklerine yönelik yanlış uygulamasını düzeltmeden yapmayalım' demek. Yani, Baykal da ortada bir yanlışlık olduğunu kabul ediyor. Lozan'ı ihlal ve Sevr'e dönüş gibi, gerçekten toplumda farklı algılamalara yol açacak keskin suçlamaların ardında yatan, bu mütekabiliyet konusu.
Hükümet, bu eleştirilere yanıt verip, kendileri tarafından TBMM Genel Kurulu'na sunulan önerileri savunamıyor. Onun yerine, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ağzından 'hamaset', Meclis'teki sözcülerinin ağzından da, 'Dışişleri'nin hazırladığı metni sunduk' gibi mahçup gerekçelere başvuruyor. Böylelikle AK Parti saflarında, kendi hükümetince sunulan yasa önerilerinden çok CHP'nin itirazına ikna eğilimi olduğu kanısına mı varmalıyız?
Acaba Dışişleri'nde bazı uzmanlar 'Nasıl olsa biraz hükümet kırpar, biraz da Genel Kurul'da kırpılır, orta yolu buluruz' diyerek bir metin hazırladılar, ama bu metin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve ekibinin önemli kısmı New York'ta BM çalışmalarında olduğu için Meclis'te bulunmadığından, 'kırpılmadan' kendisini kürsüde mi buldu?
Peki, yasa bu denli önem taşıyor idiyse Meclis'in olağanüstü toplantısını böyle okumalıyız- neden Dışişleri Bakanı'nın, ya da AB Müzakerecisi Hazine Bakanı Ali Babacan'ın mevcudiyeti aranmadı? Lozan ve Sevr konularını tartışmak ve Yunanistan'da 1967'de darbe yapan askeri cuntanın Türk azınlığa yönelik tasarrufu üzerinde yorumda bulunup, Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin hedef durumuna düştü?
Başbakan Erdoğan, 2 Ekim'de ABD Başkanı George Bush ile buluşmadan önce, Türkiye'de din özgürlüğü çerçevesinde muamele gören azınlık vakıfları ve okulları konusunda bir adım atılmasını gerekli görülmüş olabilir mi? Erdoğan'ın, 'yakın dostum' dediği Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis'in, kendisi iki kez Atina'ya gittiği halde, Ankara'ya gelmemesine üzüldüğü, Yunanistan'ın ise Türkiye'nin AB ilişkilerinde kilit rol oynadığı da bir gerçek. Yani, bu yasaların Meclis gündemine olağanüstü gelmesindeki tek neden, AB'nin açıklamayı 'zaman tanımak' adına kasım ayına bıraktığı Türkiye İlerleme Raporu'nda olabildiğince az eleştiri almak olmayabilir mi?
Mümkün.
Çünkü, AK Parti'nin 2007 seçim yılında muhalefetin 'Ruhban okulunu açtırdı', Lozan'ı deldirdi', 'Sevr'i hortlatıyor' eleştirilerine muhatap olmaktan siyasi kazanç umduğunu söylemek zor. Bunlar AK Parti tabanında da tepkiye yol açacak konular. Bu eleştirilerin, yani Lozan-Sevr eleştirilerinin haklı olup olmadığı ikinci planda kalıyor. Çünkü siyaset algılamalar üzerine kurulu ve bu eleştiriler bir kez bir partinin üzerine yapıştı mı, temizlemek için bir seçim dönemi yeterli olmayabiliyor.
Önümüzde seçim yılı var. KKTC'de ortaya çıkan siyasi skandalda suçlanan isimlerden olan Şaban Dişli'nin Radikal'e söylediklerini hatırlayabiliriz: AK Parti yetkilileri, 'hele ki seçim yılında' Kıbrıs konusunda, karşı taraf adım atmadan adım atmanın mümkün olmadığını AB yetkililerine söylemişler.
Oysa AB Genişleme Sorumlusu Olli Rehn, Kıbrıs konusunda Türkiye'nin, örneğin limanlar ve havalimanları konusunda adım atmaması halinde bir 'Tren kazası' olacağını söylüyor. Gül ve Babacan'ın 'Tren kazasından iki taraf da zarar görür' uyarılarına karşın söylemeyi sürdürüyor.
Öte yandan, Lozan-Sevr tartışmasında da gördüğümüz gibi, hak ve özgürlükler konuları da AB ile pazarlık ve Cumhuriyet'in temelleri bağlamında tartışılarak kilitleniyor. Dün Elif Şafak'ın beraatiyle sonuçlanan TCK 301 davaları da öyle. Dedik ya, seçim yılına giriyoruz.
O nedenle, belki de bir tren kazası lazım.
Hem Türkiye'ye, hem AB'ye bir tren kazası lazım. Belki o zaman kilitlenmeyi aşmak, nelerden ne kadar ve ne için vazgeçilebileceğini anlamak, her şeyi taze bir zeminde tartışmak mümkün olur. Böyle olmuyor.



Bu haber 218 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,116 µs