Taşra sizin bildiğiniz gibi değil
0 0 0000 00:00 tsi
Yönetmen Yüksel Aksu, ilk filmi Dondurmam Gaymakta memleketi Muğlanın öyküsü ve kendi insanının performansıyla çıktı karşımıza.
Alışılagelen cahil, zavallı ve perişan taşra algısına karşı olduğunu söyleyen Aksu, Taşra sizin bildiğiniz gibi değil, gayet eğlenceli ve aydınlık bir yer. diyor.
Dalaman Havaalanından Muğlaya uzanan yolda yeşilin tadını çıkarırken bir yandan düşünüyoruz: 25. Uluslararası İstanbul Film Festivalinde halkına özel ödül verilen, Gerard Depardieunün Çok beğendim, böyle filmler çekilmeli., Çağan Irmakın Yılın hit filmi. dediği Dondurmam Gaymak nasıl bir film? Nasıl beslendi buraların yeşilinden, dağlarından, insanlardan, antik kalıntılardan?
Merakımız gideriliyor çok geçmeden. Önce, filmde görünen boğaları ve keçileri de yürütmesiyle haberlere konu olan kortej, ardından Muğla Üniversitesindeki gala ve filmin kendisi. Muğlalılar sadece Mehmet Ali Alabora eğitmenliğinde rol kesmemiş, filmin yiyeceğini, nakliyesini, dekorunu da üstlenmiş. Film, Nasip Dondurması sahibi Alinin, hazır dondurmalara karşı rekabetini anlatıyor. Büyük şirketlerle yarışabilmek uğruna televizyona reklam veren Ali, satışların artmasıyla yeni aldığı motorun taksitini ödeyecektir. Ancak köyün afacanları motoru yürütünce Alinin hesapları suya düşer. Ona göre motorunu hazır dondurmacılar çalmıştır!
Ege diğer taşralara örnek olur
Televizyon seyircisi Yüksel Aksuyu Yılan Hikayesi, Bir Dilim Aşk ve Büyük Yalan gibi dizilerin yönetmeni olarak tanıyor. Aksunun, ilk filminde böyle bir hikâye ve üslup kullanması ise elbette bilinçli bir tercih. Yönetmen, Ben kendi taşramın gülen yüzünü göstermek istedim. diye konuşuyor. Batıda kıraç, zavallı, gariban bir taşra algısı var; çocuk çalıştıran, kadın döven, kan davası güden. Ben kendi taşramı/ yöremi, herhangi bir Avrupa taşrasından aşağı görmüyorum. Taşra cahillik değildir; taşrada camilerde, meyhanelerde, kahvelerde her şey tartışılır. Taşra, filmlerde hep sıkıntılı, çaresiz ve üzüntülü anlatıldı. Belki de bir dönemin gereğiydi ama bence Ege, bu naif, eğlenceli yapısıyla diğer taşralara model olabilir.
Temelde mülkiyet üzerine dönen bu eğlenceli taşra hikâyesi, politika, din, aile gibi pek çok konuda görüş bildiriyor. Böylesi naif bir filmde bu kadar kavramı anlatmak yönetmeni zorlamış mıdır? Evet diyor Aksu, Zorladı. Neyi atıp neyi koyacağıma, neyin altını kalın çizip neyi soft geçeceğime zor karar verdim. Bu bir acemilik, ama bunu yaparken ağır, ağdalı yapmamaya kafa yordum ve becerdiğimi de düşünüyorum. Filmi dikkatli okuyan biri, yerel film çekerken naif, ama cahil olmayan bir film çektiğimin farkına varır. Varmayanlar için de altını kalın bir şekilde çizdim; Vittorio de Sicaya adadım. Bana ve filme kara cahil muamelesi yapmasınlar diye!
Başkahramanımız Ali, büyük şirketlerle, onlar gibi olarak mücadele ediyor; televizyona reklam veriyor, pastadan payını almak istiyor. Çünkü yönetmene göre Alide bilinç oluşmuş değil, o kendi derdinde: Benim dondurmacımdan öyle saf bir kapitalizm karşıtlığı beklemeyin. Yani o Ekonomi Politiki bitirmiş falan değil. Kaldı ki ben hiç bitirene de rastlamadım. Azıcık yol yöntem bilse zaten MADO olurdu. Alinin bütün mücadelesi, Akdeniz insanının tez canlılığı, coşkusu ve Ege ağzıyla ilerliyor ve kimileri için âşina bir öyküyken kimileri için öteki Türkiyenin şirin bir parçası işlevi görüyor. Aksuya göre bu çok korkutucu bir tavır ama çok da umursamıyor: Aman bizim insanımız, ağacımız, böceğimiz, ah ne sevimli köy gibi tavırlar gelebilir. Beni hiç ilgilendirmez, kendileri bilir. Ben öyle bir şey yapmadım. Olduğundan sevimli falan da göstermeye çalışmadım. Sadece manzarayı resmettim. O manzaraya nasıl bakmayı tercih ederler bilemem tabii; ama çok yanlış olur yani onu söyleyeyim.
Ezber bozan bir köy imamı
Bu manzaradaki ilginç bir figür de köyün imamı. Ama Türk filmlerinin klasik kekeme, yobaz, dayakçı, müsamahadan uzak imamı değil; hoşgörülü, hakperest ve hoşsohbet biri. Aksuya göre olumsuz imajın oluşmasında, aydınlanmadan payımıza düşenler ve medresenin yozlaşmasıyla ortaya çıkan tipoloji etkili. Çocukluğundaki imamdan ilhamla yazdığı kendi imamı içinse Medrese değil de tekke erbâbı tanımını kullanıyor: Daha kalender, naif, halkla iç içe; ki zaten doğrusu da budur. Yani imam, köyün önderidir bir yerde. Ve özellikle İslam-terörizm denklemine karşı caminin, etik-kadim değerleri ürettiğini göstermeye çalıştım.
Ceylan ve Demirkubuz bana cesaret verdi
Türk sinemasında son dönemde köy/kasaba kültürünü işleyen ve yöresel amatör oyuncularla çekilen filmlerde bir artış var. Reis Çelikin İnat Hikayeleri, Ahmet Uluçayın Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak ve Reha Erdemin 5 Vakit filmleri buna örnek. Aksu, bunun yeni yönetmenleri cesaretlendireceğine inanıyor. Bu gelişim nasıl bir yol izler bilemem, ama yeni yönetmenleri cesaretlendireceği muhakkak. Çünkü ben Nuri Bilgeden, Zeki Demirkubuzdan ce-saret aldım. Demek ki dedim, milyon dolarlar harcamadan da film çekilebiliyormuş. Bel-ki birileri de bu filmden cesaret alır, ne güzel olur.
Bu haber 298 defa okundu.
Yorumlar
+ Yorum Ekle