En Sıcak Konular

Sorun İran mı, Ortadoğu mu, yeni küresel güç mücadelesi mi?

27 Ekim 2007 14:31 tsi
Amerika'nın İran'a saldırıp saldırmayacağına ilişkin tartışmalar, olayın kendisinden daha önemli hale geldi. ABD saldırmaya kalksa, neredeyse kimin bu gelişmeyi önceden bildiği ve kimin bilemediği en temel kaygı konusu olacak. Prof. Dr. Beril Dedeoğlu

ABD'nin İran ile ilgili dertleri olduğu açık ve Bush yönetiminin sorununu anlamak için belki biraz geriye gitmek ve genel dünya dengeleri içinden bakmak gerekebilir.

Önceki güç dengesi

ABD'nin Ortadoğu açılımı, Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında çok geriye gitmeyen bir tarihsel arka plana sahip. 2. Dünya Savaşı yoluyla ve sonrasında küresel güçlerden biri olarak ortaya çıkan ABD, bu yoldaki ilk uygulamasını Avrupa kıtasında yapmış ve kendisini Avrupa'nın faşist ya da tiranlardan kurtarılmasına adamıştı. Neyse ki, Sovyetler Birliği de benzer biçimde Avrupa'yı kapitalist-emperyalistlerden kurtarmaya girişmiş ve bu yolla giderek birbirlerini düşman ilan eden iki gücün çekişmesi, tüm küresel açıklamaların merkezine oturmuştu. Ülkelere ilişkin tartışmalar, rejimlerin biçimine terk edilmiş ve rejimlerin halkları nasıl olsa yönlendireceği esasından hareket edilmişti. Arada bir, Fransa gibi bazı ülkeler bu türden ikili yapı olunca birini seçme baskısının ortaya çıkmasından rahatsız olmuş ve birinden kurtulma arzusunun aslında tam da diğerinin egemenliğine boyun eğme olacağını dile getirmişti. Ama, ikili gerginlik ciddi bir nükleer tehdit barındırdığından Avrupa'da kimse oyunun kuralını bozmaya açıkça cesaret edememişti. Bu ikili yapının ikinci ayağı olan Ortadoğu'da ise, benzer bir mantık farklı biçimlerde kurulmaya çalışılmıştı. Amaç, farklı iki kamp arasında seçim yapacak devletler oluşturmak ya da olanları olabildiğince dengeli biçimde taraflar arasında dağıtmak olarak tasarlanmıştı denebilir. Ortadoğu'da devlet geleneği bulunan az sayıdaki ülkede bile yeni koşullara göre tercih yapacak rejimler oluşturulması sancılı olmuştu.

Sınırları halklara göre oluşmamış, rejimleri halklara rağmen yapılanmış, küresel tercihleri hükümetlere göre belirlenmemiş Ortadoğu devletlerinin ABD liderliğindeki "Batı" kampı ile Sovyetler Birliği liderliğindeki "Doğu" kampı arasındaki seçimleri de katiyen halklara bağlı olmamıştı. Hemen her ülke, yukarıdan aşağıya doğru, bulunduğu ya da bulunacağı kampa göre yapılandırılmıştı. Doğu-Batı dengesinin en soğuk savaş yıllarında sistem işlemiş olmakla birlikte, SSCB ve ABD bakımından gerginlik sürdürülebilir olmaktan çıktıktan sonra ilişkilerinde yumuşama başlamış ve o zaman da hem Avrupa'da hem Ortadoğu'daki devletlerde farklı süreçler yaşanmıştı. Avrupa, kendisini yeniden var edecek ve "batı" blokunun eşit ortağı olacak bir yola giderken Ortadoğu parçalı ve parçalanan toplumsal gerçeklerle yüzleşmeye başlamıştı. Devrim-karşı devrim, ihtilal ve yeniden ihtilal, iç savaş ve gerilla mücadeleleri, sınır anlaşmazlıkları, rejim anlaşmazlıkları, bölüşüm ve paylaşım anlaşmazlıkları artık Ortadoğu dendiğinde ilk akla gelenlerdi. Sistemin gevşemesi sonucunda üstlerindeki baskının azaldığını hisseden halklar ve-veya yönetimler, kendilerini yeniden ifade edebilecek araçlara yöneldilerse de, ne toplumsal yönetim ve yönetişim tecrübeleri ne de daha önceden yaptıkları Blok seçimleri buna izin vermemişti. Bu karmaşık durum, Ortadoğu'ya yeniden müdahale edilebilmesinin yollarını açtı. Üstelik Ortadoğu'ya yapılan siyasal ve ekonomik müdahaleler sadece SSCB ve ABD'den değil Avrupa ülkelerinden de gelmeye başlamıştı. Bu arada, her bir ülkenin Doğu ve Batı Blok liderlerine karşı yeniden güven tazeleyecek bir biçim alabileceği ya da ara yol seçenlerin Avrupa ülkelerinden bazılarına yaklaşabileceği zannedildi. Oysa öyle olmadı.

Tarihsel güvensizlikler, Ortadoğu'nun sosyoekonomik ve siyasal yapısı ile yapay olarak oluşturulmuş tüm yapılar zaten 1980'li yıllara doğru iyice açığa çıkmaya başlamıştı. Son bir gayretle bir tarafın "Yeşil Kuşak" olarak bilinen projesi, diğer tarafın "kalan kaleleri koruma" girişimleriyle ikinci soğuk savaş denendiyse de bu sürecin sonunda taraflardan biri, geçici olarak sahayı terk etmek zorunda kalmıştı.

"Yeni" dönemin başlangıç yılları

ABD'nin sistemin tek galibi gibi ilan edilmesi, ABD'li yöneticiler tarafından da ikna edici bulunmuş olsa gerek ki sistemi genel olarak düzenleme ihtiyacından hareketle geri dönülmez bir sürece girildi. ABD, öncelikle Avrupa ile birlikte yıkılan SSCB'nin yerine kurulan Rusya Federasyonu'nun dağılmadan bir arada tutulmasına çalıştı. Bu arada, geçmiş dönemin blok-rejim ve iktidar baskıları altında üzeri örtülü tutulması kısmen mümkün olabilmiş, farklı kimlik ve aidiyet biçimleri ile ülke ve rejim tasarımları, bu ortamda birbirleri ile çatışan unsurlara dönüşmüştü. Soğuk Savaş'ın hemen ardından kısa bir tarih aralığında ortaya çıkan bu durum, daha çok "etnik milliyetçi" hareketler olarak adlandırıldı ve etniklerin kendi başlarına birer devlet kurup kurmamaları düzeyine indirgenen bir zihniyetle izlendi. Tıpkı 2. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında olduğu gibi, çatışma alanı olarak öne çıkan coğrafyalar Avrupa'nın geniş sınırlarında yer aldı. İnsanlar birbirlerini başkalarını ikna edecek ölçüde öldürmeyi başardıktan sonra yapılan uluslararası müdahaleler de Avrupa ile ABD'nin birlikteliği bakımından umut verici bir ortam yarattı. Bu durum, 11 Eylül sonrasına kadar da sürdü.

11 Eylül ise, hem küresel güç dengeleri bakımından bir kırılma hem de Ortadoğu halklarının devlet, rejim, ulus gibi kavramlarla açıklanmasının zorluğuna işaret eden bir dönem anlamına geldi. Batı dünyasının istikrarlı ve gelişmiş toplumlarına yönelik en büyük tehdidin artık Sovyetler'den değil de "Doğu"dan geldiği türünden bir anlayış giderek yaygınlaştı, fakat aynı zamanda bu tehdidin tüm dünya için olduğu fikri de işlenmeye başlanmıştı. Bu anlayış, ABD'nin sistemi yeniden düzenleyen oyuncu olma beklentisiyle orantılı bir anlam ifade ediyordu. Ancak, hatırlatmak gerekir ki başlangıçta ABD, sistemi düzenleyen tek oyuncu değil müttefiklerine kaptanlık eden oyuncu olmayı amaçlamıştı. Bu uygulama, Körfez Savaşı ve sonrasında oluşturulan yapı ve Afganistan müdahalesi ile denenmişti. Hatırlanacağı gibi, Irak'ın Kuzey'i ile Güney bölgesi Saddam rejiminin denetimi dışında alanlar olarak "uçuşa yasak" bölgeler haline getirilmiş ve bu "Batı"lı güçlerin işbirliği içerisinde gerçekleşmişti. Sovyet desteğiyle ayakta durduğu varsayılan ve bu desteğin ortadan kalkmasıyla denetimin kolay olacağı düşünülen "enerji" bölgelerinin sanki yeniden paylaşım telaşı yaşanmıştı, ama o dönemde bu gerçekleşemedi.

11 Eylül, dikkatlerin yeniden Afganistan'a çekilmesine yol açarken aynı zamanda bu ülkeyi de bir Ortadoğu ülkesi haline getirdi. İslam ve terörizm bağıntısı, İslam'ın yaygın olduğu toplumların terörizm de üretebileceği mantığının kurulmasına hizmet etti. Bu durum, aynı zamanda Ortadoğu'da temel özelliğin din olduğunu ve İslam'ın da bir bütün olarak tasarlanabileceği yanılgısını getirdi. Farklı üretim biçimleri, farklı toplumsal sınıf oluşumları, aşiret ilişkileri ve sınır aşan ilişkilerden doğan farklı iletişim biçimleri göz ardı edildi. Bu bakış açısı, ABD ve müttefiklerinin başlangıçta Irak rejiminin terörizm üzerinden okunmasına hizmet ettiyse de sonradan inandırıcılığını yitirdi. Saddam'ın, İslam-terörizm bağıntısı bakımından ele alınabilecek en son isim olduğunu fark eden karar alıcılar, bu ülke ile ilgili "tehdit" tasarımlarını tüm insanlık nezdine yayacak konu olarak "nükleer silahlanma" konusu seçtiler. "Irak'ı tutan Ortadoğu'yu tutar", "Ortadoğu'yu tutan Asya'yı tutar", "Asya'yı tutan dünyayı tutar" anlayışına uygun bir adım olarak seçilen ilk hamle ise başarısız oldu, Irak tutulamadı. Şu bir gerçek ki, Türkiye ABD'nin taleplerini reddetmeseydi Irak'ta başarılı olma ihtimali olabilirdi ve ABD Irak'ta başarılı olabilseydi müttefik sayısı yükselebilir ve belki İran sorunsalı başka biçimlerde ele alınabilirdi.

Irak işgalinin sonuçları

ABD'nin Irak işgali, Ortadoğu'daki bazı var olan ama çok da bilinmeyen dengeleri açığa çıkarırken, bir yandan da bazı yol ayrımlarının başlangıçlarına işaret etti.

Irak işgalinin örneğin Avrupa-ABD ilişkilerine etkisi, iki aşamalı bir seyir gösterdi. Başlangıçta ABD'nin yanında yer almayarak bir tür "mazlum halkın" savunulması rolünü üstlenen ülkeler oldu. Savundukları halklar bakımından ise, bu hiç inandırıcı bir destek olarak algılanmadı. Bu durum, ABD'nin kendi şemsiyesi altında toplanacak "Batı" gücünün parçalanmasına yol açtı. ABD ile birlikte İsrail ile de kriz yaşayan bu ülkeler, bir süre sonra ciddi bir tavır değişikliğine girdiler. Dünya kaynakları paylaşılırken bu paylaşımı ellerinin tersiyle itemeyecekleri türünden bir algılamaya sebep olacak biçimde, Avrupa'nın yeniden Ortadoğu açılım sürecine girdiği gözlendi. Bu sırada ABD, başlangıçta kendisinin yanında olmayan ülkelerin bugün ABD'ye rağmen kendi başlarına Ortadoğu'ya giremeyeceklerini ortaya koydu. Özellikle Fransa'nın çıkışlarıyla izlenmesi kolay hale gelen girişimlerin engellenmesinde Lübnan ve Suriye'yi ilgilendiren ayaklarında İsrail'in yardımları bulunduğu hatırlatılabilir. Söz konusu süreç içerisinde Irak'ta çıkan ve bitme olasılığı giderek zayıflayan iç savaş, ABD'yi ne ileri gidebilen ne geri çekilebilen, Avrupa'yı da ne kendi başına müdahale edebilen ne de ABD'ye yardım eden hale getirdi denebilir.

Afganistan'ın terörizme yuva olan yapısını, Irak'ın da insanlığı tehdit eden rejimini ortadan kaldırma ve yerine "batı" ile uyumlu sistemler kurma faaliyetleri, sonuç alma imkanı görülmeyen çıkmaza girdi. Askeri ve siyasi bakımdan müttefikler başarısızlığa uğradı, üstelik bu başarısızlıktan yararlanacak bir başka güç de hemen belirmedi. Bununla birlikte Afganistan ve Irak savaşlarının ABD'ye iki önemli katkı sağladığı ileri sürülebilir. Bunlardan ilki, öyle ya da böyle ABD askeri ve stratejik varlığı Ortadoğu'nun iki jeopolitik merkezine yerleşti. Bu yerleşme, Ortadoğu ile Orta Asya devletlerinin bir yandan denetlenmesine, ama bir yandan da çevrelenmesine yol açtı. Dolayısıyla halklar olmasa da devletlerin önemli bir kısmı bu faaliyeti destekleyen-desteklemeyen olarak iki ayrı yoldan birini bir kez daha seçmek durumunda kaldılar. Lübnan yönetimi, ABD tarafından inandırıcı bulunmasa da Suriye yönetimi, Ürdün, Filistin'deki Abbas yönetimi, Mısır ve Körfez ülkeleri bir tarafta yer alırken, muhalefet grupları ve İran gibi ülkeler öteki tarafta kaldılar. ABD'nin ikinci başarısı, kendisinin ve müttefiklerinin topraklarını hedef alan terör ve tedhiş ihtimallerini, Ortadoğu'ya hapsetmek oldu. ABD ile işbirliği yapan iktidarlara yönelik artan muhalefet baskıları Afganistan, Irak ve Lübnan'da açık ve ölümcül, diğerlerinde şiddet dozu düşük iç mücadelelere dönüştü. İktidar mücadelelerini de kapsayan iç karışıklıkların parçası, hatta tarafı olan ve birçok ülke bakımından da terör örgütü olarak kabul edilen gruplar sistemin suçlusu olarak gördüklerini hedef alma yerine "yerel" mücadelelere dahil oldular.

Tüm bu süreç boyunca, iki önemli dünya gücü olan Rusya ve Çin ile Ortadoğu'nun en önemli gücü Suudi Arabistan, stratejik tartışmaların odağına oturmadı, oysa üçünün de tüm olup bitende yeterince katkıları vardı.
 
Zaman



Bu haber 1,580 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,582 µs