Başesgioğlu: Kimse mağdur olmaz
0 0 0000 00:00 tsi
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu, sosyal güvenlik reformu kapsamında çalışanların başka kurumlara gönderilmesinin ya da mağdur edilmesinin söz konusu olmadığını söyledi.
Başesgioğlu, reformun öngördüğü çalışmaları kanunun cumhurbaşkanı tarafından onaylanmasından sonra da sürdüreceklerini söyledi.
Sosyal güvenlik sisteminin gelişmesine katkı veren hiç kimsenin mağdur olmasını istemediklerini belirten Çalışma Bakanı, Bazen arkadaşların havuza veya başka kuruluşlara gideceğini duyuyorum. Böyle bir düşüncemiz yok. Arkadaşların başka kurumlara gönderilmesi ya da mağdur edilmesi söz konusu değildir diye konuştu.
Yeni kurumun özlük hakları açısından daha da geliştiridiğine dikkat çeken Başesgioğlu çalışanların daha iyi hizmet verebilmesi için imkanları da geliştirmek istediklerini vurguladı.
Terör örgütü artık benim varoluş sebebim kalmadı diyecek, onun böyle demesini sağlayacaksınız! Terör örgütünün kendine göre varlık sebebi, onun taleplerinde açıkça okunuyor. Yayınları, siteleri, neşrettikleri dokümanları var. Kendi varlık sebebini kendisi ifade ediyor zaten. Terör örgütü, bölgeye yatırım yapın, bölgedeki hayat şartlarını iyileştirin, bölge insanlarına sevgiyle şefkatle davranın, âdetlerine, alışkanlıklarına, inançlarına, yaşama biçimine ve kültürüne saygı gösterin, sevgiyle yaklaşın, kardeş gibi davranın mı diyor!?. Bunları mı istiyor terör örgütü? Bunları istemek için, silaha, teröre, cinayete ne gerek var?
Tam tersine, terör örgütü, bölgeye yatırım yapılmasını istemiyor. İnsanlar oraya yatırım yapmaya korkuyorlar. Kimden korkuyorlar peki? Devlet teşvik ediyor, vergi almayacağım diyor. Korku terör örgütünden geliyor. Sosyoekonomik şartların gelişip ilerlemesini, demokratik birey haklarının ve hürriyetlerinin yükselmesini talep eden yok ki. İfade edilse de edilemese de, gizlense de gizlenmese de, yerine göre öyle yahut böyle davranılsa da, terör örgütünü destekleyenler ve terör örgütünü kınamamayı ilke edinenler, bir genel siyasi projeden söz ediyorlar.
Anlamak istemeyenler olabilir; ben yine de ifade edilmesinden yanayım: meselenin derin ihtilaf taşıyan noktası somutta değil, soyuttadır. Bir başka deyişle, gönül ve zihin planındadır. İstediğin kadar somutla, ekonomiyle, yatırımla, ilgili işler yap, projeler geliştir, o soyut ihtilaf noktası halledilmedikçe çözüm teşkil etmez. Somutlar tabii ki var; ama o soyut ukdeye bağlı olarak var. Millet olma iddiası, anayasa hukuku ile ilgili bir siyasi iddiadır. Ve bu konu, insan hakları literatürünün konusu değildir. İnsan (birey) hakları soyutunun somutları ayrıdır, millet olma soyutunun somutları ayrıdır. Birinin soyutunu, diğerinin somutlarıyla tatmin edemezsiniz. İstismar sunuşlarıyla boş yere oyalanırsınız ve başka niyetler tarafından doldurulacağı belli olan boş gündem kalıpları üretmiş olursunuz.
Yıllardır olup biten de budur. Bu hep böyle değildi. Asla değildi. Sol, kendi ideolojik boşluğunu ve kofluğunu, 1960lı yılların sonuna doğru bir yumuşak karın arayışıyla telafi etmek istedi ve iki yere el attı. Bunlardan biriydi etnik mesele kurcalaması. 1950li yıllar çok elverişli bir sosyal laboratuvardır. 1960lı yıllar da sonlarına kadar öyledir. Niçin o zamanlarda bir gönül ve zihin karışıklığı yoktur? Eskiden de karşı koymalar, rahatsızlıklar vardı türünden kronolojik vurgular masaldan ibarettir. Onlar feodal bile olmayan şartlarla ilgili şeylerdir. Kitle sadıktır, hep öyle olmuştur ve biz bu hakikatin tam ve en doğal yansımalarını 1950li ve 1960lı yılların mahallelerinde, sokaklarında, komşuluklarında, çarşı pazarlarında, okullarında, akrabalıklarında, kahvehanelerinde, arkadaşlıklarında, mescidlerinde, camilerinde, dergahlarında; her yerinde, her renginde yaşamışızdır. Yoktu bir ayrılığımız. En büyük cemaat yapılarının ikisi Güneydoğu kökenli oldukları halde Batıda daha çok gelişmiştir. Siyasette, ticarette, eğlencede, basında, bürokraside, edebiyatta, kabadayılıkta, sporda, hiçbir etnik ayrım söz konusu olmamıştır; hiçbir kalbî-zihnî ötekilik duygusu, kompleksi, ütopyası, gıcıklanması, parazitlenmesi fark edilmemiştir.
Dediğim gibi oldu. 1960lı yılların sonunda ideolojik tutkular ve onu doğuran pozitivist-kozmopolit-materyalist, kısmen nihilist, anti milli ve anti demokratik seçkinlik tatminsizlikleri, 27 Mayıstan da umduklarını alamayınca, toplumun dokusuyla oynamaya başladılar, bunun için de yakın tarihin dipnotlarında tırnak geçirecek yerler aramaya koyuldular. Başlangıç böyledir. Vâlâ Nurettinin Nazıma söylediği gibi, bu millet, ateistlikleri kendileri kadar ünlü olan Tevfik Fikretlere ve Abdullah Cevdetlere bile en küçük bir tepki göstermemiştir. Bu millete hoşgörü öğretilmez, hoşgörüyü bizde aydınlar bilmez. Hele etnik hoşgörünün lafı bile olmaz. Etnik farklılık bizim hayatımızda, âdeta mizahî bir çeşni gibiydi! Şimdi ben o mizahî çeşniyi örneklemeye bile çekinirim. Alınganlık olur artık!
Biz, bu kalbî-zihnî sıkıntıyı ve gölgelenmeyi halletmeliyiz önce. Mutlaka oradan başlamalıyız. Terör baskısıyla ne demokratik gelişme olur, ne de başka türlü bir olumlu gelişme yaşanır. Biz inanç kardeşiyiz, kan kardeşiyiz, gönül kardeşiyiz. Entelektüel plana yansıyabilen akıl dolu, bilgi dolu, fikir dolu, sevgi dolu bir gönül seferberliği 3-4 gazetede ve kanalda ifadelensin, terör birkaç ayda boğulur gider.
Bu haber 256 defa okundu.
Yorumlar
+ Yorum Ekle