En Sıcak Konular

En tehlikeli senaryo: Kuzey Irak’ı işgal mümkün mü?

9 Ekim 2007 14:40 tsi
En tehlikeli senaryo: Kuzey Irak’ı işgal mümkün mü? Tüm incelikli sözlere ve samimi ağıtlara rağmen bir türlü itiraf edilmeyen, daha doğrusu açıkça söylenmeyen şu; Türkiye, Batı “cümlesi” altında toplanan ABD, AB ve İsrail’i “karşısına” alarak Kuzey Irak’a girmeye cesare

Ama burada “eksik” olan bir şey var. Eksik olan bunun hesabının tam olarak yapılıp yapılmadığının bilinmemesi.

Herkes “devletin bu kadar kurumu var, herhalde bir hesap-kitap yapmıştır” ön kabülü ile, “soru”dan feragat ediyor. O soru, “Kuzey Irak’a sorunu tam olarak çözmek için girersek ne olur?”

Bu sorunun yanıtı “devlet” tarafından verilmiş olmalı! Olmalı derken “yapılmış olmalı” anlamında söylüyoruz. Çünkü bu devletin asli görevlerinin en başında geliyor.

Yok yapılmadıysa çok ciddi bir görev ihmali var. Bu projeksiyon tüm yönleri ile yapılıp, olası müsbet ve menfi sonuçları hesaba katıldıysa nasıl bir tablonun ortaya çıktığı çok önemli.

Bu göçe alınır bir “risk” midir? Yoksa asla yanına bile yanaşılmaması gereken tehlike mi? Çok boyutlu bu “tehtid analizi” nasıl olabilir?

Birinci mesele veya karar verilmesi gereken “hedefin” ne olması gerektiği? PKK mı? Kuzey Irak mı? Eğer tüm liderlerin, askerlerin ve aydın kesiminin bakışı doğru ise, tetiği çeken değil “çektiren” önemli.

Yani burada terörist örgüt önemli değil, ona yaşam imkanı veren güç(ler) önemli. Peki bu güçlerin yaşam alanı neresi?

Bu sorunun yanıtı “hedefi” de tanımlar. Kuzey Irak coğrafi bir alanı işaret ediyor. Asıl önemli olan ise “siyasi” alan ne?

Artık kimsenin inkar edemeyeceği biçimde söylenebilir ki, Kuzey Irak’ta hayata geçen “suni yaşam”, bir devlet inşasıdır.

O halde Türkiye’nin menfaatine midir, değil midir? Bu suni yaşam, Batı tarafından destekleniyor mu? Bu suni yaşam PKK’nın bizi öldürmesine imkan veriyor mu?

Bu soruların yanıtı “evet” ise, hedef belirlenmiş demektir. Yani “ana hedef” Kuzey Irak, tali hedef PKK’dır.

Şimdi ne yapmalı?

Burada sıkışılan soru hep aynı; “Türkiye Kuzey Irak’a müdehale etmeli mi?” Genelkurmay Başkanı’nın bizatihi açıklamalarına göre bu “faydalı” olacak. Ancak hemen tüm uzmanlara göre ve bir çok komutana göre de bu eylem PKK’yı bitiremez.

Ancak şu olabilir. Türkiye “sınırı geçerek”, bu coğrafyayı kaşıyan tüm unsurlara “bakın yaptım, ben buradayım” mesajı verebilir.

Bu önerme aslında sadece PKK’ya ilişkin bir girişimin değerlendirmesi. Peki bu halde PKK biter mi? Bitmeyeceği anlaşılıyor. Terör ve örgütü bitmeyeceği gibi, bu şiddete münbit toprak sağlayan girişimler de ortadan kalkmayacak!

Anlaşılıyor ki, “sınırı geçmek”, psikolojik bir “şekil şıklığı” dışında  köklü çözüm getirmiyor. Bu da bizi yine Genelkurmay’ın seçim öncesi yaşanan tezkere tartışmaları sürecinde gündeme getirdiği, “sınırımız ne olacak, hedefimiz sadece PKK mı olacak” sorusuna bağlıyor.

Sınırı “aşmak”…

Türkiye’de hemen herkesin “çılgınlık” veya “batağa saplanmak” olarak tanımlayacağı daha büyük bir soru, yanıt olabilir mi? Türkiye, sınırı geçmek bir yana “sınırı aşarak”, Kuzey Irak’taki siyasi yapılanmayı hedef alabilir mi?

Doğal sonucu olarak bu yapılanmaların “hamileri” ile çatışmayı göze alabilir mi? Bu sorunun çoklu yanıtını vermeden önce bir reel-politiği söylelek lazım.

Bu kararı alacak bir siyasi erkin şu anda bulunduğunu söylemek oldukça iddialı olur. Hemen hiçbir siyasi parti ve lideri, hatta bazıları bir araya gelerek dahi bu kararı verip, politik faturasını göze almaya soyunamaz.

Peki bu kararı alabilecek bir merci var mı? Var! Buna ileride değineceğiz. Ama önce bu kararın alındığını ve uygulandığını varsayarak “neler olabileceğine bakalım.

ABD ne yapar?

Bu sorunun yanıtı artık, bazı yazarların “girersek ABD ile burun buruna geliriz, Amerika ile artık komşuyuz” sızlanmaların ötesine geçmeli. ABD ile burun buruna gelindiğinde Türkiye’nin karşı karşıya kalabileceği 3 reaksiyon (ya da hepsi bir arada) bulunuyor.

1)Askeri reaksiyon. 2) Politik reaksiyon. 3) Ekonomik reaksiyon. Veya bunların kombinasyonu.

Askeri reaksiyon: Bölgede ABD’nin Türkiye’ye askeri bakımdan karşısına alabilecek bir “mimarisi” bulunmuyor. Bölgede şu an 120 bin civarında ABD askeri bulunuyor ve bunların tamamı dağınık olduğu gibi, hiçbir şekilde de düzenli bir savaşa hazır değil. Kaldı ki, lojistik imkan ve kabiliyeti çok zayıf. Açıkça ve çok iddialı söylemek gerekirse, ABD askeri açıdan bu bölgede tarihinin “en zayıf” dönemini yaşıyor. Askerleri hazır olmadığı gibi, ABD’nin iç politika dinamikleri buna kaldıracak stress mukavemetinden uzak. ABD ile Türkiye’nin askeri açıdan karşı karşıya gelmesi tüm dünyanın siyasi dengelerini huzursuz edecek bir risk! Bölgeyi ise tamamen içinden çıkılmaz bir hale sürükleyeceği gibi, İran, Suriye, Rusya sair devletlerin bu durumdaki reaksiyonları meçhul! Türkiye ise çok uzun zamandır sağlıklı bir düzenli orduya sahip olduğu gibi, lojistik, personel sair ihtiyaçlarını gidermede sıkıntısı bulunmuyor. Bir başka sürpriz de böylesi bir fantezi halinde Türkiye’nin kaç kişilik bir orduya terfi edeceğinin kimse tarafından kestirelememesi. Sonuç olarak böylesi bir açılımın sonucunda her iki taraf da ağır yaralar alır ama ABD bir daha bu bölgede yaşayamaz.

Politik Reaksiyon: Kuşkusuz dünya çapında ABD’nin reaksiyonu son derece sert olabilir. Bunları sayalım: Ermeni yasa tasarısı geçer, AB ile ilişkiler onarılmaz hale getirilebilir, Türkiye’nin NATO üyeliği tehlikeye girer, iki ülke arasındaki müttefiklik ilişkisi otomatikman sona erer. Ancak şu da söylenmeli ki, Türkiye çok uzun zamandır özellikle entelektüel düzeyde bunlara ihtiyacı olup olmadığını zaten tartışıyor. Yine de Türkiye’yi yaralayacağı aşikar. Ağır  iç politik yansımaları olur. Sadece AKP değil bu kararı alan hemen hiçbir parti bu siyasi ağırlığı kaldıramaz. Oy dağılımları inanılmaz biçimde yer değiştirir ve muhtemelen “marjinal” partiler daha doğrusu siyasi yelpazenin “merkezinden” uçlara doğru yüklü bir akım başlar.

Ekonomik reaksiyon: Doğruyu söylemek gerekirse, en ağır tahribat bu alanda olur. Türkiye kısa sürede izole bir ülke durumuna gelir ve Batı ile ticari ilişkileri tarihin gördüğü en büyük sıkıntılara uğrar. Zaten ABD’nin elinde bulunan IMF ve Dünya Bankası ile ilişkiler kopar. Tüm dünyadaki ekonomi kurumları Türkiye’nin notlarını dibe kadar çeker. Dövizi tutmak imkansız hale gelir, yaşanan güvensizlik ortamı nedeniyle Borsa çöker, faizler inanılmaz oranla fırlar. Genel olarak panik havası başlar ve Türkiye muhtemelen son 10 yıldaki gelişmesini sıfırlar.

Çok genel, çok ilkel biçimde en kötü senaryo bu. Peki tersi ne? Hergün şehit haberleri gelmeye devam eder, bölgedeki operasyonlar biteviye devam eder, Kuzey Irak’ta geleceğe yönelik sonuçları kestirilemeyecek yepyeni bir yapılanma kesin biçimde ortaya çıkar. Türkiye’nin tamamı bundan etkilenir.

Peki bu kadar riskli bir kararı Türkiye’de kim alabilir? Bunun bir yanıtı var. Bu kararı ancak Türkiye alabilir. Yani referandum yapılır ve açık biçimde halka sorulur. Yanıt “evet” çıkarsa tüm sonuçlarına milletçe katlanılır. “Hayır” çıkarsa da zaten katlanılıyor.

Ama bunlardan daha önemlisi, bir siyasi erkin Türk insanına yukarıdaki gerçeklerin çok daha fazlasını açık ve anlaşılır biçimde anlatması. Bu olmadığı ve terör sürdüğü müddetçe bu ve sonraki tüm iktidarlar, öncekiler gibi ağır vebal taşıyacaklar.

Makul!

Peki bunların dışında “çözüm” yok mu? O da var. Ancak uygulayacak “sabır” var mı tartışmalı. Bir sınır ötesi operasyonun, olası sonuçları içinde PKK’ya iyice azalan desteğin artacağı, Kuzey Irak’taki aşiret liderlerin devlete dönüşeceği, sorunun halli için meselenin köküne, yani ideolojik bir çözümü önerenler bugün çoğunlukta.

Ancak bu makul önerinin nasıl ve ne kadar zamanda yapılacağı konusunda kesin bir şey söyleyen yok. Yani terörle mücadelenin hem askeri hem politik hem ekonomik alanda yürütülmesi, bölgeye tüm ekonomik ve sosyal imkanların götürülmesi ve yanı zamanda gücenlik önlemlerinin de devam ettirilerek hal yoluna varılması önerisi sık duyuluyor.

Bunun başarılı olma ihtimali yüksek. 22 Temmuz seçimlerinde görüldü ki bu ve bençer politikalar işe yarayabiliyor. Örgütün artık eleman devşiremediği, halktan eskisi kadar destek bulamadağı, hatta küçük kız çocuklarına kadar düştüğü bilinmeyen bir gerçek değil.

Zaten son dönemde ani artış gösteren eylemleri de bunun işareti. Hatta Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyarette bulunduğu alanların terör hedefi olarak seçilmesi de bunu gösteriyor. Peki bunun için eksiksiz bir plan ve zaman hedefi var mı? Bu belli değil.

Yine Türkiye “içi” için işlerliği olacağı belli. Peki ya dışı? Kuzey Irak’taki yapı ve arkasıntdaki destekçileri bu yolla durdurabilir miyiz?



Bu haber 1,839 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,221 µs