En Sıcak Konular

Düşük yağlı gıdalar şişmanlamaya çözüm mü?

0 0 0000 00:00 tsi
Düşük yağlı gıdalar şişmanlamaya çözüm mü? Düşük yağlı ve yağsız gıdaların üretilmeye başlamasından sonra vücutta yağ artışı ve hatta obezite daha çok görülmeye başlandı. Kalp hastalığına iyi geleceği öne sürülen margarinin üretildiği 1910-1915 yıllarından önce kalpten ölüm de yoktu. Daha sağlıklı

Besin endüstrisinin en karlı yiyecek gruplarından biri de yarı yağlı ya da yağsız yiyecekler haline geldi. Şişmanlama ve yağ artışının bu tür yiyeceklerle önleneceği reklamlarda hafızamıza kazılmaya çalışılıyor. “Yağlı yiyecekler yersek şişmanlar, yağı azaltılmış yiyecekler yersek zayıflarız.” fikri pazarlanıyor. Peki, durum gerçekten böyle mi acaba? ABD’de 1980’li yılların başından beri düşük yağlı gıdaların tüketiminde bir patlama olmuş, fakat o tarihte % 33 olan fazla kiloluluk oranı ironik bir şekilde % 66’ya çıkmıştır!

Egzersiz Terapisti Serkan Yimsel, vücut yağlanmasının nedeninin diyet ile alınan yağlar mı, yoksa aşırı tüketilen unlu ve şekerli gıdalar mı olduğunu irdeliyor. Yazının sonunda sağlıklı beslenme ile ilgili bir öneri listesi de var.

Düşük yağlı gıdalar ile beslenmek vücut yağlanmasına çözüm olabilir mi?

Diyet ve egzersiz endüstrisinin günümüzde en çok üzerinde durduğu konu, hiç şüphesiz yiyeceklerle alınan yağ miktarının azaltılması ve içinde yağın hiç bulunmadığı ya da eser miktarlarda bulunduğu yeni paket ve konserve ürünlerin keşfedilmesidir. Bu yazıdaki amaç,  vücut yağlanmasının nedeninin diyet ile alınan yağlar mı, yoksa günümüz teknolojisinin alışveriş kolaylığı sağlamak amacıyla doğal besin maddelerinin biyokimyasında yarattığı değişiklikler mi olduğunu vurgulamaya çalışmaktır. Yazının sonunda ise kalıcı sağlık ve fiziksel uygunluğun sağlanmasında temel yapı taşları olarak tabir edilen, dikkat edilmesi gereken bilgiler sıralanıyor.

Öğrenilmesi gereken ilk ve en önemli gerçek, besinlerin içinde bulunan yağların, vücudumuzda depo edilen yağlardan tamamen farklı olduğudur. Halbuki bir çok insan, besinler ile alınan yağların doğrudan vücut yağına dönüştüğüne inanır.

Vücudumuzun depoladığı yağlar aslında besin değeri düşük ve gereğinden fazla yenilen yiyeceklerin metabolizmamız tarafından enerjiye dönüştürülmemesi nedeniyle oluşturduğu yağlardır. Besin değeri düşük bu yiyeceklerin çoğunluğunu basit şekerler ve rafine edilmiş tahıllar oluşturmaktadır.

Eğer günümüzde çok yaygınlaşan yağlanma ve aşırı kilo alma problemlerinin nedeni besinlerle alınan yağlar ve kolesterol olsaydı, insan başına düşen yağ ve kolesterol tüketiminin artmış olması gerekirdi. Halbuki yapılan araştırmalara göre özellikle teknolojinin gelişmiş olduğu ülkelerde yağlı yiyeceklerin (özellikle hayvansal yağlar) tüketilme oranı son 80-100 sene içinde %85’lerden %65’ler seviyesine gerilemiş, diyet ile alınan kolesterolün oranı ise sadece %1 oranında artış göstermiştir.

Peki obezitenin ve aşırı kilolanmanın nedeni nedir? diye soracaksınız şimdi; durun araştırmanın sonunu dinleyin. Aynı zaman zarfında yiyeceklere eklenen şeker türevlerinin miktarı %60 oranında artış göstermiş ve kişi başına düşen rafine tahıl ürünlerinin (beyaz un, beyaz pirinç, beyaz ekmek ve diğer pastane ürünleri) tüketim miktarı ise %55 oranında yükselmiştir.

Daha bitmedi, katı yağlara alternatif olması amacıyla piyasaya çıkarılan bitkisel yağların, margarinlerin ve hidrojene nebati yağların tüketilme oranı da %400’lere ulaşmıştır. Bu tablo açıkça göstermektedir ki asıl düşman besinler içindeki doğal yağlar (hayvan etlerinde, süt ve süt mamullerinde, saf kuruyemişlerde ve tohumlarda bulunan yağlar) değil, yapay ve besin değeri düşük ürünlerdir.

Atıştırma tarzı besinler olarak bilinen hazır sandviçler, hamburger restoranlarının sunduğu yiyecekler, dondurulmuş besinler, kahvaltılık mısır gevrekleri, meşrubatlar ve çikolata-şekerlemeler de yukarıda sözünü ettiğim besin değeri düşük ürünler kısmına girer.

Her ne kadar günümüzde bu ürünlerinin üzerine “düşük yağlı” ye da “%60 daha az yağ” gibi iddialar yazılıp satış oranları arttırılmaya çalışılsa da asıl tehlike içindeki yağ oranı değil, şeker ve rafine un miktarıdır.

Hepimiz tecrübelerimizden bu tür besinleri yediğimizde ne kadar kısa sürede sindirildiğini, midemizde oluşturduğu garip bir şişkinlik ve rahatsızlık hissinden biliyoruz. Halbuki buna rağmen tokluk hissinin oluşmaması durumunu fark etmeyip, ya da görmezden gelip tahmin ettiğimiz miktarların çok çok daha üzerinde miktarlarda yiyebiliyoruz. Ancak evde pişen yemekleri yediğimizde ne karın ağrısı, ne de sürekli açlık hissi duyulmakta değil mi?

Bunun nedeni, şeker ve beyaz unun kan şekerini çok hızlı yükseltmesi ve aşırı insulin salgısına yol açmasıdır. İnsülin kana aşırı miktarlarda verildiğinde bu sefer kan şekeri ani olarak düşmektedir. Düşük kan şekeri demek, açlık demektir. Bunun sonucu olarak da hem bir öğünde yenilen miktar gereğinden fazla olmakta, hem de yenildikten çok kısa bir süre sonra gözler tekrar yiyecek aramaktadır.

Sanırım şimdi hemen hemen bütün restoranlarda masamıza ilk oturduğumuzda beyaz ekmek ve meşrubatın neden ilk olarak servis edildiğini daha iyi anlıyorsunuzdur.

Meşrubattaki şeker ve beyaz ekmekteki rafine unun kan şekerimizde yarattığı ani değişiklikten ötürü yiyeceğimizden daha fazlasını sipariş etmemiz için elbette ki.

Araştırmaların gösterdiği kadarıyla şekerli ve rafine tahıllı yiyeceklerin insülin hormonu seviyesini yükseltmesi, diğer bazı hormonların seviyesini düşürmektedir. Bu hormonların en önemlileri büyüme hormonu ve glukagon hormonudur. Bu iki hormon, vücuttaki yağ ve fazla şekeri yakmakla birlikte kas gelişmesini sağlamakla görevlidirler. Bu yüzden siz her basit şeker ve unlu mamul tükettiğinizde yağ yakmanız bir o kadar zorlaşırken, egzersizlerinizden alacağınız fayda da büyük oranda azalmaktadır.


Şimdi gelin insanoğlunun neden yağ depolamaya yatkın olduğunu anlamaya çalışalım. İnsan vücudu, mükemmel bir biyolojik depolama ünitesine benzetilebilir. Bu ünitenin işleyebilmesi için gerekli besin miktarının çok az üzerine dahi çıkıldığında, vücut hemen depolama hormonlarını aktive edip fazlalığı yağa dönüştürmeye başlar.Eğer vücudumuz böyle çalışmamış olsaydı, 2,8 milyon yıllık varlığımızı başarıyla sürdürüp bu günlere gelmemiz imkansız hale gelirdi. Özellikle eski zamanlarda uzun açlık ve kuraklık dönemlerinde hayatin idame edilebilmesi, bu yağ depolarına bağlı bulunmaktaydı. Ancak günümüzde bunun tam tersi koşullarda bir yaşam şekli mevcuttur.

Teknolojinin getirdikleri sayesinde açlık ve kuraklık yerini, bazen gereğinden fazla çeşit ve bolluğa bırakmıştır. Bununla birlikte bundan yüzbinlerce yıl önce eti için avlanmak ve tahıl bitkisi için toprağında ter akıtmak durumunda olan insanoğlu, bugün bırakın alışverişe çıkmayı, paket ve konserve besinleri evlerine internet ye da telefon aracılığı ile getirtir olmuşlardır. Yani söylemek istediğim, olası yiyecek miktarı artarken, yiyeceğimize ulaşmak için yapılan hareket miktarı azalmaktadır.

O nedenle diyetinizden yağı tamamen çıkartmadan önce yukarıda vurguladığım faktörleri gözden geçirmeniz gereklidir. Yağlar, özellikle besinlerin kendi doğal yağları vücudumuz için çok gereklidir.

Herşeyden önce yağlar hücre zarının önemli bir kısmını oluştururlar, bu nedenle hücrelerin hayatsal faaliyetleri için gereklidirler. Bunun yanında yağlar bazı hormonların aktif olabilmesi için anahtar görevini üstlenirler. Özellikle hayvansal yağlar kalsiyumun kemik dokusuna kazandırılmasında ve bağışıklık sisteminin güçlenmesinde çok etkilidirler.

Bunlara ek olarak hepimizin bildiği gibi yağlar hem yağda eriyen A, D, E, ve K vitaminlerini taşır, hem de bunların metabolizmasında görev alırlar. Bu demektir ki yağların yokluğunda kemik erimesini durdurmak isteyen osteoporozlu bir bayanın avuç avuç kalsiyum yutmasının, ya da ağır egzersiz yapan bir atletin multivamin haplarını kendine öğle yemeği yapmasının hiç bir faydası olmayacaktır.

Yağlar hakkında diğer üzerinde durmak istediğim bir konu, hangi yağların yararlı, hangilerinin zararlı olduğudur. Özellikle birçok doktor, diyetisyen ve medya, bizleri hayvansal katı yağların ne kadar zararlı olduğu ve bitkisel yağların kalp sağlığı için tercih edilmesi gerektiği konusunda ikna etmiştir.

Bunun örneklerini gerek yazının başında belirtilen %400’luk bitkisel yağ/margarin tüketimi artışından ve bundan 15-20 yıl kadar önce piyasada isimleri bile duyulmamış yağsız et, diyet süt, az yağlı yoğurt gibi ürünlerin türemesinden görüyoruz.

Her şeyden önce eğer hayvansal yağlar kalp hastalıklarından sorumlu ise, bugün hiçbirimiz burada bulunmuyor olurduk. Çünkü yazımın ortalarında bahsettiğim gibi insanoğlunun varlığı süresinde avcılık ve etle beslenme birinci kaide idi.

Nitekim araştırmalar göstermiştir ki bitkisel yağların katılaştırılması yolu ile elde edilen margarin ve hidrojene nebati yağların piyasaya ilk sürüldüğü 1910-1915 yıllarının öncesinde kalp hastalığı bütün dünya çapında izine rastlanılmayan bir hastalıktı.

Bu yağların piyasayı ele geçirmesinden sonra kalp hastalığı bugün Amerika’daki bütün ölümlerin %40’ının sebebi durumuna gelmiştir. Besin yağları konusunda dünyaca tanınmış uzman Mary Enig’in araştırmaları ise damar tıkanıklığı ile katı hayvan yağlarının tüketimi arasında bir ilişki saptayamamıştır.

Bu araştırmalarda görüldüğü üzere damar iç çeperlerini tıkayan yağların yalnızca %26’sı hayvansal yağlardan oluşmuş, geri kalan kısmı ise doymamış (bitkisel) yağlardan meydana gelmiştir. Son olarak diyetlerinin yaklaşık %90’ını hayvansal yağların oluşturduğu Eskimoların ve Kuzey Amerika yerlilerinin popülasyonu içerisinde tek bir kalp/damar hastalığı vakası görülmemiştir.

Peki ya kolesterole ne diyeceksin? dediğinizi duyar gibiyim. Halkın eksik bilgilendirildiği diğer bir konu, kolesterol konusudur. Birçoğumuz beslenme ile alınan kolesterolün vücudumuzdaki kolesterol artışının asıl nedeni olduğuna inanır.

Ancak bu düşüncelerin aksine, vücuttaki kolesterolün üçte ikisi karaciğerimizde yapılır. Sadece üçte birlik kısım beslenme ile gelmektedir. Araştırmalar göstermiştir ki kolesterolün görevlerinden birisi, vücudumuzda fizyolojik bir stres oluştuğunda (yaşlanma, kötü beslenme, serbest radikal oluşumu, yeterli uyku alamama ya da ağır egzersiz yapma gibi) devreye girip bir antioksidan gibi davranmak ve vücudu zararlı bileşiklerden temizlemeye çalışmaktır.

İşte bu nedenle insanlar yaşlandıkça, yeni bir egzersiz programına başlamadıkça, şeker ve unlu besinleri aşırı tükettikçe ya da yeterli uyuyup dinlenmedikçe kanlarındaki kolesterolün yüksek çıkması tamamen doğaldır. Bunu yiyeceklerimizin içindeki kolesterole bağlamak mantıksız olur.

Bu yazımın ikinci bölümünde, vücudumuza asıl zararlı olan yağlardan bahsedecek ve sağlıklı bir beslenme programı oluşturmak için gerekli öğeleri sıralayacağım.

Hangi yağlardan uzak durmalı?
 
Ne yazık ki bütün yağlar eşit derecede sağlıklı ve kaliteli değildir. Problem, yağların kendisinde değil, yağlara yapılan işlemlerdedir. Bunlardan ilki, belki de en tehlikelisi hidrojenasyondur. Oda sıcaklığında sıvı halde bulunan bitkisel yağlara, onların katılaşması ve raf ömrünün artması amacıyla bir hidrojen atomunun eklenmesi yoluyla elde edilen bu yağlar, mikroskop altında organik bir bileşikten çok plastik görünümündedirler.

Özellikle mısır, soya fasulyesi ve kanola yağlarından elde edilen bu ürünler, fast-food restoranlarında, paket cipslerde, hazır çorbalarda, kahvaltılık margarinlerde, paket bisküvi-kurabiyelerde ve bir çok çikolata-şekerlemelerde “hidrojene nebati yağ” ya da “kısmen hidrojene nebati yağ” etiketleri altında kullanılmaktadır. Fazla ve uzun süre tüketildikleri zaman bu yağlar hücrelerimizin biyokimyasını değiştirerek ileride kansere kadar gidebilecek problemlere yol açabilmektedir.

Bununla birlikte bu tür hidrojene yağlar, kandaki iyi kolesterol (LDL) oranını azaltarak kalp hastalığı riskini önemli ölçüde arttırırlar. Doktor Mary Enig’in araştırmalarına göre hidrojenleştirilmiş yağlar buğun 600’den fazla çeşit yiyecekte yaygın olarak kullanılmaktadır ve ortalama bir insanın beslenmesindeki yağların yaklaşık 5’te biri bu yağlardan oluşmaktadır.

Yağlara yapılan sağlıksız işlemlerin ikincisi, ekstraksiyon (ısıtma ve basınç) işlemleridir. Bitkisel (doymamış) yağların elde edilme işlemleri sırasında yağlı tohumlardaki son yağ kırıntısını da çıkartabilmek için bu tohumların 230 derecelik fırınlarda ısıtılması ve sonra da 10-20 tonluk basınçlarla sıkıştırılması ekstraksiyon olarak adlandırılır.

Tıpkı sütün pastörizasyonunda olduğu gibi, yağların ekstraksiyonu esnasında yağların yapısı zarar görür. İçlerindeki serbest radikal oranı artacağı gibi, vücudumuzda antioksidan görevi gören ve yağda eriyen bir çok vitamin (E vitamini gibi) yok edilmiş olur.

Homojenleştirme işlemleri sonucu yağları parçalanmış, sonra da sağlıklı olacağı iddiasıyla yağ oranı azaltılmış ya da tamamen yağsız hale getirilmiş süt ve süt ürünlerine gelince. Homojenizasyon işlemleri, süt içindeki yağ moleküllerinin normal boyutlarından 10 misli daha küçülmelerine yol açmaktadır. Araştırmalar, homojenizasyonun vücudun bağışıklık sistemini olumsuz yönde etkilediğini göstermiştir.

Bununla yetinmeyip bazı markalar, yağı kısmen ya da tamamen süt veya yoğurt içinden çıkartıp “daha sağlıklı” diye bizlere satmaktadır. Herşeyden önce yağlar, süt ya da yoğurt içindeki proteinin daha iyi sindirilmesi için gereklidir.

Üstüne üstlük daha önce belirttiğim gibi yağlar, önemli oranda yağda eriyen vitamin taşır. Bu nedenle süt yağının yokluğunda vücut gerekli vitamin ihtiyacını karşılayamayacağı gibi sindirilmemiş protein molekülleri kan plazmasında artmaya baslar. Günümüzde çok görülen, süte karsı hassasiyetin kazanılmasının ve içildiğinde rahatsızlık yaratmasının sebeplerinden birisi de budur.

İdeal kilomuzun ve sağlığımızın kazanılmasında dikkat edilmesi gereken faktörlere geçmeden önce, son eklemek istediğim konu olan sağlıksız koşullarda üretilen hayvan ve hayvansal gıdalardan bahsetmek istiyorum. Eğer tereyağı, hayvan etleri ya da hayvan yağlarında sorun aranılıyor ise, bu sorunun kökenine, koyun, keçi, sığır ya da çiftlik hayvanlarının nasıl yetiştirildiğine bakılmalıdır. Marketlerdeki paketlenmiş etler ve bir çok hazır yemek ve restoranlarındaki et ürünleri, hayvanların başlarını bile çeviremeyeceği, güneş ışığından ve temiz havadan uzak kapalı mekanlarda kendi pislikleri içinde beslenerek büyüyen hayvanların etlerinden yapılmaktadır.

Bir sığırın ya da koyunun doğal besini otlar ya da meyveler iken, bu hayvanlar mısır ve diğer ucuz hububatlar ile beslenmektedir. Kötü yaşam ve beslenme koşulları genellikle bu hayvanların daha çabuk yağlanmasına neden olur çünkü yağlar bildiğimiz gibi toksinlerin depo edildiği yerlerdir.


Bu da fabrika sahiplerinin yüzünü güldürmektedir çünkü bu etler yağsız kısmının kilosuna göre değil, toplam kilosuna göre satılmaktadır. Buna ek olarak özellikle son seneler içerisinde kullanılmaya başlanan hormonlar nedeniyle sağlıklı gelişme süresi 4 sene olan bir yavru sığırın bugün tam erişkin hale gelmesi 1 seneye kadar inmiştir. Bu hayvanların etinden ya da sütünden yapılan yiyecekler elbette ki insan sağlığına zararlı olacaktır.

Daha sağlıklı olabilmek için

Simdi, gelin bugünden başlamak üzere daha sağlıklı ve ideal bir vücuda kavuşabilmek için atılması gereken adımları sıralayalım:

1.Her şeyden önce ideal kiloya kavuşmaya giden yolun diyet yapmaktan ya da yağları azaltmaktan değil, sağlıklı beslenmekten geçtiğini kabul etmeliyiz. Bu nedenle bu yolun uzunluğu, öyle 1 ay, 3 ay ya da 5 ay değil, ömür boyu sürecek bir yol olmalıdır. Bu, kilo vermeye başlamanız bir ömür sürecek anlamına gelmiyor. Sağlıklı beslenmeye başladığımız zaman er ya da geç vücudumuz ideal kilosuna ulaşacaktır ve bu kalıcı bir değişim olacaktır. Bugün dünya üzerindeki bütün diyetlerin başarı oranının sadece 4’te 1 oranında olmasının nedeni de budur.

2.Eğer iş yerinizde çoğunlukla oturarak çalışıyor ve durağan bir yaşam tarzı sürüyor iseniz, hemen düzenli bir egzersiz programına başlayınız. Bunun için önce doktorunuzdan egzersize uygunluk yoklaması almayı unutmayınız. Bilim adamlarının araştırmalarına göre günlük aktivitelere ek olarak yapılacak en az 30 dakikalık fiziksel aktivite, kalp ve damar sağlığı için çok yararlıdır.

3.Vücudun yenileme hormonlarının düzenli olarak çalışması için günde en az 8 saat uyku almaya gayret ediniz. Unutmayın, kas gelişimine katkıda bulunan büyüme hormonunun en çok aktif olduğu saatler, aksam 10:30 ila gece 2:00 arasıdır. Beynimiz ışık, ses ve televizyon ile gece geç saatlere kadar meşgul edildiği taktirde, kortizol hormonu (uyanıklık hormonu) aktif kalır ve bu da büyüme hormonunun etkisini önemli ölçüde azaltır.

4.İnsan vücudunun yaklaşık %60’ını su oluşturmaktadır ve bu nedenle su, hücre faaliyetleri ve atık ürünlerin uzaklaştırılması gibi çok önemli görevler için muhakkak yeterli oranda tüketilmelidir. Günde içilecek tavsiye edilen su miktarı, vücut ağırlığının yaklaşık 30’da bir değeri kadar litredir. Örneğin ortalama 80 kilo gelen bir bireyin, yaklaşık 2,7 litre su tüketmesi gereklidir.

5.Zeytinyağı, köy tereyağı (pastörize edilmemiş çiğ tereyağı), hindistancevizi yağı, otla beslenen sağlıklı hayvan yağları, balık yağı, çiğ fındık ve yemiş yağları doğal haliyle tüketildiğinde vücudumuz için çok sağlıklıdır.

6.Hidrojenize bitkisel ya da kısmen hidrojenize bitkisel yağlar, margarinler ve fabrika usulü üretilen sağlıksız hayvanların yağları tamamen diyetimizden çıkartılmalıdır. Bunların ısıtılması ve pişirmede kullanılması, kimyalarını değiştirerek daha da toksik hale gelmelerine yol açtığından pişirme yağı olarak sadece pastörize edilmemiş sağlıklı hayvan sütünden elde edilen tereyağı ya da hindistancevizi yağı kullanınız.

7.Kızartmaların bir çoğu bitkisel yağlar ile yapıldığından, bunları en az seviyede tüketmeye gayret ediniz.

8. İçerisinde seker ve un bulunan kahvaltılık gevrekler, unlu mamuller, beyaz ekmek, beyaz pirinç, rafine edilmiş besinler, paket ve konserve yiyecekler, cipsler, meşrubatlar ve çikolata-şekerlemeler mümkün olduğu kadar azaltılmalıdır. Yemekleri ya da bazı öğünleri tatlandırmak için sağlıklı bir alternatif, halis baldır.

9.Fındık ve kuruyemişlerin kavrulmaları sonucunda içlerindeki yararlı yağ ve yağda eriyen vitaminler yok olmakta ve serbest radikal zararı artmaktadır. Bunları çiğ haliyle yemeye gayret ediniz.

10.Özellikle yeşil sebzeleri ve meyveleri bolca tüketiniz. Bunların çiğ yenilmesi, ya da çok az buhar ile pişirilmesi, vitaminlerin ve eser minerallerin kaybını en aza indirecektir.

11.Meşhur markaların milyonlarca sattığı meşrubat, kolalı içecekler ve pastörize kutu meyve sularından uzak durunuz. Bir portakalı sıktığınızda ilk 1 dakika içinde suyunun içindeki C vitamini miktarının %50’si yok olmaktadır. Bu nedenle yukarıda saydığım ürünlerin bir çoğu sentetik, ucuz fabrika vitaminleriyle zenginleştirilmeye çalışılmıştır ve şekerli sudan farksızdır. Canınız meyve suyu istediyse, ya meyvenin kendisini yiyiniz ya da suyunu kendiniz sıkıp anında içiniz.

12.Mümkün olduğunca pastörize edilmemiş süt ve süt ürünleri tüketmeye çalışınız. Bu ürünlerin köylerde ya da çiftliklerde ot ile beslenerek büyümüş ve ortalıkta gezinme şansı olan hayvanlardan elde edildiğine ve hızlı büyümeleri için hormonlar ve ilaçların kullanılmamış olmasına dikkat ediniz. Bu hayvanlardan gelen sütünüzdeki, yoğurdunuzdaki, tereyağınızdaki ya da et yemeğinizdeki doğal yağın vücudunuza zararı yoktur, ayırmaya ya da yağı azaltılmış türevlerini sipariş etmeye çalışmayınız.

13.Kan sekerini ani olarak yükselten maddelerin basında alkollü içecekler gelmektedir. Zaten alkolün hızlı kana karışma özelliği nedeniyle bir çok ağız yolu ile alınan ilaç, alkol formundadır. Alkolün daha da tehlikeli özelliği ise karaciğerimizi aşırı meşgul edip enerji üretimini azaltmasıdır. Bu nedenlerle alkolü mümkün mertebe minimum oranlarda tüketiniz, hatta hiç tüketmeyiniz.

14.Sofradan mümkün olduğunca tıka basa dolu halde kalkmamaya ve günde en az 4-5 öğün yemeye gayret ediniz. Unutmayın, sadece daha sık yiyerek vücudumuz sindirim sisteminin fazladan harcadığı günlük 500 kaloriden biz elimizi bile kıpırdatmadan kurtulmaktadır.

15.Bilinçli tüketici olunuz, ürünlerin üzerindeki etiketleri okuyunuz, bilmediklerinizi market sahibine ya da satıcıya sorunuz ve durmak bilmeden araştırıp okuyunuz.

Sunu hiçbir zaman unutmayın, biz, vücudumuza aldığımız besinlerden ibaretiz. O nedenle ne kadar doğal beslenirsek, o kadar doğal ve sağlıklı gelişebilir ve yaşayabiliriz.


REFERANSLAR

Tahıllar, yazan Serkan Yimsel, www.prospor.net
How to Eat, Move and be Healthy, yazan Paul Chek, www.chekinstitute.com
The Skinny on Fats, yazan Mary Enig & Sally Fallon, www.westonaprice.org
Dr. Mercola’s Total Health Cookbook & Program, yazan Dr. Joseph Mercola, www.mercola.com
You are What You Eat audio cd program, yazan Paul Chek, www.chekinstitute.com
Tıp sözlugu, yazan Prof. Dr. Pars Tuğlacı


Hazırlayan: Serkan Yimsel (www.beslenmebulteni.com)



Bu haber 1,716 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,233 µs