En Sıcak Konular

Tutanaklara geçsin!

26 Ocak 2016 14:35 tsi
Tutanaklara geçsin! "Sanki yıllardır bunları yazıp çizmekte değilmişim gibi, tüm bu bedeller böyle ödenmemiş gibi..."

Gazetecilik aynı mahallede birbirinin zulmünü savunma prensibine değil, yazdığınız her kelimenin sorumluluğuna sahip çıkmakla başlar. Hiç araştırma yapmadan, kasıtlı veya kasıtsız; yalan haberi çoğaltan, hınç alırcasına hedef gösteren, yüzü kızarmayan her kim... Kul hakkına girmektedir. Zulmettiğiniz her şeyin yabancısı olmaya mahkumsunuzdur bu durumda.

Yerliliğimizin ölçüsü adalettir. (Ki şeylerin yerli yerinde olması demektir adalet.) Hak yiyen, iftira atan 'yerli yerinde' değildir. Mahallelilerinizin suçuna ortak olmakla adaleti değil zulmü yaygınlaştırırsınız. Siyasi çatışma ve kanlı şiddetin temeli tam da nefsinizin zaaflarıyla, dizginleyemediğiniz hınç, haset, kin kibirle gündelik hayatın göbeğinde kazılıyor. Yalan haberi yaptığınızda yüzünüz kızarmıyor, mahcup dahi olmuyorsanız, mağdur ettiklerinizle er geç muhatap olmak zorunda kalırsınız. Hangi mahalleden olursa olsun!

***

Önce durum özeti: Yaklaşık dört yıl öncesine, başka bir deyişle 2011 yılına vardığımızda, devam etmekte olan açılım ve çözüm toplantılarımız, mazlumların şahitliklerini kayda geçirme çabalarımız, barış ve kardeşlik adına sözlü arşiv oluşturma gayretlerimiz esnasında terör ve patlayan bombalar yüzünden birlikte barışı savunduğum dostlarımın bir kısmını tanıyamaz hale gelmiştim. Barış diyerek şiddetin devam etmesini ve dökülen kanın dökülmeye devam etmesini savunuyorlardı.

90'ları memleketin batısında her şeyin içinde ama bir o kadar da dışında geçirmiş bir gazeteci olarak, 2000'lerdeki barış ve açılım sürecini canı gönülden destekleyen biri olarak, buradaki şiddeti meşrulaştıran ideolojik tutum beni fazlasıyla hayal kırıklığına uğratmıştı. Gözümüzün önünde cereyan eden terörün nasıl saptırıldığına, nasıl direnişmiş gibi yutturulduğuna ve nasıl ikiyüzlü bir ahlakçılık ile bizzat yakınlarım tarafından savunulduğuna şahit olmak beni giderek bu içinde yaşadığım aydın muhalif çevreden uzaklaştırmaya başladı. Oysa ne çok sevdiğim, ne çok yılımı birlikte geçirdiğim dostlar var orada. Sevdiğim...

Onların safında yer almadığım için elbet çok bedel ödedim. Bir tek arkadaşımla görüşemiyorum eskilerden. Gezi'yi veya Hdp'yi desteklemediğim için ne vicdanım kaldı, ne insanlığım. Ne Ak Parti yalakalığım, ne satılmışlığım kaldı. Bir de sosyal medyada veya basında şahsıma iri puntolu hakaretler vesaire. Sustum. Yazılarımda ise şahsi bir çıkış yapmadan eleştirmeye devam ettim.

Sanki yıllardır bunları yazıp çizmekte değilmişim gibi, tüm bu bedeller böyle ödenmemiş gibi: Akşam, Türkiye, Güneş, Bugün gibi gazetelerde “Terörü destekleyen sözde edebiyatçılar” şeklinde formüle edilmiş ve çoğaltılmış, defalarca üzerinde tartışılmış bir haberde ismimi (bazılarında fotoğrafımı) kullanıp hedef gösterenlere ve düzeltme gereği duymayanlara şahit olunca şaşırdım. Toplumsal nefretin ve hıncın yalanlar üzerinden körüklenmesine seyirci kalınırsa: Zulme ortak olmaya devam edilir. Bu sebeple savcılığa başvurmuş bulunuyorum.

Karalamadan önce mahallede gazetecilik yapmak isteyen çıksaydı, sözgelimi, aşağıda sadece bir iki aylık taradığım yazılarımı aylarca, hatta yıllarca da geriye / ileriye götürebilirdi. (Sakın her fırsatta hakaret ve iftira atan cemaatçiler veya geldiğim aydın muhalif çevre kendine pay çıkarmasın. Zira onların şahsıma yaptığı haksızlıkların, kör gözüm parmağına söyledikleri yalanların, başvurdukları hileli yöntemlerle toplumsal nefreti çoğaltan karalamalarının listesi, en az buradakiler kadar kabarık.)

***

4 Ağustos: “Terörü meşru görenlerin barışı savunması zulümdür!” Diyerek: “Işid, dhkp-c ve pkk'nın farklı amaçlarla ortak çıkar uğruna memlekete saldırışlarını analiz ederken bile her zulmü Erdoğan'ın saray hırsına bağlayarak açıklamaya kalkanları bu sürecin nasıl körleştirdiğini... Algı operasyonunu asıl kendi kendilerine yaptıklarını... Ve millete nasıl zulmettiklerini...” anlatmışım, bilmem kaçıncı kez.

11 Ağustos: “Gelecekten umutsuz anılarla yaşamak!” Başlıklı yazımda muhalif aydınlara seslenmişim: “Sizin gibi düşünmeyen herkesi, çıkarcı hain komplocu, maddiyatçı, dönek, biatçı, şucu bucu ilan etmeye devam ettiğiniz sürece barışı nasıl getireceksiniz?.. Yalancılık ve aşağılamakla, çarpıtmakla, yalan haberleri yayıp sonradan özür dilememekle, yalanları uydurup çoğaltmakla, gerçeği bile bile yalana devam etmekle, hakaretle, kibirle nasıl bir barış dili kuracaksınız? Barışı ancak biz getirebiliriz çığlıkları atarken, durmadan savaşın dilini kullanarak mı?”

22 Ağustos. Yine aydınların içimden bildiğim o maneviyat ihtiyacını doyuran muhalif hallerini “Buralı olmak” adlı yazımda açmaya çalışmışım. “Orantısız Nefretin vebali” adlı yazımda ise Erdoğan nefretinin bütün şiddet ve zulüm dolu eylemleri meşru hale getirdiği üzerinden sosyal psikolojik bir yazı yazmışım.

8 Eylül. Yine aynı mevzunun başka bir boyutu. “Pusuda hunharca katledilen polislerin birer adı olduğunu, her birinin bir hayat hikayesi olduğunu, şahısları hakkında en ufak bir suç kanıtına sahip olmadan onları “sarayın polisi askeri” dile kodlayanların “bu ülkede askerin ve polisin ne yaptığını biliriz” diyerek bir cümleyle mahkum ettiklerini ve nefretin onları körleştirdiğini anlatmışım.

15 Eylül: “Sizi asıl yabancılaştıran”. Yine muhalif aydın tavrının gerisinde yatanları ele almışım. “Halk savaşını halkını katlederek yürütmenin gerçek bir zafere dönüşme imkanı yoktur. Sizlerin bu hırs ve kibriniz yüzünden gencecik hayatlar kararıyor” diyerek... “Barış istiyorsanız bunu hayatınla ispat etmeniz gerekir” demişim.

22 Eylül: “Milli ve yerli olmak sevmekle başlar” adlı yazımda, içinden geldiğim aydınlar kesimini irdelemeye devam etmişim. Aslında bu zümredeki pek çok aydının satılmış veya hain olmadığını, sahiden böyle düşündüklerini anlatabilmenin onları tanımayan kesimlere bir yardım olduğunu düşündüğümden, bu tarz yazılarımın işlevsel olacağına inanarak.

“İnadına adalet” adlı; seçimlerde inadına barış diyenlerin ne çok zalimlik yaptığına değinen 13 Ekim tarihli yazım da aydın muhaliflerin tavrının iç yüzüne yönelik. İleriye / geriye doğru pek çok benzer yazı daha arşivde mevcut idi.

Leyla İpekçi / Yeni Şafak



Bu haber 1,207 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,230 µs