En Sıcak Konular

Alatlı: Okumuşların ambargosu altındayız

30 Aralık 2014 09:30 tsi
Alatlı: Okumuşların ambargosu altındayız Yazar Alev Alatlı, ''bir cümlede ne dendiğini ancak ikinci, üçüncü okuyuşunda kaptırabilen ‘okumuşlar’ın ambargosu altındayız'' dedi.

Edebiyat dalında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'ne layık görülen Alev Alatlı'nın törende yaptığı konuşma, gündeme ağır övgü ve yergi olarak yansıdı. Alatlı, bu durumu, "Bir cümlede ne dendiğini ancak ikinci, üçüncü okuyuşunda kaptırabilen 'okumuşlar'ın ambargosu altındayız" diye yorumluyor.


Alev Alatlı, Yeni Şafak'tan Ayşe Böhürler'e konuştu:

Cumhurbaşkanlığı Edebiyat Ödülü'nü aldığınız törende yaptığınız konuşma bir taraftan övgü bir taraftan da tepki aldı. Ne demek istediğiniz doğru anlaşıldı mı?

Doğrusunu isterseniz, kendimi Kâbus'u tekrar yazarken/yaşarken buldum. Hatırlarsınız, o romanda ki adı üstünde bir distopyadır, afazik bir Türkiye hikâyesi kurgulamıştım. Bütün bir millet olarak sözcükleri anlama/kullanma melekemizi kaybettiğimiz, içgüdüleriyle yaşayan yabanıl bir kalabalığa dönüştüğümüz durum. Birbirimizle ancak bağırış, çağırış, itiş kakış, küfür, hakaret düzleminde ilişki kurabildiğimiz bir hal ve onu izleyen ölümcül ayrışma. Kâbus neticeten bir kurguydu ama bugün yaşananlar sahici. Algısal afazi, anlamsal afazi,  içgörü yoksunluğu alarm veriyor.
 
PARMAĞIMA DEĞİL GÖSTERDİĞİM YERE BAKIN
 
Size yöneltilen eleştirileri "afazi" kapsamında mı değerlendiriyorsunuz?

 
Bana yöneltilen eleştirilere takılmayın, Ayşe Hanım. İçine düştüğümüz anomalide benim konuşmamın yarattığı öfke furyası devede kulaktır. Nihayetinde, söylediklerim bir yazarın hezeyanı olarak da geçiştirilebilir. Kâbus'un girişinde, parmağıma değil, gösterdiğim yere bakın derim ya, öyle. Büyük resme bakınca, önyargıların, mesnetsiz korkuların güdümünde, koyunun altında buzağı arayan, fitne fücur bir topluma dönüşmekte olduğumuzu görüyorum. Ben ondan korkarım.
 
Kâbus'ta gelecek bir tarihten bahsediyordunuz, sizce toplumsal "afazi" öne mi çekildi?
 
İşaretler o yönde ne yazık ki. Az önce, anlatmak istedikleriniz doğru anlaşıldı mı, diye sorduğunuz için söylüyorum. Daha "George Orwell" derken patlayan isterik öfke krizi, olası okumaları da paralize etti. "Olası" diyorum çünkü törenden birkaç gün sonra ben kendi web sitemde yayınlayana kadar ortada yerilecek ya da övülecek bir metin de yoktu. Trajik, tabii. İnsan ülkesini böyle görmek istemiyor.
 
TÜYLERİM DİKEN DİKEN
 
İnsan ülkesini nasıl görmek istemiyor?

 
Metinde yazılanı değil, söylenenin bütününü değil, yazıldığını/söylendiğini varsaydığını okumak/duymak gibi ölümcül olabilecek bir zaafiyet içinde görmek istemiyor. Benim bir konuşmama bu olursa, ülkenin bütününü ilgilendiren iktidar ya da muhalefet kaynaklı bir programa, bir önergeye, iddiaya, yoruma ne olur düşünün artık. Stolîpin dönemi Rusya'sının cinnetini hatırlatıyor, tüylerim diken diken. 

GÜLEN SİYASETE SOYUNSUN

Geçen yıl 17 Aralık'ta yaptığımız röportajda Türkiye iklimi farklıydı. Hükümet üyelerine yolsuzluk suçlamaları vardı. Gülen taraftarları ve hükümet taraftarları iki farklı resim sunuyorlardı. O günden bugüne sizce neler değişti? Bu Türkiye dindarları arasında nefret dolu olduğu kadar ayet ve hadislerin bolca kullanıldığı tartışmalara sebep oldu. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?


Her şeyden önce meselenin "Hükümet taraftarları - Gülen taraftarları" şeklinde adeta eşitlenerek sunulmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Sayın Erdoğan hâlâ seküler/laik devleti yönetmek üzere temiz pak bir seçimle gelmiş bir lider, diğeri aslında tam da neye karşı olduğu  bencileyin laik muhafazakârların anlayamadığı muhalif bir dini cemaatin reisidir. Ha, eğer, ülkeyi kendisinin daha iyi yöneteceğine, hepimizin şikâyet ettiği yolsuzluk vb. kötü uygulamaları ortadan kaldırabileceğine inanıyorsa, cübbesini çıkarıp siyasete soyunması gerekir. Kaç tane siyasi parti var, elli mi, yüz mü, bir tane daha kurulsa ne çıkar? Parti programını görür, adaylarının ehliyetini tartar, ona göre vaziyet alırız. Öte yandan, Türkiye dindarları arasında nefret boyutlarına vardığına işaret ettiğiniz çatışma, bana Müslümanların da toplum mühendisliğine soyunduklarını söyler. Büyük ihtimalle de 70'li yıllarda sol fraksiyonların "Ama Troçki der ki..." diye giden tartışmalarının hadisler, ayetler, tefsirler üzerinden yürütülen yeni bir versiyonu sahnelenecektir. İçi boşaltılmadık bir dinimiz kalmıştı, o da gerçekleşirse, ört ki ölem Ayşe Hanım, daha ne diyeyim.

Beyaz Türkler öldü

Bilginin seçkin bir azınlığın tekelinde olduğu günler geride kaldı. Rasyonel otoritenin bile yok olduğu bir süreç yaşanırken, beyaz Türklerin geri dönmeleri mümkün değildir. Rasyonel otoriteden kastımın hoca ve talebesi bağlamında, bilenin bilmeyen üzerindeki otorite olduğunu hatırlatayım.  Beyaz Türklerin bir vasıfları da yabancı dillere, dünyaya dair malûmata ulaşmalarını mümkün kılan ayrıcalıklarıydı. Günay Rodoplu gibi onlar da hayalleri ve yalanlarıyla öldüler. Ama itiraf etmeliyim ki ben asıl Michael Jackson tipolojisinden korkarım.  Beyazlaşacağım derken ucubeleşen zavallı.
 
Ama bir nesil var arkada yine de...
 
Muhafazakâr dünya görüşüne muhalefet her zaman olacaktır da, "Beyaz Türkler"e  atfedilen türden yabancılaşmanın kırılacağını düşünüyorum. Örnek vermek için söylüyorum, Mehmet Şimşek gibi Batman'dan üstelik Gercüş gibi daha da yoksul bir kazasından gelen bir Kürt'ten başarısı uluslararası ölçütlerde tartışılmaz bir Maliye Bakanı devşirebilen süreç geri gitmez.

Toplumlar da hastalanıyor

Konuşmanıza verilen tepkilerden kaygınızı dile getirdiniz ve "Stolîpin dönemi Rusya'sının cinnetini hatırlatıyor" dediniz. Nasıl bir cinnetten bahsediyoruz? Açar mısınız?

 
Rusya'da "ebedî muhalif" diye bir tanım vardır. Her türlü reformun ve kazanımın karşısına düşman gibi dikilen bu zümrenin ülkenin küllerinin üstüne kendi tasarladıkları dünyayı dikebilsinler diye Rusya'nın meselelerinin barışçıl çözümünü önledikleri anlatılır. 20. yüzyılın başlarındaki Rusya'da ihtilâli illâki gerekli kılan hiçbir şey yoktu, ihtilâl olduysa müsebbibleri fanatik profesyonel muhaliflerdi derler. 1917'nin kışkırtıcı kampanyalarını düzenleyen, Petrograd'daki muhafız alayını, streltsî, ayaklandırıp lokal bir yangını ulusal bir cehenneme dönüştürenlerin bunlar oldukları anlatılır. Oysa dönemin başbakanı Pyotr Stolîpin, ülkenin kanayan yarası tarımda görülmedik reformlara imza atan bir devlet adamı. Bugün hâlâ ülkelerinin banisi Aleksandr Nevskî'nin hemen ardından "En büyük Rus" diye anılır. Nevskî'yi Eisenstein'ın aynı isimli filminden hatırlarsınız, Rusyayı Töton Şövalyelerinden kurtarışını anlatır. Uzatmayalım, halkın ülkenin toptancı bir biçimde dönüştürülmesini istediğine dair en ufak bir veri, bir belge olmadığı halde on milyon insanın öldüğü o korkunç iç savaş. Kıssadan hisse: toplumlar da hastalanabiliyorlar, Ayşe Hanım.

Mevlana bile teselli etmiyor

Türkiye'de bir iç savaş ihtimali görmüyorsunuz herhalde?

 
Elbette, görmüyorum. En azından bu boyutlarda (Rusya iç savaşını kastediyor) görmüyorum, ama işaretleri de hiç yok değil. Gogol'un İzinde'yi yazarken Rusya'da tanıştığım bir yazar vardı, "Devrimciler halkla konuştular konuşmasına ama duydukları onları düşündüreceği yerde kızdırdı ve şiddete yöneltti" diye hayıflanırdı. Bahsedilen kızgınlık size de birilerini çağrıştırmıyor mu? Keşke aklın ve merhametin askıya alındığı süreçler sadece Müslüman olmayan toplumlara özgü olsa. Ama değil. Bakın, bir cümlede ne dendiğini ancak ikinci, üçüncü okuyuşunda kaptırabilen "okumuşlar"ın ambargosu altındayız. Toplumsal afazinin ülkeyi siyasal kutuplaşma şöyle dursun, atomizasyonla tehdit ettiği aşamadır bu. Mevlana'nın "Sen ne söylersen söyle, söylediğin, karşındakinin anladığı kadardır" saptaması da teselli etmiyor.

Biz bu memleketi sokakta bulmadık

Konuşmanız, iktidarın, gücün yanında olmak gibi algılandı...

 
Bunu sizinle daha önce de konuşmuştuk. Sizin "Peki, şimdi ne olacak?" sorunuza verdiğim "Ne olacak, eleştirilerimizi erteleyip, Tayyip Bey'in etrafını saracak, destek atacağız" cevabımın devamı, "Çünkü en kötü devlet bile devletsizlikten evlâdır. Ve devleti korumak, iktidar partisinin boynunun borcudur. Bu memleketi sokakta bulmadık, kuytularda gizlenmiş kurda kuşa emanet edecek halimiz yok Türkiye'yi" şeklindedir. O gün bugün, ne Türkiye'ye yönelik tehditler azaldı ne benim tutumum değişti ne de algısal afazi sayrılığına çare bulundu.
 



Bu haber 1,070 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,408 µs