Türkiye, ateşle oynuyor
11 Temmuz 2014 11:14 tsi
Sedat Laçiner
slaciner@gmail.com
Cami yakma hadiselerini Nijeryadan, Iraktan veya Pakistandan duyar, üzülürdük... Dini binaları kundaklama hastalığının ülkemize de bulaşacağını söyleseler inanmazdık.
Ne yazık ki bu da oldu ve geçtiğimiz günlerde İstanbul Esenyurtta daha çok Caferi vatandaşlarımızın devam ettiği Muhammediye Camii önce kundaklandı, ardından bir kez daha camiye saldıran saldırganlar binanın çeşitli birimlerini tahrip ettiler
Olayı münferit bir saldırı olarak değerlendirmek mümkün değil. Yaşananlar bir yönüyle Musulun veya Şamın devamı niteliğindedir ve Ortadoğuda harlanan mezhep yangının ülkemize düşen kıvılcımlarıdır.
TÜRKİYE AVANTAJLARINI KAYBEDİYOR
El Kaide denen garip örgüt ilk çıktığında bu anlayış karşısında en korunaklı yerlerden biri de ülkemizdi... Örgüt, Türkiyede eylem yapacak adam bulmakta dahi zorlanır, dışarıdan gelen birkaç adamıyla eylem yapmaya gayret ederdi.
Polis meselenin üzerine öylesine sert giderdi ki El Kaide ve benzeri yapılar örgütlenmek için 5-10 kişiye ulaştığında baskınlar düzenlenir, El Kaideye soluk alma fırsatı dahi verilmezdi.
Ne yazık ki söz konusu hassasiyet özellikle Arap Baharından sonra önemli oranda erozyona uğradı...
Türkiyenin farklı öncelikleri ortaya çıktı ve Selefi grupların ülkedeki takibi etkisiz hale geldi... Bugün IŞİD uzantıları İstanbul başta olmak üzere Irak ve Suriyedeki sözde cihat için bağış bile toplayabiliyorlar...
Hassasiyetin azalmasında en önemli etken ise Türkiyenin Ortadoğu ve İslam dünyasında gücünün ötesinde hedefler peşinde koşmasıdır
Davosta İsraile one minute, diyen, Mavi Marmarada İsraile adeta meydan okuyan Türkiye, Arap Baharında da Arap dünyasını baştan aşağı yeniden dizayn etme rolüne girişti
Ne yazık ki Türkiyenin tüm bu saydıklarımızı yerine getirecek gücü yok!...
Türkiye, İran veya Suudi Arabistan gibi orta büyüklükte devletler Ortadoğu gibi son derece karmaşık ve sorunlu bir bölgeyi tek başlarına dizayn edemezler... Bu ülkeler bugünkü şartlarda ancak büyük bir devlet ile ittifak yapar iseler belli ölçülerde değişikliğe muvaffak olabilirler.
Eğer Türkiye gibi devletleri iktisadi, siyasi ve askeri güçlerinin ötesinde hedefleri gerçekleştirmeye girişirlerse bunun içeride çok ağır bedelleri olur
Dış politikada güç, bir temenni meselesi değildir. Milli gücün reel kıstasları vardır ve Türkiye henüz o kıstaslara göre büyük bir güç (great power) değildir. Belki ileride bu da gerçekleşecektir, ancak güç, gelecekten avansa alınamaz.
GÜCÜMÜZÜ BİLMEK ZORUNDAYIZ
Bu sözlerimizi kadercilik veya teslimiyetçilik saymayınız lütfen. Türkiyenin gücü ortada: Türkiyenin gayrı safi milli hasılası ABDnin birkaç şirketinin yıllık geliri kadar. Türkiye, hala üreten değil tüketen bir ekonomi. En önemlisi Türkiye hala birlik ve beraberliğini yeterince güçlendirememiş, sosyal yapısı yaralı bir ülke. Yani dış müdahalelere açık, kendisi ile kavgalı bir ülke.
Böyle bir ülkenin kendisine bakmadan başkalarını değiştirmeye kalkması büyük açıklara yol açar, açıyor da
Açıkların en önemlisi ise mezhepçilik ve dini fanatizmin Türkiyeye sızması
Türkiyenin İsrail, Mısır ve Suriyede başlayan lider ülke olma hevesi gerçekte büyük bir başarısızlıkla sona erdi. İç siyasi münakaşalarda zaman zaman başarı gibi lanse edilse de Mavi Marmara ve İsraile meydan okuma girişimleri büyük bir yenilgi ile sona erdi.
MAVİ MARMARA: DEĞDİ Mİ?
İsrailin kuru özrünü saymazsak Mavi Marmarada Türkiye, İsrail tarafından silahla durduruldu ve Türk vatandaşları uluslararası sularda katledildi. Buna karşın Türkiye hiçbir şey yapamadı, olanları seyretmek zorunda kaldı. Zaten Mavi Marmaradan sonra benzeri bir girişimde de bulunulamadı.
Olaydan sonra Türkiye büyük bir utanç yaşarken Gazzede şartlar iyileşmedi, İsrail tüm dünyanın gözü önünde sivil asker ayrımı gözetmeksizin saldırılarına devam etti, Türkiye de bunları engellemek için hiçbir şey yapamadı. Olayın ardından artan PKK saldırıları da Türkiyenin ödediği bir başka bedel oldu
En önemlisi Türkiye geçmişten farklı olarak hem İsrailde, hem de Filistinde etkisini önemli oranda kaybetti, geçmişte oynadığı arabuluculuk/kolaylaştırıcılık rolüne veda etti. İsrail ile kanlı bıçaklı hale gelen ve kamuoyu önünde radikal tepkiler veren bir ülke olarak gösterilen Türkiye bu olaydan sonra ABD ile ilişkilerinde de çok ciddi sorunlar ile karşılaştı
MISIRI DA KAYBETTİK
Aynı şekilde, Mısırda Türkiye Müslüman Kardeşleri destekledi. Ankara bu ülkede desteğini öylesine ileri götürdü ki Cumhuriyet tarihinde belki de ilk defa bir ülkenin içişlerine bu kadar yoğun karıştı. Türkiyenin desteklediği Mursi askeri bir darbe ile devrildiğinde ise Hükümetin buna tepkisi sanki yaşananlar Türkiyede olmuş gibiydi. Türkiye, Mısırda kelimenin tam anlamıyla yalnız kaldı. ABD, Avrupa Birliği, Rusya, Çin, Suudi Arabistan ve dünyanın geri kalanı Mısırda darbe yönetimini Mısırın meşru idaresi sayarken Türkiye, General Sisi idaresine adeta savaş açtı. Oysa ki Türkiyenin böylesine romantik bir dış siyaseti devam ettirecek gücü yoktu.
Bundan daha önemlisi Mısırda gösterilen tepki ve Müslüman Kardeşler ile dayanışma Türkiye içerisine Sünni dayanışması gibi yansıtıldı, böyle bir algı oluştu
Seçimle Devlet Başkanı seçilen Sisi yeryüzünde belki de en çok Türkiyeyi hasım devlet olarak görüyor. Nitekim Türkiye, devlet başkanlığı yemin törenine davet edilmeyen iki devletten biri oldu... Bugün denebilir ki Türkiye, Mısırda en etkisiz aktörlerden bir tanesi. Oysa Mısır Ortadoğu'da çok önemli bir ülke ve Türkiye'nin böylesine büyük ve etkili bir ülkede sıfır-faktörlü aktör olmaya tahammülü yok...
SURİYE POLİTİKAMIZ ÇÖKTÜ
Son olarak Türkiyenin Suriye politikası da önemli oranda hüsran ve hayal kırıklığı ile sona erdi. 2010 yılına kadar büyük bir sabır ve gayretle inşa edilen dış politika ne yazık ki Arap Baharında tarumar oldu. Türkiye uluslararası toplumun olaylara tepkisini iyi hesaplayamadı ve Suriyede yine yalnız kaldı.
Suriyede mülteci yükünün önemli bir kısmını tek başına omuzlayan Türkiye, birbirine rakip ABD, Rusya, İran ve Suudi Arabistanla dahi uyum içinde kalamadı. Bunda elbette tek sorumlu Türkiye değildir, ancak dış politikada sürece değil, neticeye bakılır. Günün sonunda tüm hesabı ödeyen ve eline bir şey geçmeyen ülke Türkiye kaldı.
Batı dünyası Suriyede tarafların birbirlerini tüketmesinden memnun görünüyor. Suudi Arabistan ve İran ise olaylara mezhepçi bir bakış açısı ile bakıyorlar. Bu ülkeler Irak ev Suriyeden ellerinde hatırı sayılır bir parça kalırsa bundan memnun olacaklar. Türkiye ise tüm bu çekişmeler içinde farkında olmadan savruluyor. Esada karşı El Nusra ve IŞİDin dengeleyici olmasını umacak kadar çaresiz kalan Türkiye bu ülkelerdeki çatışmaların Türkiyeye sıçrama ihtimaline fazla emek harcayamıyor. Oysa ki dış politikanın birinci önceliği iç güvenliği korumaktır.
MEZHEPÇİLİĞİ DURDURMALIYIZ
Suriye ve Irakın şu anda en büyük riski Türkiyede mezhep kavgalarını tetiklemesi ve dini fanatizmi Türkiye Müslümanları arasına yaymasıdır. Buna ayrıca Kürtçü etnik fanatizm ve terörizmin geçmişten daha büyük ve farklı olarak yeniden hortlamasını da eklemek gerekir.
Bu tehlikeler hatırlatıldığında yetkililer mutlaka biz de bu tehlikelerin farkındayız ve önlemek için elimizden geleni yapıyoruz diyeceklerdir. Elbette yetkili kişi ve kurumların samimiyetlerinden şüphe edilemez. Hepsi Türkiye için çalışıyorlar
Ancak burada asıl sorun kurumlarımızın mezhepçilik ve dini aşırılık tehlikesine bir iç sorun nazarıyla değil de, bir dış politika konusu gibi bakmaları ve sorunları dönemsel görüp esasa ilişkin duruş sergilemekte güçlük çekmeleri.
Açacak olur isek Ankara Hükümeti din ve siyaset konusunda daha açık ve güçlü bir felsefi çerçeve oluşturmak zorunda. Yani El Kaide, IŞİD benzeri din anlayışı ile Türkiyenin din anlayışının farkları güçlü bir şekilde çizilmeli ve aşırı dini grupların ülke içindeki faaliyetleri yakın takibe alınmalıdır. Oysa bu hususta tüm enerji son derece yararsız ve esasında milli bir tehlike oluşturmayan alanlara sevk edilmektedir.
İkinci olarak, Türkiye böylesine sarsıntılı bir dönemde bölge veya dünya lideri ülke gibi kanaatimizce gerçekçi olmayan bir yaklaşımla Irak ve Suriyeye eğilmemelidir. Böylesine iddialı bir yaklaşım Türkiyeyi birçok aşırı grup karşısında hedef haline getirir. Daha da önemlisi bu iki ülkedeki olaylar dünya lideri veya bölge lideri tanımaz. Nitekim ABD ve Rusyanın olayları belli bir uzaklıktan seyretmesinin nedeni budur.
Üçüncü olarak yaşananları dönemsel ve geçici bir oyun olarak görüp mevcut aktörler ile işbirliği arayışları ölümcül olabilir. Örneğin PKKya karşı El Nusrayı desteklemek, Maliki ve İrana karşı IŞİDden medet ummak vs. uzun vadede Türkiyeyi bölge hastalıklarına açık hale getirebilir.
Türkiye, tıpkı geçmişte olduğu gibi Şii veya Sünni kanatta yer almamalı, mezhepçiliğin panzehiri bir ülke olmaya devam etmelidir.
***
Özetleyecek olursak, İstanbulda bir caminin önce yakılması ve ardından tekrar saldırıya uğraması hafife alınacak bir işaret değildir. Çevremizdeki yangın büyümektedir ve alevler İstanbulu dahi yalamaktadır. Önlem almak için gecikir isek neler olabileceğini söylemeye dahi gerek yoktur.
http://www.facebook.com/lacinersedat
http://twitter.com/sedatlaciner
Bu haber 516 defa okundu.
Yorumlar
+ Yorum Ekle