En Sıcak Konular

'Diren sosyoloji' pankartının söyleyemedikleri...

18 Haziran 2013 18:52 tsi
'Diren sosyoloji' pankartının söyleyemedikleri... "Hayatında uçağa binemeyecek insanlar havaalanı istiyormuş” diyerek onları hor görmekten kaçınmıyorlarsa..."

Bazı akademisyenler Kazlıçeşme mitingine katılanları hesaplamak için metrekareye düşen insan sayısı tahminlerine başvurmuş.

Elbet kıymetli bir çalışma. Gelgelelim akademya, mitinge katılanların kaç kişi olduğunu saptamak için harcadığı mesaiyi, bu katılımcıların farklı profillerini anlamak ve yorumlamak için de kullanmazsa, bir kez daha –hem de kaçıncı kez- AKP oylarını yükselttiğinde şaşıracaklar diye endişe ediyorum.

Bir yandan "seçmen sayısı her şey değildir, çoğunluk yerine çoğulcu demokrasi önemlidir" deyip, diğer yandan en somut olarak gerçekleştirilen 'anlama' çabası mitinge katılanların sayısını ölçmek olmamalı kuşkusuz. Sosyal medyada her türlü kimliğinden sıyrılarak 'laik yaşam tarzı' mücadelesinde ilk kez farklı ideolojileriyle bir araya gelen direnişçi kitle:

Kazlıçeşme mitingine katılanları 'tencere kafalı' diye aşağılayan cümleleri eğlenceli bulup çoğaltıyorsa... Onların çıkarcı, rantçı, ihaleci olduğunu deklare eden söylemleri paylaşıyorlarsa ısrarla... "Hayatında uçağa binemeyecek insanlar havaalanı istiyormuş" diyerek onları hor görmekten kaçınmıyorlarsa... AKP'nin mitinge para karşılığı çağırdığını söyleyen mesajları doğruluğunu kontrol etmeden ve iftira olabileceğini fark dahi etmeden paylaşmakta bir beis görmüyorlarsa... Mesela mitinge katılanların üzerine (polisin ilaçlı suyuna gönderme yaparak) "böcek ilacı sıkalım" diyenleri kınama gereği duymamaları meşru kabul edilebiliyor!

Gezi'deki haklı söylem, toplu nefret diliyle çoğaltılan bu dilin direnişten saldırganlığa geçen sınırlarını hızla ortadan kaldırıyor. Bu yaklaşım, maalesef en az Erdoğan'ın polisinin uyguladığı ve canlı yayınlarda alenileşen şiddet kadar belirleyicisi olacak önümüzdeki dönemin ruhunun.

Polis şiddetini daha gür sesle kınamaları için durmadan sağa sola ayar veriyor ama bir yandan da hiç çek etme gereği duymadan paylaştığı nefret ve kışkırtma söylemleriyle dolu haberlerin mütemadiyen yalan çıkması karşısında gazeteci olarak bir özür dahi dilemiyorsanız... Evet, kolaylıkla Gezi'deki "ateistleriyle dindarlarıyla tüm farklılıklar bu parkta bir arada" söyleminin toplumsal bir buluşmaya tekabül ettiğine inanırsınız. Ki maalesef bu 'podyumlaştırma' toplumsal dinamiklerin pek azına karşılık geldiği için, seçimlerde yine yanılma ihtimaliniz artabilir. Kucaklayıcı sandığınız bu söylem, aksine toplumun muhafazakar çoğunluğunun hakikatine yaklaşmayı zorlaştırıyor ve onları homojen (içki içmeyen, özgürleşmek için çaba sarf etmeyen, ses çıkarmayan, diktatörcü, biatçı, tektip...) olarak kodlayan bakışı daha da belirginleştiriyor. Bu da fazladan bir kutuplaşma anlamına geliyor.

Biraz daha açayım. Gezi Parkı'nda bir pankart dikkatimi çekti geçtiğimiz günlerde: "Diren sosyoloji! Diren Marx, Gramsci..." Ah dedim içimden, Gezi Parkı sosyolojisini yapanları ve bu sosyolojinin çok ama çok dışında var olmaya devam edenleri birbirinden ayıran ne kadar ironik bir sembol! Ama oralardan gelen benim için ne kadar da bildik! 85 yılında Boğaziçi Üniversitesi'nde sosyoloji okumaya başladığımda başka bir dünya dönmekteydi memlekette. Henüz küreselleşmenin, vahşi kapitalizmin, dijital medyanın, çoklu televizyon kanallarının adının anılmadığı bir dönemde, apolitik bir gençlik olarak darbecilerin kurguladığı, resmî söylemin mutlaklaştırıldığı bir ülkede kendimizi anlamlandırmaya çalışıyorduk.

Bize sosyolojinin dilinde öğretilen dünya evet büyük ölçüde Marks'ların Weber'lerin, Durkheim'ların, belki son dönem Habermas'ların, Baudrillard'ların dünyasıydı. Ve bu sosyolojiye hakim olan bakış açısıyla bugün Siverek'teki, Derbent'teki, Kürtün'deki, Göle'deki, Samandağı'ndaki, Beypazarı'ndaki, Merzifon'daki, Gönen'deki, Eğin'deki, Hınıs'taki, Elbistan'daki, Talas'taki, Akhisar'daki, Anamur'daki hayat çeşitliliğinin bu memleketin (ve büyük oranda AKP'nin) değişken sosyolojisine olan biricik katkılarını yorumlamak kolay değil.

Kültürel çoğulculuk, kamusal alan, kentleşme, gelişme gibi kavramların tınısında, gündelik hayatın soyut bağlarını görünür kılanın ne olduğunu keşfetmek veya beşeriyetin nefeslerini kesintisiz olarak devam ettiren dinamiklerde derinleşmek... Beraberinde bir tür oryantalizmin tuzaklarını da taşıyor. Bu tuzağın kaçınılmaz olduğu en somut alanın din -asıl olarak Müslüman hayat tarzı- olduğunu kabullenmek uzun yıllarımı aldı. 

Leyla İpekçi / Zaman



Bu haber 1,464 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    2,947 µs