En Sıcak Konular

Chomsky BM’nin Filistin kararı için ne dedi?

4 Aralık 2012 10:37 tsi
Chomsky BM’nin Filistin kararı için ne dedi? İsrail’in Kasım’daki 8 günlük Gazze Vahşeti’ne “Bu savunma değil cinayettir!” diyen ünlü dilbilimci ve düşünür, BM’deki Filistin kararını değerlendirip İsrail’in kanlı tarihini özetledi.

Gazze’de yaşlı bir adamın tuttuğu pankartta şöyle yazıyordu:

“Suyumu alıyorsun, zeytin ağacımı yakıyorsun, evimi yıkıyorsun, işimi alıyorsun, toprağımı çalıyorsun, babamı hapsediyorsun, annemi öldürüyorsun, ülkemi bombalıyorsun, hepimizi açlıktan kırıyorsun, bizi aşağılıyorsun fakat suçlu benim: Geriye roket attım.”

Yaşlı adamın mesajı, Gazze’deki vahşi cezalandırmanın son perdesindeki zaman cetvelleri için uygun çerçeveyi sağlıyor. Faydalılar fakat bir “başlangıç” tayinine dair herhangi bir çaba, yardımcı olmaktan ziyade yanıltıcıdır. Cinayetler, yüzlerce bin Filistinlinin dehşet içerisinde kaçtığı ya da resmi ateşkesten yıllar sonra dahi sınırın ötesine mübadele eden fatih İsrailli güçlerince Gazze’ye sürüldüğü 1948’e kadar geriye gider. Gazzelilere yönelik işkenceler, İsrail şeridi 1967’de fethettiğinde yeni şekiller aldı. Son İsrailli araştırmalarından hükümetin amacının mültecileri ve mümkünse nüfusun geri kalanını Sina’ya sürmek olduğunu öğreniyoruz.

Gazze’den sınır dışı etmeler, Güney Komutanlığı’nın başındaki General Yeshavu Gavish’in doğrudan emirleriyle yürütülüyordu. Batı Şeria’dan sınır dışı etmeler çok daha aşırıydı ve İsrail, Güvenlik Konseyi’nin emirlerini doğrudan ihlal ederek sürülenlerin dönüşünü engellemek için sinsi yollara başvurdu. Savaşın hemen ardından yapılan dahili tartışmada bu nedenler açıklandı. Daha sonradan Başbakan olacak Golda Meir, İşçi Partisi’nden arkadaşlarına İsrail’in “Araplarından kurtulup” Gazze Şeridi’ni elinde tutmasını söyledi. Başbakan Eshkol, sürülmüş olanların dönüşüne izin verilemeyeceğini “İsrail’de Arap nüfusu artıramayız” –yeni işgal edilmiş bölgeleri kastediyordu; üstü kapalı olsa da oraları çoktan İsrail olarak kabul ediliyordu – diyerek açıkladı. Bu anlayışa uygun olarak (uluslararası tanınan sınırlar olan) Yeşil Hat silindi ve tüm İsrail haritaları değiştirildi. Yine de duyuru BM Elçisi Abba Eban’ın, İsrail’in niyetlerini gizleyerek, Genel Kurul’da “avantajlı çıkmaz” diye adlandırdığı şeyi elde etmesine izin vermek için geciktirildi.

Amaçlar hala canlı olabilir ve bunlar, Mısır’ın ABD-destekli İsrail ablukasıyla engellenen serbest insan ve malzeme geçişi için sınırı açmada isteksizliğine katkı sağlayan bir etmen olabilir.

ABD-İsrail vahşetinin halihazırdaki kabarması, Arap dünyasındaki ilk özgür seçimde Filistinlilerin “yanlış yola” oy verdikleri Ocak 2006’ya kadar gider. İsrail ve ABD, anında bu yanlış-inançlılara şiddetli bir cezayla ve rutin prosedür olan seçilmiş hükümeti devirecek askeri bir darbe hazırlığı ile karşılık verdi. Cezalandırma radikal şekilde, darbe teşebbüsü geri püskürtülüp seçilmiş Hamas hükümeti Gazze üzerinde tam kontrol sağladığı 2007’de yoğunlaştı.

Bu olayların standart anlatımı daha yatıştırıcıdır. Örneğin 29 Kasım’da New York Times, “Hamas siyasete yavaşça ve 2006’da Filistin bölgesinde seçimleri kazanarak girdi. Fakat Batılı aleyhtarlık karşısında (Gazze’yi) yönetemedi ve 2007’de Gazze Şeridi’nde güç kullanarak ve [Fetih ve Filistin Yönetimi ile] siyasi bölünmeyi derinleştirerek başa geldi” diye yazdı.

2006 seçimlerinin ardından Hamas’ın derhal çağrı yaptığı ateşkesi yok sayarak İsrail 2006’da 3’te 1’i çocuk, çoğunluğu sivil 660 Filistinliyi öldürdü. Saldırıların 2007’de tırmanışı, 360’ı sivil ve 152’si çocuk 816 Filistinliyi daha öldürdü. BM raporuna göre 2006 Nisan’ında 2012 Haziran’ına kadar 2 bin 879 Filistinli İsrail tarafından öldürüldü. Bunun yanında Gazze’den açılan ateş sonucu birkaç düzine İsrailli öldü.

Kasım’da İsrail bozana dek Hamas 2008’deki ateşkese uydu. Ardıl ateşkes önerilerini yok sayan İsrail, Aralık’ta cani Dökme Kurşun Operasyonu’nu başlattı. ABD ve İsrail, Hamas’ın uzun-vadeli ateşkes ve ABD’nin önde gelen Arap devletlerince önerilen bu mealdeki Güvenlik Konseyi kararını veto ettiği 1976’dan beri engellediği iki-devletli çözüme dair uluslararası konsensüse uygun olarak siyasi bir uzlaşma çağrılarını reddetmeyi sürdürdü.

2012 sonlarında ABD, Filistin’in statüsünü “üye olmayan gözlemci devlete” yükselten Genel Kurul kararını engellemek için yoğun çaba hasretti. 1947’deki Bölünme’yle ilgili Genel Kurulu oylamasının yıldönümümde karar ezici bir şekilde geçince bu çabalar, 29 Kasım’da ABD’yi her zamanki uluslararası izolasyonu içinde bırakarak, başarısız oldu. Washington’un karara muhalefeti için açıkça söylediği nedenler anlamlıydı: Filistin, fazlasıyla aşikar nedenlerden ötürü yargı denetimine izin verilemeyecek İsrail’in ABD-destekli cinayetleri için Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne gidebilirdi. New York Times’ın haberindeki ikinci endişe “Filistinlilerin Birleşmiş Milletler’deki özelleşmiş birimlere üye olmak isteyebileceğiydi” ki bu da Washington’un bu uluslararası organizasyonları mali desteğini, tıpkı Filistin’i üye yapmaya cüret eden UNESCO’ya yaptığı gibi kesmesine yol açabilirdi. Efendi, itaatsizliğe müsamaha gösteremezdi.

İsrail, engellenirse “delireceğine” dair 1950’lerin uyarılarını dirilterek, karar çıkarsa “delireceği” [yishagea] uyarısında bulundu. O zamanlar değildi ancak şimdilerde bu çok daha anlamlı. Gerçekten de BM oylamasından saatler sonra İsrail, Ma’aleh Adumim kasabasını yasadışı şekilde ilhak ederek muazzam şekilde genişletilen Büyük Kudüs’ü bağlayan (ve) Oslo Anlaşmaları’nın ardından Clinton döneminde neredeyse Eriha’ya kadar uzanan topraklarla geniş ölçüde büyüyen E1 bölgesindeki yerleşimleri –ki E1 Bölgesi koridoru yerleşimle kapatılırsa Batı Şeria’yı fiilen ikiye ayıracak– ilerletme kararını açıkladı.  Obama’dan önceki ABD başkanları, İsrail’in yasadışı yerleşimlerini E1 bölgesine genişletme çabalarını engellemişti. Bu nedenle İsrail, bölgede karakol kurmak gibi gizli yollara başvurmak zorunda kalmıştı. Obama, seleflerinden daha fazla olarak İsrail’in suç faaliyetlerine destek oldu ve daha önce olduğu gibi bir göz kırpmayla İsrail’in eline vurmayı sürdürecek mi henüz belli değil.

İsrail ve ABD, “barışa giden yol” için sadece “doğrudan görüşmelerde” ısrar ediyor. Ayrıca çetrefilli önşartlarda da ısrarcılar. İlkin görüşmeler ABD liderliğinde olması gerekiyor ki bu İran’a Irak’taki Sünni-Şii çatışmalar için arabuluculuk yapmasını teklif etmekle aynı şey. Samimi görüşmeler, uluslararası saygınlığa sahip Brezilya gibi tarafsız grupların himayesinde ve ABD ile İsrail’i masanın bir tarafına ve dünyanın geri kalanının çoğunluğunu diğer tarafa koyarak olabilir. İkinci önşart, sözsüz şekilde ifade edilen, İsrail yerleşimlerinin genişlemesinin devamına, ihtiyaç duyulan desteği sağlarken onaylamaz görünen Washington’la birlikte o ya da bu şekilde izin verilmesidir. (Örneğin, 10 aylık resmi “askıya alma” sırasındaki gibi.)

Bu içiboş “doğrudan görüşme” çağrısı, yayılmacı projelerine sekte vuracak diplomatik uzlaşı adımlarına engel olmaya yönelik eski İsrail taktiğidir. 1967 savaşı sonrasında çabanın yönetimindeki saygın diplomat Abba Eban, Golda Meir ve iktidardaki İşçi Partisi’ndeki diğer arkadaşları tarafından yanıltma ve geciktirmeye dair –İsrailli akademisyen Avi Raz’ca detaylı bir dahili arşiv incelemesinde tanımlandığı gibi “sürekli bir yanıltma dış politikası şeklini alan”– Birleşmiş Milletler’deki “İsrail barış stratejisini” ilerletme başarısı için fazlasıyla övülmüştü. O zamanlar taktikler, etkisi olmasa da kuvvetle protesto eden ABD yetkililerini öfkelendirirdi. Fakat özellikle Kissinger’in politikanın kontrolünü almasından sonra çok şey değişti. Artık ABD, İsrail-Filistin konusunda dünyadan fazlasıyla uzaklaşmış bir haldedir.

Geciktirme uygulaması, amaçları belirsiz tutarken olay yerinde “gerçekler yaratmaya” çalışan ilk Siyonist yerleşimine kadar geri gider. Siyonist organizasyonun “Yahudi devleti” çağrısı dahi New York’taki Biltmore hotelinde yapılan 1942’teki toplantıya kadar yapılmamıştı.

Gazze’ye dönecek olursak, halkına mütemadiyen işkencenin bir unsuru, Gazzelilerin girmesinin yasak olduğu İsrail’in “tampon bölgesi”dir. Gazze’nin önde gelen akademisyeni Sara Roya göre bu bölge, sınırlı tarıma elverişli arazinin yarısıdır. İşgal altındaki diğer bölgelerden İsrail, yerleşimcilerinin transfer etmesinin ardından, Eylül 2005’ten 2012 Eylül’e kadar, İsrail güvenlik güçleri bu bölgede 213 Filistinliyi öldürdü. Bunlardan 154’ü hiçbir şekilde düşmanlık göstermemişti ve 17’si de çocuktu.

Ocak 2012’ten İsrail’in 14 Kasım’daki son öldürme cümbüşünün başlangıcı olan Savunma Sütunu Operasyonu’na kadar, 78 Filistinli İsrail’ce öldürülürken tek bir İsrailli Gazze’den açılan ateş nedeniyle öldü.

Hikayenin tamamı doğal olarak daha girift ve oldukça da çirkindir.

Savunma Sütunu Operasyonu’nun ilk edimi Ahmet Cebari’nin katliydi. Haaretz editörü Aluf Benn, onu İsrail’in “taşeronu” ve son 5 yıldır Gazze’de nispeten sükuneti sağlayan “sınır muhafızı” olarak tanımlıyordu. Suikastın kulpu, bu 5 yıl boyunca Cebari’nin Hamas’ın askeri gücünü İran’dan gelen füzelerle yaratıyor olmasıydı. Açıkça bu doğruysa bile 14 Kasım’da öğrenilmemişti.

Daha inanılır nedeni, esir edilen İsrailli asker Gilad Shalit’in salıverilme planları dahil Cebari ile yıllardır doğrudan görüşmelerin içinde yer alan İsrailli barış eylemcisi Gershon Baskin verdiğidir. Baskin, Cebari’nin suikasta uğramasından saatler önce “İsrail ve Gazze Şeridi’ndeki fraksiyonlar arasında kıvılcımlar olduğu zaman dahi ateşkesi sürdürme mekanizmalarını içeren sabit ateşkes anlaşmasının taslağını almıştı”. O zaman 12 Kasım’da Hamas’ın çağırdığı ateşkes yürürlükteydi. Görünen o ki İsrail o ateşkesi istismar etti. Reuters, Hamas liderleri korumalarını hafifletir ve onlara daha kolay suikast yapılır umuduyla dikkatini Suriye’ye verdiğini yazıyordu.

Tüm bu yıllar boyunca, denizden, havadan ve karadan esaret altındaki Gazze, sadece hayatta kalacak bir seviyede tutuldu. Son saldırının arifesinde BM, hayati ilaçların yüzde 40’ının ve hayati tıbbi malzemelerin yarısının bittiğini bildirdi. Kasım’da Gazze’den gönderilen korkunç fotoğrafların ilkinde bir doktor, katledilmiş bir çocuğun kömüre dönmüş cesedini tutarken görülüyordu. Onun bende kişisel bir yankısı vardı. O doktor, birkaç hafta önce ziyaret ettiğimi Han Yunus hastanesinin direktörü ve baş cerrahıydı. Seyahatimle ilgili yazıda, onun umutsuzca ihtiyaç duyulan basit ilaçlar ve cerrahi ekipmana dair tutkulu ricasını yazmıştım. Bunlar ABD-İsrail ablukası ve Mısır yardakçılığının cinayetleri arasındadır.

Kasım perdesinden zayiat oranları normal seviyedeydi. Birçok çocuk dahil 160 Filistinli öldürüldü ve 6 İsrailli de öldü. Öldürülenler arasında 3 gazeteci de vardı. Resmi İsrail mazereti ise “hedefler terör faaliyetiyle ilgisi bulunan kişiler” oldu. New York Times’da “infaz” hakkında yazısında David Carr şu tespiti yaptı: “İş buraya kadar vardı. Habercileri öldürmek “terör faaliyetleriyle ilgili” gibi biçimsiz bir ifadeyle gerekçelendiriliyor”.

Devasa yıkım Gazze’nin her yerindeydi. İsrail, yıkım ve katliam için gelişmiş ABD ordu ekipmanını kullandı ve Güvenlik Konseyi’nin ateşkes çağrılarını alışıldık ABD engellemesi dahil Amerikan diplomatik desteğine güvendi.

Bu türden her istismarla İsrail’in küresel imajı erozyona uğradı. Terör ve yıkımın resimleri ve çatışmanın karakteri, kendi-kendilerine-ilan-ettikleri “dünyanın en ahlaklı ordusunun” inanılırlığından, en azından gözleri açık insanlar arasında, geriye çok az parça bıraktı.

Saldırının bahaneleri de her zamankilerdi. İsrail ve Washington’daki mücrimlerin tahmin edilebilir beyanlarını bir kenara koyabiliriz ancak saygın insanlar dahi füze yaylımıyla saldırıya uğrayan İsrail’in ne yapması gerektiğini soruyordu. Doğru bir soru ve dolambaçsız cevapları var.

Cevaplardan birisi, Güvenlik Konseyi onayı olmadan güç kullanımına tek durumda izin veren uluslararası hukuku uygulamaktır. O da silahlı saldırının ardından Konsey harekete geçene kadar Güvenlik Konseyi’ni haberdar edip kendini-savunmaktır. İsrail, bunu çok iyi bilir. Haziran 1967 savaşının patlak verdiğinde İsrail’in izlediği yol buydu fakat elbette İsrail’in isteği sonuçsuz kaldı zira saldırıyı yapanın İsrail olduğu hızla doğrulandı. İsrail, Güvenlik Konseyi tartışmasından neyin ortaya çıkacağını gayet iyi bildiğinden bu yolu izlemedi.

Daha dar bir cevap ateşkese razı etmekti ki 14 Kasım’da operasyon başlamadan önce ve sıklıkla olduğu gibi bu zaten mümkündü.

Geniş-kapsamlı başka cevaplar da mevcuttur. Şans eseri bir açıklama National Interest’in güncel sayısında tartışıldı. Asya bilginleri Raffaello Pantucci ve Alexandros Petersen, batı Sincan eyaletindeki “Uygur çetelerinin şehri dolaşarak bahtsız Han [Çinlileri] ölümüne dövdüğü” isyanın ardından Çin’in tepkisini tarif ediyordu: “Çin devlet başkanı Hu Jintao hızla eyalete idareyi almak için gitti, güvenlikten üst düzey liderler kovuldu ve isyanın altında yatan sorunları ele alan kalkınma projelerine girişildi.”

Gazze’de de medeni bir tepki mümkündü. ABD ve İsrail, mütemadiyen süren acıması saldırıya son verebilir, sınırları açabilir ve yeniden inşa ihtiyaçlarını karşılayabilir. Tasavvur edilebilir surette onlarca yıllık şiddet ve baskının tamiratı da yapılabilir.

Ateşkes anlaşması, ablukayı ve sınır bölgelerindeki sakinlerin hedef alınmasını sonlandıracak önlemlerin “ateşkesten 24 saat sonra ele alınacağını” söylüyordu. Bu doğrultuda adımlara dair hiçbir işaret görünmüyor. Gazze’yi Batı Şeria’dan ayırmaya yönelik politikalarını yürürlükten kaldırmaya, siyasi uzlaşının altını oymak için tasarlanmış Batı Şeria’daki yasadışı yerleşim ve geliştirme programlarını sonlandırmaya ya da onlarca yılın inkarcılığını başka bir şekilde bırakmaya dair ABD-İsrail’in istekliliğiyle ilgili bir belirti yok.

Bir gün ki bu yakın olmalıdır, bombalar bir kez daha Gazze’deki savunmasız siviller üzerine yağarken Gazze’nin seçkin insan hakları avukatı Raci Sorani’nin ifade ettiği şu ricaya dünya cevap verecek: “Adalet ve hesap verilmesini talep ediyoruz. Özgürlük ve saygınlık içinde normal bir hayatı düşlüyoruz”.

Bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.  

Bu haber 790 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,330 µs