En Sıcak Konular

Çocuk istismarına seyirci kalmayın!

10 Eylül 2012 09:16 tsi
Çocuk istismarına seyirci kalmayın! Bütün dünyada çocuk işçiliği suç ve yasaktır ama konu reklamlara gelince durum değişiyor. Çok küçük yaştaki çocuklar kendi rızaları alınmadan reklamlarda oynatılıyor. Özellikle son zamanlarda bazı reklamlar “çocuk istismarına” yol açmaya başla

Bütün dünyada çocuk işçiliği suç ve yasaktır ama konu reklamlara gelince durum değişiyor. Çok küçük yaştaki çocuklar kendi rızaları alınmadan reklamlarda oynatılıyor. Özellikle son zamanlarda bazı reklamlar “çocuk istismarına” yol açmaya başladı. Bu konuda ebeveynler olarak yapmamız gereken firmaya, Reklam Özdenetim Kurulu’na ve RTÜK’e şikayetlerimizi iletmek...

Çocuk deyince aklımıza masumiyet gelir. O yüzden içinde çocuk olan her şeyin masum olduğunu düşünüyoruz genelde. Onları bir dizi filmde gördüğümüzde acılarına gözyaşı döküyor, şaşırtan şeyler söylediğinde aklına ve zekâsına alkış tutuyoruz. Oysa seyrettiğimiz her şeyin içinde aynı masumiyeti bulmak mümkün değil.

Mesela; çocuklara yönelik bir çizgi film kanalının arasında çocukları küçük kadınlar haline getiren reklamları seyredebiliyorsunuz. Ya da son günlerde olduğu gibi çocuğu masraflarıyla gösterip kadın ve erkeği araba almaya ikna eden reklamları...

Algımız bilinçli bilinçsiz kirletiliyor. Üstelik bunları yalnızca biz seyretmediğimiz için tehlikenin boyutu daha da fazla. Pedagog Mehmet Teber’in başkanlığını yaptığı Pedagoji Derneği, reklamlardaki çocuk istismarına dur demek için sesini yükseltiyor bugünlerde… Seyrettiklerimizde, yaptıklarımızda, okuduklarımızda çocuğa yakışan şeyler olsun diye tüm çabaları…

Pedagoji Derneği Başkanı Pedagog Mehmet Teber ile reklamlardaki çocuk istismarını ve anne-babalar olarak yapmamız gerekenleri konuştuk…

Bir derneğiniz var; Pedagoji Derneği… Kuruluş amacı nedir?

Derneğimiz çocuk ruh sağlığı ve eğitimi konusunda aileleri bilgilendirmek, çocuk konusundaki yanlış algıları düzeltmek, çocuğun anlaşılması için çalışmalar yapmak ve çocuğu olumsuz etkileyen durumlarda kamuoyu oluşturmak için kuruldu. Kısacası çocuk ruh sağlığını korumaya çalışırken, çocukların daha iyi bir şekilde eğitilmesi için çalışıyoruz diyebiliriz

Pedagoji çocuk istismarını nasıl tanımlar?

İstismar kelime anlamıyla iyi niyeti kötüye kullanmak demektir. Çocuk istismarı ise çocuğa fiziksel, sözel, duygusal olarak kötü davranılması olarak tanımlanmaktadır. Daha geniş anlamıyla çocuğun büyümesini ve gelişmesini olumsuz etkileyen her türlü davranış biçimine çocuk istismarı diyebiliriz.

Reklamlardaki çocuk istismarı ne zaman başlar? Çocuğu reklamda oynatarak mı seyrederek mi? Çocuk ürünlerinin tanıtıldığı bir reklam filmi de istismara girer mi?

Çocuk istismarı reklamda kullanarak da yapılır, çocuk bir reklamı seyrederek de istismara maruz bırakılabilir. Bir reklamda çocuk, gelişimini olumsuz etkileyecek şekilde oynatılabilir. Örneğin bir bez reklamında çocuklar yetişkin gibi giydirilmiş, takılar takılmış ve bedenlerine takı ve giysilerle büyüksü havalar verilmişti. Ama bu çocukların çok büyük oranda bedenleri de teşhir ediliyordu. Bu mesela reklamda kullanılan bir çocuk istismarıdır. Bu şekilde açık olmasa bile bir reklamda oynayan çocuk bu oyunculuk ve çekim süreci içinde fiziksel ya da duygusal olarak yıpranıyorsa bu da istismardır. Çocuk ürünlerinin tanıtıldığı reklamlarda da çocuklar istismar edilebilir. Özellikle duyguları istismar edilebilir. RTÜK Kanunu’nun 8. maddesi açıkça der: “Yayın hizmetleri; çocuklara, güçsüzlere ve özürlülere karşı istismar içeremez.” Bir reklam, çocuğun zihinsel, ahlaki gelişimine zarar veriyorsa bu da bir istismardır.     

Bazı firmaların gelecekteki müşteri potansiyellerini oluşturmak için çocukları oynattığı söyleniyor? Bu düşünce de etik değil midir?

Aslında çocukların reklamda oynatılması çocuk işçiliğinden başka bir şey değildir. Hiçbir çocuk “Ben reklamda oynayacağım” demez. Oyunculuk süreci defalarca çekim gerektirdiği için bu süreci de sevmez. Türkiye’de yasal bir boşluk var. Çocuğun herhangi bir işte çalışması yasaktır ama nedense dizilerde oyuncu olarak çalışması yasak değildir. Dizilerin ve reklamların çalışma koşulları çocuklar için çok yorucudur. Bizce çocuğun reklamda, dizide kullanılması doğru bir davranış değil. Bu konuda kanun ve yönetmelikler ciddi şekilde düzenlenmeli ve takibi yapılmalıdır. Dediğiniz gibi bazı firmalar reklamlarında çocuk kullanıyor. Bu reklamlar çocukların dikkatini çekiyor. Henüz küçük yaşta çocuklara bir marka bilinci aşılanıyor. Ne de olsa onlar geleceğin müşterileri.


İstismar sizce bilinçli bir şekilde mi yapılıyor?

İstismar bilinçli de bilinçsiz de olabilir. Bir kısmının bilinçli olduğunu düşünüyorum ama çoğu kısmı bilinçsiz. Firmaların hedefi satışı arttırmak, dikkat çekmek. Duygusal mesaj veren reklamlar daha fazla etki uyandırıyor. Çocuk da duygusal mesaj vermenin en kolay yollarından biri. Satış kaygısı firmaların çocuk ruh dünyasının kırılganlığını görmesine engel oluyor. Çocuk konusunda zaten genel bir körlüğümüz ve empati noksanlığımız var. Bunun üzerine rekabet ve satış kültürü gelince farkında olmadan çocuklar istismar edilebiliyor.

Bizim seyretmeye tahammül edemediğimiz reklamlarda çocuklarını oynatan ailelerin durumunu nasıl açıklarsınız?

Reklam veya bir yarışma programına çıkan çocuk kısa sürede meşhur oluyor. Ailesi onun meşhurluğundan ve buralarda elde ettiği gelirden faydalanıyor. Belki de aile farkında olmadan kendi çocuğunu istismar etmiş oluyor. Merkeze meşhur olma, para kazanma kaygısı değil çocuğun ruh sağlığı alınmalı. Ancak aileler bu konuda pek de bilgili olmadığı için yaptıkları bu davranış onlara normal geliyor.

 En son bir otomobil firmasının reklamlarına itiraz ettiniz. Sebebi neydi?


Firma ebeveynlerin çocuğa yönelik algısını bozmaya çalışıyordu. Çocuk deyince aklımıza masumiyet, ümit, sevgi, neşe ve oyun gelir. Bu reklamda kadın doğum uzmanına gelen aileye, uzman önce çocukları olacakları müjdesini veriyor. Sonra bir başlıyor 7 bin lira çocuk bezi masrafı diye... Aileye 700 bin liralık masraf çıkarıyor. İyi ki ikiz değilmiş diyerek bir de gülüyor. Yani çocuğu gider ve masraf olarak lanse ediyor. Algı değiştiriyor. Ayrıca 700 bin lira gibi bir masraf 20 yıla bölündüğünde aylık 3 bin lira yapıyor. Abartı olur da bu kadar olmaz. Hangi çocuk doğumundan itibaren ailesinde 3 bin lira masrafa yol açar. Uluslararası Reklam Uygulama Esasları’nın 18. maddesi der ki: “Reklamlar, sosyal ve kültürel değerleri göz önüne alarak, ebeveynlerin otoritelerini, sorumluluklarını, değerlendirmelerini ya da zevklerini sarsacak beyanlarda bulunamaz.” Madde çok açık.

Bu itirazınız neticesinde bu reklamlardan haberdar olanlardan biri de benim. Yalnızca seyretmemek bir çözüm müdür?

Çözüm tepki vermek. Avrupa’da üretilmiş bir reklam hiçbir denetimden geçmeden ülkemizde yayınlanmaya başlamış. Biz tepkimizi belli edersek firmalar bu kadar rahat davranamazlar. Firmaya, Reklam Özdenetim Kurulu’na ve RTÜK’e şikayetlerimizi iletmemiz gerekiyor.
Aileler seyrettikleri şeyde çocuk istismarı olduğunu gördüğünde ilk ne yapmalılar?

Bu aslında istismarın bulunduğu mecraya göre değişir. Öncelikli şikayet firmaya yapılmalı ve makul cevap alıncaya kadar ısrarcı olunmalıdır. Televizyondaki ürünler için genel şikayet mercii ise RTÜK’tür. Çevremizi bu konuda bilinçlendirip toplu tepki vermek daha doğru olacaktır.
İstismar yalnızca gördüğümüz, seyrettiğimiz şeylerde mi vardır?

Hayır, bir anne-baba da küçük çocuğunu döverek, hakaret ederek, atmakla, tek bırakmakla korkutarak istismar edebilir.

Bu konuda insanların bilinçli olduğunu düşünüyor musunuz?

Çocuk konusunda pek bilinçli olduğumuzu düşünmüyorum açıkçası. Onları çok seviyoruz ama onları tanımıyor ve anlamıyoruz genelde.

Kendi çocuklarımız adına alacağımız tedbirler nelerdir?

Bir çocuk reklam izlememeli bence. Dizi de izlememeli. Bu genellemeyi 12 yaş altı çocuklar için yapıyorum daha çok. Güvendiğimiz kanallarda, güvendiğimiz programlara müsaade edilmeli sadece.

 STK’lar çocuk konusunda ne gibi çalışmalar yapıyorlar?

Çocuğun eğitimi konusunda çalışmalar yapan oldukça büyük STK’lar var. AÇEV, TEGEV bunlardan bir kaçı. Bunun yanında istismara uğrayan, şiddet gören öksüz yetim çocukların haklarını savunan STK’lar da mevcut. Biz ise daha çok çocuk ruh sağlığı alanında çalışma yapıyoruz ki, bu alanda pek bir dernek yok açıkçası. Umarız bizim öncülüğümüzde bu çalışmaların sayısı artar.


Süper Dadı, hiper zararlı mı?

TRT ekranlarında yayımlanan Süper Dadı programı son zamanlarda ailelerin oldukça fazla gündeminde. Düşünme sandalyesi, ödül-ceza panosu uygulamalarını evinde hayata geçirenler de fazla. Oysa bazı uzmanlara göre kullanılan yöntemlerin hepsi doğru değil, program tartışmaya açılmalı ve yeni bir formatla yayın hayatına devam etmeli.

Haftanın yorgunluğunu atmaya çalıştığınız bir pazar günü, televizyon ekranında oğlunun peşinden terlikle koşturan sinirli bir anne, kardeşinin saçlarını var gücüyle çekip kafasını oradan oraya sürükleyen hırçın bir kardeş ya da çığlıklar içinde zorla banyoya kapatılan ‘yaramaz’ bir çocuk görebilirsiniz. Hatta merak edip bu aile karmaşasını çözmeye çalışırken şaşkınlığınız daha da artabilir. Çünkü 3 yaşındaki bir miniğin çığlıklar içinde omuzlarından bastırılarak sandalyeye oturtulduğunu, bebeklerin dakikalarca ağlatılarak uyutulduğunu, kendinden istenileni yapmayan çocuğa nasıl ceza verildiğini izleyebilirsiniz. Tüm bunlar ve daha fazlası TRT ekranlarında yayımlanan ‘Süper Dadı’ programında yaşanıyor. Ailelerdeki onca keşmekeşi 7 günde ‘kısmen’ çözüme kavuşturan program, birçok anne-babaya cazip gelse de uzmanlara göre kullanılan yöntemler tartışılmalı...

2008’de İngiltere ve Almanya’da Supernanny ismiyle yayımlanan program, Birleşmiş Milletler danışmanları tarafından “Bu tarz reality şovlar çocuk onurunu zedeliyor.” şeklinde eleştirilmiş. Diğer bir kınama da Oslo Üniversitesi’nde görevli, aynı zamanda Norveç İnsan Hakları Merkezi Başkanı olan Prof. Dr. Lucy Simith’ten gelmiş: “Çocukların olumsuz davranışları medya aracılığıyla yanlış sunuluyor. Her kötü şeyin sorumlusu gibi gösteriliyorlar. Bu şekilde çocuk-gençler daha fazla olumsuzluğa sürükleniyor.” Türkiye’de de Pedagoji Derneği, “TRT’ye ve Süper Dadı’ya Mektup” başlıklı bir yazı ile programı eleştirdi (12 Mart 2012). Peki Süper Dadı programı neden eleştiriliyor?

Bilmeyenler için önce Süper Dadı’nın çalışma biçimini anlatmakta fayda var. Programda bir haftalık süreç şöyle başlıyor: Dadı, önce ailenin bir gününü videodan izliyor. Ardından hiçbir olaya müdahale etmeden evde gözlem yapıyor. Problemleri tespit ettikten sonra evdeki ikinci gün başlıyor. Önce 3 yaş ve üzeri çocuklar için verilecek cezalara zemin oluşturacak ‘düşünme paspası’, ‘düşünme sandalyesi’ ya da ‘düşünme odası’ tahsis ediliyor. Biraz daha büyükler için de bir ödül-ceza panosu asılıyor. Söylenen davranışları yerine getirenler için duvara gülen yüzler yapıştırılıyor. Hafta içi küçük, hafta sonu da büyük ödüller devreye giriyor. Onca problemin yaşandığı evde 7 gün içinde ciddi değişiklikler yansıtılıyor ekrana. Mesela; annesinin yanında uyumaya alışmış 17 aylık bebek, beşiğinde uyumaya başlıyor, kardeşini döven abi bundan ‘kısmen’ vazgeçiyor. Eviyle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan baba, ‘yapmacık da olsa’ çocuklarıyla ilgileniyor, anne çocuklarına şiddet uygulamayı bırakıp düşünme sandalyesiyle tehdit ediyor.

Düşünme sandalyesi...

Programın sivil toplum örgütleri, pedagog, psikolog ve bilinçli aileler tarafından en çok eleştirilen kısmı düşünme sandalyesi, düşünme paspası ve düşünme odası uygulaması. Çocuk yasaklanan bir davranışı yaptığında önce uyarılıyor. Fakat umursamaz ve devam ederse düşünme sandalyesi devreye giriyor. Çocuğun yaşı kaçsa o kadar dakika sandalyede bekletiliyor. Sonrasında da özür dilettiriliyor. Pedagoji Derneği Başkanı Pedagog Mehmet Teber, önemli bir noktaya dikkat çekiyor: “Çocuk ruhu çok hassastır, incinip kırılır. Çocukta derin yaralar açılmamalı. Yetişkin birine sandalye uygulaması yapabilmem için onu ikna etmem, sebeplerini açıklamam lazım. Aynı şey çocuklar için de geçerli. Omuzlarından ittirilerek zorla sandalyeye oturtulan çocuğun ruhu zedeleniyor. Düşünme sandalyesi adı. Ama 3 yaşındaki biri için düşünme sandalyesinin, sürecinin bir anlamı yok. Soyut.” Kullanılan tüm yöntemleri belirleyen, aile hakkında analizler yapan, Süper Dadı Yeşim Varol Şen’in ‘iç sesi’, programın görünmeyen yüzü Psikolog Aysun Ömeroğlu ise bu uygulamadaki amaçlarını şöyle açıklıyor: “Düşünme sandalyesi bir sonuç. Bu yöntem kadim ve bilimsel bir temele dayanıyor. Çocuklarla annelerin arasında hezeyan dolu bir ilişki var. Çok uyumsuzlar. Şiddet de var. Güven duymuyor çocuk. İdeal ilişkide çocuk annesinin sözünü dinler, işbirliği yapar. Sandalye annenin tutarlılığını ortaya koymak için bir araç. Çocuk karşısında şiddet göstermeyen, iş birliği yapılabilecek bir anne görüyor. Güven duygusunu bu vesileyle yeniden tesis edebilirler. Soyut hiçbir şey yok. Anne kararlı. Evladını dövmeden, aşağılamadan uyguluyor doğrularını. Tek bilgi bu. Sandalyeye aşırı tepki veren çocuklar fazlaca şiddet görenler. Sandalye bir sebep değil, sonuç.”

Çocuk Gelişimi Eğitimi ve Edebiyat Uzmanı Elif Konar, küçük insanların penceresinden bakıyor mevzuya: “Etrafındaki kocaman yetişkinler ona sürekli bir şeyler emrediyor. Söyleneni yapana kadar da bu ceza/işkence sonlanmıyor. Keşke yetişkinler çocuğun yerine o an kendisini koysa. Dehşet verici bir durum. Kameralar önünde aşağılanması, küçük düşürülmesi, onursuzlaştırılması yetmiyormuş gibi bir de tam olarak anlamlandıramadığı, dillendiremediği konularda olumlu davranış sergilemesi bekleniyor. Tam bir karmaşa!”

Eğitimci ve bireysel aile danışmanı Fikriye Metin’e göre ise çocuk; anne, baba, dadı kim varsa, karşısındaki herkese öfke besliyor, ayakları yere basmaya başladığı ilk anda (ergenlik) patlamak üzere yaşadıklarını biriktiriyor. Sandalyeye ağlata ağlata oturtulan çocuğun her seferinde duyguları biraz daha ölüyor, kalbi kaskatı kesiliyor. Böyle terbiye edilen çocuklar yetişkinlik yıllarında artık hissedemediği için özel hayatında, sosyal ilişkilerinde, iş dünyasında sıkıntılarla boğuşuyor ya da yönlendirmelerle hayatını idame ettiren mekanik bir kişiliğe bürünüyor.

Ödül ve ceza kullanılıyor


Sandalye cezasının ardından çocuğa zorla özür dilettirilmesi de dikkate değer bir ayrıntı. Çünkü küçük kız-erkek içinde bulunduğu yaş itibari ile özrü kavrayamıyor. Ama kendisine yönelmiş her türlü baskının altından özür dileyerek kurtulabileceğini öğreniyor. Bu da onun sınırlarının genişlemesi anlamına geliyor. Uzmanlar, çocuğun belli bir gelişim düzeyine geldikten sonra özür dileyecek mekanizmalarının harekete geçirilmesini destekliyor. Ancak bunun “baskı ve zorlamalarla” değil, saygın ilkesel metotlar kullanılarak yapılması gerekiyor. Mehmet Teber’in önerileri şöyle: “Öyküler, kıssalar, aile içinde yaşanmış örnekler, çocuktaki merhamet duygusunu geliştirecek aktiviteler, dışarı çıkıldığında çevreye gösterilen duyarlılık, hayvanlara-bitkilere ebeveynin bakış açısı, anne-babanın hata yaptığında özür dilemesi çocuğun içine bu duyguyu yerleştirebilir. Şekil var ama ruh yok. Dış disiplin değil, iç disiplin önemlidir çocuk terbiyesinde. Dadı mevcut uygulamasıyla dış disiplin oluşturmaya çalışıyor.”

Sirklerdeki hayvanlar ödül ve cezayla eğitiliyor. Mesela güvercinler istenilen hareketleri yaptıklarında yem atılıyor, yapmadıklarında da elektrik şoku veriliyor. Ayılar da benzer şekilde muamele görüyor. Zamanla hayvan ödül kazanmak ya da cezaya mahkûm edilmemek için kendinden istenileni yapıyor. Dolayısıyla ayılar oynamaya, aslanlar ateşli çemberlerden geçmeye başlıyor. Vicdan sızlatan bu yöntemler ne yazık ki insanoğlu için de kullanılıyor. Mesela Süper Dadı’da çocuklar anne-babasının isteklerini yerine getirdiğinde, ödevlerini yaptıklarında, kardeşlerini dövmediklerinde ödül kazanıyor, aksi hâlde cezaya çarptırılıyorlar. Hâlbuki ceza “o an” belli davranışları düzeltiyor gibi görünse de çocuğun ruh dünyasını bozuyor. Psikolog Aysun Ömeroğlu tüm hayatın ceza üzerine kurulmadığını fakat çok problemli ailelerde, çocuklarda geneli değiştirmek için minik cezalara ihtiyaç duyduklarını, cezadan yana asla olmadıklarını anlatıyor. Cezayı ‘antibiyotik’ şeklinde tanımlıyor; sağlıklı, her zaman kullanılabilir değil. Ama ilerleyen rahatsızlıklarda mecburen küçük dozda başvurulması elzem. Hele de işin ucunda şiddet var ise. Ödüller ise çocuk olumlu davranışı gerçekleştirmese de çoğu zaman veriliyor. Çünkü aile içinde takdir edilmeyen, güzellikleri, farklılıkları görülmeyen kız-erkeklerin sayısı fazla. Gülen yüzler ailenin çocuğunu fark etmesini sağlıyor. Psikolog Fikriye Metin, Aysun Hanım’la aynı fikirde değil. Çünkü ders çalışmayan, sorumluluklarını yerine getirmeyen, düzensiz, sınav endişesi yaşayan, dikkat dağınıklığı bulunan çocukların özüne indiğinde ödül-ceza yöntemine tabi tutulduklarını gördüğünü söylüyor. 

Elif Konar, çocuk eğitiminde fiziki, duygusal, psikolojik her türlü cezaya kesinlikle başvurulmaması gerektiğini anlatıyor. Çocuk Gelişimi ve Montessori Eğitimi Derneği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Konar’a göre; çocuk, ya ceza verileceği korkusu ya da ödül alacağı beklentisiyle davranışlarını ‘o anlık’ değiştiriyor. Fakat bu esnada benliği kaygıya bürünüp yara alıyor. Kaygı ise birçok davranış bozukluğunun ana sebebi. Anne-babalar, ödül sistemine, çocuk ruhunu nasıl tahrip ettiğini göremediği için sıklıkla başvuruyor. Halbuki ödül de bir ceza. Çünkü kişi kendinden beklenenleri bir daha yerine getiremeyeceğini düşününce kaygılanıyor. Böylesi çocuklar hiçbir zaman kendileri olamıyor, sahte benlik geliştiriyor.  

Uzmanlar, günümüzde ödül ve cezalarla yetişmiş yeni bir tip insan modelinin varlığını kabul ediyor. Otur denildiğinde oturan, çalış denildiğinde çalışan küçük insanlar anne babalarını bayağı memnun ediyor. Tabii onlar suskunluklarını ergenlikte bozup aile içinde ‘isyankâr’ diye tanımlanana kadar. En savunmasız oldukları dönemde baskı ve zorlamalarla duygusal yoksunluk içinde bırakılan çocuklar, büyüdüklerinde anne-babalarına o günlerin hesabını soruyor. Ardından da aileden kopuşlar başlıyor. Konar, bu incitici kısır döngüden kurtulmak için çocuk terbiyesi ve eğitiminde yeni arayışlara girmemiz gerektiğini söylüyor: “İnsanda ve tabii ki çocuklarda da akıl, kalp, ruh, vicdan, sır, onur, izzet var. Mevlana kültürünün hâkim olduğu Anadolu topraklarında çocuk yetiştirilirken hiçbir şiddet yoktu. İnsan gibi insan olma, tevazu, alçak gönüllülük, vicdan kültürünün temellendirdiği çocuk terbiyesi yerine; materyalist yöntemlere göre ‘şartlanan çocuk eğitimi metotları’ konmaya devam ederse daha büyük sorunlarla karşılaşmamız muhtemel. Bu yanlış fark edilmedikçe de gerçek manada çözüme kavuşmak zor.”  

Ağlatılarak uyutulan bebekler

17 aylık bir bebek. Sorunu beşiğinde değil de annesinin yanında uyumak istemesi. Bunun için Süper Dadı devreye giriyor, anneye bunun bir sorun olduğunu anlatıp sabit çözüm tekniğini devreye sokuyor. Nasıl mı? Anne, bebeği uyku vakti geldiğinde beşiğine bırakıyor. Çocukla tüm iletişim kanallarını kapatıyor. Bebek önce ne yaşadığını anlayamıyor. Sonra başlıyor ağlamaya. Annesizliğe henüz ruhen hazır olmayan bebek her geçen dakika biraz daha sesini yükseltiyor, annesinin onu duymadığını düşünüyor. Çünkü anne yavrusunun hiçbir hareketine karşılık vermiyor. Bebeğine ilk kez bu kadar tepkisiz kalan annenin başında Süper Dadı bekliyor ve ‘Kesinlikle almamanız lazım’ diyor. Bebek annesine ulaşmak için 30-40 dakika ağlıyor. Bitap düştüğünde ise uyuyakalıyor. İkinci gün uyku vakti geldiğinde bebeğin kaygısı daha çok artıyor. Ama anne kararlı. Günler böyle geçiyor. Çocuk sonunda annesinin onu tamamen bıraktığını anladığı için 10-15 dakika ağladıktan sonra uykuya dalıyor. Acaba bebek tüm bunlar yaşanırken ne hissediyor?

Mehmet Teber, bu durumu şöyle değerlendiriyor: “Çocuk bu baskılarla kendi yatağında uyumaya alışır; ama bu kadar ağlamama rağmen annem bana neden sarılmadı, gözlerimin içine niçin bakmadı, beni artık sevmeyecek gibi kaygılarla. Eğer anne o anda vicdanen rahatsızsa doğru gitmeyen bir şey vardır. Annelik hissi yanıltmaz. Kainattaki hiçbir canlı çocuğunu yetiştirebilmek için bilgiye ihtiyaç duymaz. Annenin şefkati bebeğini ağlata ağlata uyutmaya müsaade etmez, onu kucağına almak, bağrına basmak ister. Zaten anne ile çocuk arasındaki güven duygusu böyle gelişir.” Süper Dadı’daki uygulamanın tersine uzmanlar bebeklerin 2 yaşına kadar annesiyle tensel teması kesmeden uyuması gerektiğini söylüyor. Çünkü gece sıçrayarak uyandığında annesini yanında bulması, kendini emniyette hissetmesi çocuğun benliğini güçlendiriyor. Aynı zamanda Anne ve Bebek Psikolojisi Danışmanı Aysun Hanım bu fikre karşı çıkmıyor. Yalnız bizim ekranlarda görmediğimiz ayrıntıların varlığından bahsediyor: “Huzurlu, kendini güvende hisseden bebek zaten kolaylıkla uyur. Bizim karşılaştığımız çocuklar annelerinin şefkatini tam alamamış, kendini güvende hissetmeyenler. Anne 18 aylık bebeğe fiziki ve psikolojik şiddet uyguluyor. Anne uyuyamadıkça daha da zararlı hâlâ bürünebiliyor. Biz bebeği uyutup anneyi dinlendiriyoruz. Böylece bebeği koruyoruz aslında. Programda çok ağlatılarak uyutulan bebek sayısı 3’ü geçmez. Anneye doyanlar, yeterli beslenenler 5-10 dakika içinde uyuyakalıyor. Biz nasıl doyacağını da anlatıyoruz ekran arkasında. Şöyle tut, sarıl, yumuşak ses tonuyla konuş vs diye yönlendirmeler yapıyoruz.”

Süper Dadı programı şimdiye kadar onlarca eve konuk oldu. Her ailenin temel sorunları, kültürleri, eğitim düzeyleri, fiziksel şartları, yaşam tarzları birbirinden farklıydı. Fakat hangi eve gidilirse gidilsin aynı çözüm yöntemlerinin sıralanması hayret vericiydi. Oysa insan yaratılışı itibariyle oldukça karmaşık bir varlık. Aynı yaşantının tesiri her bireye göre farklılaşırken Süper Dadı’nın sadece “davranışçı ekolden” beslenmesi ne kadar isabetli?

Kendi gibi olabilen çocuk


Sorumuzun ilk muhatabı Psikolog Ömeroğlu: “Aileler maddi-manevi ciddi sıkıntılar içinde. Her sorunun altında yatan türlü türlü sebep var. Ama bunların tümünü televizyonda gösterebilmemiz mümkün değil. Bundan dolayı davranışı çekiyoruz, evdeki kısır döngüyü gösterip buna odaklanıyoruz. Olayları görüntülü şekilde vermek durumunda kalmamız bizi bir takım yüzeyselliklere itebiliyor. Evdeki her şeyi düzeltemeyiz. Ama aile fertleri, izleyenler ‘Bu konuda benim de eksikliklerim var’ diyorsa biz amacımıza ulaşmışız demektir. Kaldı ki ailelerle 7-10 gün boyunca 15-18 saat çalışıyoruz, elimizden gelen tüm desteği veriyoruz.” Psikolog Fikriye Metin’e göre dünyada ne kadar psikolog, pedagog varsa o kadar da çözüm yöntemi var. Davranışçı ekol de bunlardan biri. Ortaçağ Avrupası’ndan kalması, Avrupa ülkelerinin bile bu yöntemi eleştirmesi ise önemli. Çünkü onlar son yüzyıl içinde çocuk eğitiminde insanı ve duyguları merkeze alan hümanist (insancıl) yaklaşımı benimsiyor. Çocuğun baskı ve zorlamalarla eğitilmesini insan kişiliğine yakıştırmıyor. Dahası bilim adamları Yunus Emre, Mevlana gibi önemli şahsiyetlerin hayatlarını yakından araştırıyor, yakaladıkları ayrıntıları formülleştirerek çocuk eğitiminde kullanıyor.

Süper Dadı’nın kulaktan kulağa hızla yayılmasının en önemli sebebi, ailede yaşanan onlarca sorunun 7 gün içinde çözüme kavuşturulması. Ekranlara böyle yansısa da durum, Aysun Hanım ‘sadece’ genel hatları çizmeye, ebeveynlerin kendilerine ve çocuklarına dair bir ‘fikir’ vermeye çalıştıklarını belirtiyor. Ayrıntılı çalışmalar için kendisine geri dönüş yapan aileleri geri çevirmiyor, sorunlarıyla ilgilenmeye devam ediyor. Hatta yaşadıkları şehirdeki hastanelere program vesilesiyle ‘ücretsiz’ psikolojik destek için yönlendirdiği ebeveynler var. Programa konuk olan ailelerin 2 bin TL aldıklarına dair eleştirilere ise Ömeroğlu çok üzülüyor: “7-10 gün o aileyle birlikte yaşıyoruz. Ailenin 3 ayda kullanacağı elektriğini biz bu süreçte tüketiyoruz. Normalde tek odasını ısıtıyorsa biz geleceğiz diye tüm evi sıcacık yapıyor. Halılar kirleniyor, eşyalar yıpranıyor, minik kazalar yaşanıyor. Herkesin zararı ne kadarsa ödeyelim dedik. Sonra baktık bu şık durmayacak. Sabit bir ücret belirledik. Aileler program çekimi bittikten sonra haberdar oluyor bundan. Anlaşmamızda yazılı değil çünkü. Bazı aileler kabul etmek bile istemiyor. Bize de onlara da haksızlık yapılmasın lütfen.”    

Hakiki manadaki bir çocuk terbiyesinde, çocuğun fıtratını keşfetmek ve onu istidatları doğrultusunda yetiştirmek söz konusu. Bizim toplum olarak “uslu çocuk”lara değil, kendi gibi olabilen, fıtratını keşfeden/tanıyan, iç disiplinini sağlamış, vicdan sahibi “insan”lara ihtiyacı var. Hasılı; Süper Dadı kesinlikle yayından kaldırılmamalı ama üzerinde tekrar düşünülmeli. Psikolog Aysun Ömeroğlu’nun her türlü yapıcı eleştiriye, yeniliğe açık olduğunu söylemesi bundan sonrası için umut verici. Yalnız onlarla birlikte çalışmaya karar veren psikologların yoğun iş temposuna dayanamayıp iki günde programı terk etmesi de başka bir handikap. Anlaşılan o ki; yeni dönem her iki tarafı da samimiyet testinden geçirecek...

 

Mehmet Teber (Pedagoji Derneği Başkanı): Yeni bir konseptle program devam etmeli…

Güzel niyet doğru yöntemlerle buluşturulmalı. Süper Dadı, bahsettiğimiz unsurlar süzülüp yeni bir konseptle devam etmeli. Sorunları nereden kaynaklandıklarını bilirsek daha kolay düzeltebiliriz. Pedagoji Derneği olarak bir proje çocuk için mi, yoksa çocuklar üzerinden mi yapılıyor diye inceliyoruz. Süper Dadı’nın en sıkıntılı taraflarından biri de bu. Eğer çocuk için yapılıyorsa onu neden medyatik yapıyorsun, ifşa ediyorsun, etiketliyorsun? Yapılması gerekenlere gelince; tek değil, çoklu yaklaşım tercih edilmeli, sorunların kökenine inilmeli, hikâyeler aile fertlerinden dinlenip skeç şeklinde canlandırılmalı. Gerçek kişiler ve bilgiler asla kullanılmamalı.


Bu Bayram Çocukların Olsun!

Pedagoji Derneği olarak çocuklara bayramı yeniden yaşatmak, yetişkinler olarak da bayramda çocukları daha fazla sevindirmek, çocukların bu bayramı/bayramları gelecekte tatlı bir hatıra ile yad etmelerini sağlamak amacıyla bir proje geliştirdik. Projemizin adı “Bu Bayram Çocukların Olsun“

Bu sene projemizin üçüncüsünü gerçekleştireceğiz. Geçen sene 100 gönüllü ile 1000 çocuğa ulaşmış ve kumbara hediye etmiştik. Bu sene çocuklara gönlümüzden geçen oyuncakları hediye ediyoruz.

PROJEYE NASIL KATILABİLİRİM?

1) Bize katılmak için bayram öncesi kız ve erkek çocuklara yönelik toplamda 10 oyuncak alıp bayramda hediye etmeniz yeterli.
2) Hediyelerimizi hediye paketi içinde vermek diğer bir kuralımız.

Projeye katıldığınızı belli etmek için iletişim sayfasını kullanarak “Adınızı-Soyadınızı ve katıldığınız İli” bize göndermeniz yeterli. Facebook’taki etkinlik sayfasımıza da bu bilgileri yazarak aramızda olduğunuzu gösterebilirsiniz.

Şimdiden “Bu Bayram Çocukların Olsun”

HEDİYE ÖNERİLERİ

… Su tabancası, toka, kolye, bilezik, saat, ilginç kalemlikler, kalemtraşlar, kalemler, stickerler…

 
Bir Yanlışsın Sen!

Pedagoji Derneği olarak, çocuğa dair olan her konu ve üründe onun ruh sağlığının korunmasını, zarar görmemesini öngörüyoruz. Bir ürünü incelerken kendimize şu soruyu soruyoruz: “Bu ürün çocukların fayda görmesi için mi üretilmiş yoksa çocuk üzerinden fayda elde etmek için mi?” Medyada çocuğa dair yapılan yarışma programları da, bizzat içinde çocuk olduğu için derneğimizin ilgi konusunu oluşturuyor ve biz bu soruyu onlar için de soruyoruz.

Derneğimiz Bir Şarkısın Sen adlı programı uzun süreden beri takip etmektedir. Bu program, tarafımızca ilk olarak yukarıdaki sorumuz çerçevesinde incelemiştir. Bu programın çocukların zihinsel, fiziksel, duygusal, sosyal vb. gelişimi için üretilmiş olup olmadığı tartışılmıştır. Ne var ki genel kanaatimiz bu programın çocukların faydası için değil, çocuklar üzerinden fayda elde etmek için üretildiği yönündedir. Program çocukların yeteneklerini ortaya çıkarmaktadır, doğru. Ancak bu faydanın yanında programda o kadar çok zarar vardır ki, program bir yetenek keşif-geliştirme programından çıkmış, çocukların şov yapıp büyüklerin alkışladığı program halini almıştır. Derneğimiz aşağıdaki gerekçelerle programın devamını ancak pedagojik bir süzgeçten geçirildikten sonra öngörmekte, şimdiki formatta devam etmesi durumunda ise izleyen ve programda rol alan çocuklara zarar veren bu programın izlememesini tavsiye etmektedir.

Programın Çocuklar Üzerindeki Olumsuz Etkileri


1) Programın İstanbul’da yapılıyor olması, çocukların bu şehre transferini gerekli kılmaktadır. Küçük çocuklar aylar süren program için onların temel bakımını sağlayan ailelerinden ve sosyal çevrelerinden ayrı kalmakta ve duygusal yoksunluk yaşamaktadır. Bir çocuk için iki hafta bile yaşam çevresinden ve özellikle anne-babadan ayrı kalmak, büyük sorun olabilecekken bu sürecin aylar boyunca devam etmesi çocuk ruhunu zedelemektedir.

2) Programın devam süresince çocukların eğitimi de aksamaktadır. Elemelerden başlayıp, programın geçmiş yıllarda son bulduğu tarihler göz önüne alındığında çocukların akademik hayatı uyum ve yoğun provalar nedeni ile olumsuz etkilenmektedir. Programa katılan çocuklar, program süresince ve sonrasında okula ve derslere adapte olmada zorluk çekebilmektedir.

bir şarkısın sen programı3) Günümüzde kısa süreli şöhret olmanın ağır sonuçlarıyla sıklıkla muhatap oluyoruz. Çok kısa zamanda herkes tarafından tanınır olmak, sürekli izlenmek ve takip edilmek, meraklı gözlerle seyrediliyor olmak, gereğinden fazla takdir alıp, özgüven aşılmasına maruz kalmak yetişkinlerin bile psikolojisini bozabilecekken, çocuk ruhuna fazlasıyla ağır gelmektedir. Yetişkin insanların bile kaldırmakta zorlandığı şöhret çocuk için zor bir durumdur. Oyun çağında, sosyalleşme sürecinde bu kadar bilinmişlik ve şöhret, çocuk için özgürlüğünü kısıtlayıcı, çocukluğun saf ve masumluğunu engelleyici bir duruma dönüşebilmektedir.

4) Program sürecinde aşırı takdir, övgü ve ödüle maruz kalan çocukların sonraki hayatı bu aşırı övgülerden olumsuz etkilenmektedir. Hayatının bir aşamasında gereksiz övgüye maruz kalan çocukların gelecekte hata yapmaktan korktukları, başarısızlığa tahammüllerinin azaldığı, sıradan küçük övgüleri yetersiz bulduğu, hata yaptıklarında bu hatadan çok olumsuz etkilendikleri, kendilerinde var olanın üstünde yetenek bulunduğunu düşündükleri yapılan araştırmalar ile göz önüne serilmiştir.

5) Televizyon programı çekimleri oldukça stresli ve zor bir iştir. Programa hazırlık başlı başına yorucu bir süreçtir. Kameralar önünde, yönetmenlerin müdahalesi eşliğinde tekrar tekrar çok iyi performans göstermeye çalışmak çocukları fiziksel olarak yormaktadır. Dahası yönetmenlerin, sunucunun, ailenin beklentileri çocuklar üzerinde yoğun stres oluşturabilmektedir.

6) Çocuklar program bitip de evlerine döndüklerinde şok yaşayabilmektedir. Ünlülerin kendileri hakkındaki övücü sözleri, seyircinin alkışları, milyonların övücü yorumlarının arasından yeniden sıradan çevrelerine dönen çocuklar, günlük kıyafetlerini giydiklerinde, büyüklerinden bir şekilde azar-ikaz işittiklerinde, ruhsal bir bunalım ve karmaşa yaşamaktadır.

7) Programda çocuklara giydirilen kıyafetler bir önceki seneye göre daha çocuksu olsa da yine büyük oranda yetişkinlerin giydiği kıyafetlerdir. Ayakkabılar, saç şekilleri, takılar ve makyajlar ile bir çocuğu daha çocukken büyütmek, büyüklerin jest ve mimiklerini onlara takmak ertelenmiş ve yaşanmamış bir çocukluğun da kapılarını açmaktadır. Dahası bu çocuklar, programı izleyen birçok aile ve çocuk için de kötü örnek teşkil edebilmekte, henüz çocuk olmadan, çocukluğunu yaşayamadan büyümeye çalışan bir nesil yetişmektedir.

8) Programda çocuklara söylettirilen şarkıların içeriği de çok olumsuz mesajlar içerebilmektedir. “Bana üç tane yetmez, üç de yetmez beş tane koca ver” gibi bir şarkıyı alkışlar eşliğinde, milyonlar önünde, provasını defalarca yaparak çocuğun zihnine kazımak, programın ne kadar pedagojik olduğunun diğer göstergelerinden biridir.

Özetle, programda her ne kadar ‘Çocuklar değil şarkılar yarışacak’ gibi bir söylem olsa da, bir önceki yıl kullanılan SMS oylaması kaldırılsa da, çocuk kıyafetleri konusunda ilerleme sağlansa da, sonuçta halkın gözünde yarışmacı çocuğun kendisi, fiziksel özellikleri, hikâyesi ve performansıdır. Pedagoji Derneği olarak yukarıdaki gerekçelerle ve çocukların bir işçi gibi çalıştırıldığı düşüncesi ile “Bir Şarkısın Sen” adlı programı tasvip etmiyoruz. Program yapımcılarını, programı yayınlayan TV kanalını, çocuğu düşünen herkesi ve bu konu ile ilişkili olan bakanlıkları çocukların ruh sağlığını korumaya davet ediyoruz.

Saygılarımızla…



Bu haber 1,353 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    9,990 µs