Çağdaşlık, yargı, üniversite
0 0 0000 00:00 tsi
YÖK'ün uzmanlara hazırlattığı "Yükseköğretim Stratejisi"nde liberal felsefenin önemli etkilerini görüyoruz. Mesela merkeziyetçilik eleştiriliyor ademi merkeziyet savunuluyor, piyasayla ilişkilerin güçlendirilmesi isteniyor.
Halbuki resmi gelenekte merkeziyetçilik ve devletçilik yüceltilir. Piyasaya ve siyasete kuşkuyla bakılır! Pozitivist resmi ideolojide, bilim herkesi aydınlatacak bir 'nur' gibi görülür, kutsanır, "dışarıdan dokunulmaması" istenir!
Danıştay'ın başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi'nin özel yüksek okulları kapatan 1971/3 sayılı kararı bu otoriter pozitivist ve 'Eflatuncu' anlayışın bir kanıtıdır.
Yargının "Vakıf üniversiteleri üniversite adını kullanamaz!" diye karar verdiğini de hatırlayalım!
Kimse karışmasın!
Anayasa Mahkemesi söz konusu kararında kalite kontrolü falan gibi teknik konulara ilişmeden, yükseköğretim konusunda temel bir önyargıya dayanıyor:
"Toplumdaki çeşitli kümelerin toplum açısından önemli alanlardaki yükseköğretime girmesini önlemek... Bilimsel ölçüler dışındaki etkilerin, başka deyimle siyasal çevrelerin veya çeşitli çıkar ve düşünce kümelerinin etkisi dışında tutmak gerekir!"
Özel yüksekokullar için şöyle deniliyor:
"Özel yüksekokullar belli iktisadi çevrelerin veya düşünce kümelerinin çıkarlarına uygun bir öğretime daha yatkın bir ortamdadır!"
Resmi ideolojiyi çok iyi yansıtan kararda, temel felsefe, "Devlet" kelimesini büyük harfle yazarak şöyle ifade ediliyor:
"Salt iktisadi nitelikte olmayan kamu işlerinin Devletçe ve Devlet kaynaklarıyla ve kazanç amacı güdülmeksizin görülmesi..."
Çünkü, özel sektörün bu alana girmesi, "öğretim ve eğitimin temel hedeflerinden saptırılması, gitgide soysuzlaştırılması sakıncasını doğurur..."
Çağımızda üniversite
Halbuki YÖK'ün 250 sayfalık "strateji" raporuna göre, çağımızda "üniversiteler kaynaklarını giderek kamu kesimi dışından sağlamaya" ve hatta "özel kurumlar desteğiyle salt o kurumlar için araştırma ve geliştirme yapmaya" yönlendirilmektedir! (Sf. 39)
Özel sektörün eğitim ve öğretim alanına girmesi kötü bir şey değil, aksine, "bir kamu malının özel olarak sunumudur" ve dünyada özel yükseköğretim kurumlarındaki öğrencilerin oranı 1985'te yüzde 18 iken, bugün yüzde 30'a yaklaşıyor! (Sf. 41)
Çağımızda üniversite öğretiminde kalite denetimi yapmak için "Ulusal Kalite Güvence Ajansları" kuruluyor ve genellikle üniversite, işveren ve hükümet temsilcilerinden oluşuyor! (Sf. 43)
Üniversite yönetimlerinde de "girişimci model" yaygınlaşıyor. Bu modelde, "çoğunluğunu üniversite dışından atanan üyelerin oluşturduğu bir 'Yönetim Kurulu' idari ve mali sorumluluğu üstleniyor, rektörü seçip atıyor. 'Üniversite Senatosu' ise akademik yönetimi üstleniyor." (Sf. 46)
YÖK raporunda Türkiye'de "tüm üniversitelerin dıştan destek ve eleştiri alabilmek amacıyla danışma kurulları oluşturmaları" isteniyor. (Sf. 166-170)
Anayasa Mahkemesi'nin kararının tam tersi bir felsefe!
Prof. Üstün Ergüder'in belirttiği gibi, yargının bu tür kararları maalesef Türkiye'de yükseköğretimin gelişmesini geciktirdi.
Tabii sadece öğretim alanında değil... Yargı ve hepimiz artık "çağdaş"ı eskimiş metinlerde değil, çağımızda aramalıyız.
Bu haber 237 defa okundu.
Yorumlar
+ Yorum Ekle