En Sıcak Konular

Sol'da 'şiddet' tartışmaları

23 Mayıs 2012 17:08 tsi
Roni Margulies ve Etyen Mahçupyan'ın yazdığı yazılar, aslında konuyu ilk baştan tartışılması ve hesaplaşılması gereken noktaya getiriyor. Mahçupyan'ın 'Sol'un sorunu Şiddet'tir yazısına karşılık Roni Margulies'in ' Türkiye solunun sorunu da şiddete

Türkiye'de Sol düşüncenin oluşum ve gelişim süreci ile Kemalizm arasında doğrudan bir ilişki irtibat var. Türkiye Sol'unun özgün anlamda herhangi bir doktrinel altyapısı ve hareket alanına sahip olmadığını, daha çok dayatmacı bir iktidarın gölgesinde geliştirilen pragmatik ilişkilerden muteşekkil, ithal malı bir muhalefet durumunda.

Marksizm ve liberalizm kaynak ve düşün yapıları itibarı ile aynı özden çıkmış, aydınlanma felsefesininüretimi iki kardeştirler. Ortak noktaları fazla ama farklılıkları da ciddi şekilde vardır. Aynı dilden aynı dünyadan konuşurlar, ikisi içinde bilim referanstır, ikisi de insanlığın üretici kapasitesinin artırılmasına çalışırlar. Büyük mücadeleler sonucunda Katolikliğin dolayısı ile dinin hayatın dışına itilmesinden sonra onun yerini doldurma iddiası ile liberalizm ve sosyalizmin ortaya çıktığını, farklılıkları ve ciddi eleştirileri olmasına rağmen sosyalizm de aydınlanmanın dilinden, dünyasından konuştuğunu görüyoruz. Bu açıdan liberalizm, kapitalizm ile Marksizm-Sosyalizmin eşitlik, özgürlük, bilimsellik, ilericilik vb ortak kavramları kullanmasının tesadüfî olmadığının altını çizmemiz gerekir.

Türkiye’de sosyalizm anavatanında geçirdiği süreçleri yaşamadan genel anlamda Marksizm safhası ile geliyor. Parçalanma ve dağılma sürecine giren Osmanlı İmparatorluğu’nda Sol düşüncenin de bir türKurtarıcı İdeoloji olarak yaşadığımız coğrafyaya girdiğini ve Türkiye’de Solun ilk unsurlarının da İttihat ve Terakki kökenli olduğunu bilmekte yarar var.

Kanlı 1 Mayıs derin devletin tertibidir iddiasına karşın, 1977’de 34 kişinin ölmesiyle sonuçlanan gelişmelerin “solcuların kendi içindeki” çatışmalardan kaynaklandığını dile getiren Halil Berktay'ın iddiları sol kesim içerinde büyük tartışmalara yol açmıştı. Tartışmaya her geçen gün yazarlar tarafından farklı bir boyut kazandırılıp yeni yeni konu başlıkları açılıyor.


Bugün de Roni Margulies ve Etyen Mahçupyan'ın yazdığı yazılar, aslında konuyu ilk baştan tartışılması ve hesaplaşılması gereken noktaya getiriyor.  Mahçupyan'ın  "Sol'un sorunu Şiddet"tir yazısına karşılık Roni Margulies'in " Türkiye solunun sorunu da şiddete düşkün olmak değildir,  Kemalizm’e düşkün olmaktır" diye tartışmaya yeni bir boyut kazandırdı.Önümüzde ki günler de muhtemeln Sol'un Kemalizm ile ilişkisi Üzerine birçok değerlendirme ve analiz yazılar yazılacaktır. Bu tartışmaya katkı sunma amaçlı Bu iki yazıyı sizlerin ilgisine saunuyoruz ;


İşte Etyen Mahçupyan ve Roni Margulies'in yazıları ;



Şiddet ve sosyalizm

Roni Margulies

Bu yazı kısa olacak, sayfanın dibine ulaşmayacak. Konusu çok basit çünkü: Sosyalizm ile şiddet arasındaki ilişki.

Böyle bir ilişki olmadığına göre, yazı da uzun olamayacak.

Sosyalizm, benim üye olduğum partinin yönettiği toplum değildir.

Sosyalizm, başka herhangi bir partinin sosyalist üyelerinin yönettiği toplum değildir.

Sosyalizm, halkın seçtiği çok iyi, çok vicdanlı bir sosyalistin çok iyi yönettiği toplum değildir.

Sosyalizm, halkın seçtiği çok solcu bir hükümetin yönettiği toplum değildir.

Sosyalizm, ilerici subayların, iyi niyetli aydınların, kahraman gerillaların gerçekleştirebileceği bir toplum düzeni değildir.

Sosyalizm, işçi sınıfının kendi kitlesel eylemiyle toplumu değiştirip kendi iktidar organları yoluyla kendi kendini yönettiği toplum demektir.

(“İşçi sınıfı” ifadesine takılanlarınız olacak, biliyorum, ama şu anda o konuya girmeyelim. İsteyen “emekçiler”, “çalışanlar”, “mülksüzler” filan diye düşünsün, farketmez, kimlerden bahsettiğimiz belli.)

Bu söylediklerim benim tercihlerimin ifadesi değil. “Böyle olsa daha iyi olur” demiyorum. “Böyle olmak zorundadır, başka türlü olmaz” diyorum.

Sosyalizm, ancak geniş emekçi kitlelerin kendi eylemi sonucu olur, çünkü kendi kendini yönetecek olan kitleler ancak o eylemin içinde çağların pisliğinden, mevcut düzenin dünya görüşünden, inançlarından, alışkanlıklarından, yamukluğundan kurtulurlar. Düzeni değiştirme eyleminin içinde kendileri değişirler.

Yani sosyalizme geçişte, kitlelerin kendi eylemi “olsa ne güzel olur” değil, “olmazsa olmaz” koşuldur.

Mevcut düzenin yerine başka bir düzen yaratma sürecinde geniş emekçi kitleler kendi yönetim organlarını oluşturur ve ancak bu süreç içinde oluşturur. Bu organlar onlara yukarıdan verilemez, hediye edilemez, onlar adına yönetilemez.

Daha güzel bir toplum için harekete geçen emekçi kitlelerin eylemi, tarih boyunca, iş bırakma, işyerine el koyma, toplumsal ihtiyaçları karşılamak için tabanda örgütlenme, mevcut iktidarı kabullenmeme, aşağıdan yukarı doğru kendi iktidarını kurma şeklini almıştır.

Kapitalizm çağında hiçbir devrim, geniş kitlelerin silahlanıp mevcut düzenin ordusunu yenilgiye uğratmasıyla olmamıştır. Geniş kitleler silahlı değildir, silah kullanmayı bilmez, düzenli ordu gibi davranamaz, düzenli bir orduyu yenemez. Mevcut düzenin ordusu, yenildiği için değil, sokaktaki milyonlardan etkilendiği için, onların üzerine ateş açmayı reddettiği için dağılır.

Geniş emekçi kitlelerin gücü, silah veya şiddetten değil, kitlesellikten, toplumun çoğunluğu olmaktan ve üretim yapan sınıf olmaktan kaynaklanır.

Şiddet kullanmak, mevcut toplumda şiddet tekelini elinde bulunduran ve bunu profesyonelce kullanan egemenlerin işine gelir, geniş kitlelerin değil.

Sosyalizm hakkında söylediklerimi gerçekçi bulmayabilirsiniz. Gerçekleşme ihtimali olmadığını düşünebilirsiniz.

Gerçekçi olup olmadığı başka mesele. Onu başka zaman tartışırız.

Ama yukarıda anlattığım sosyalizm ile şiddet arasında hiçbir ilişki yoktur, tarihsel olarak olmamıştır, teorik olarak zaten olamaz.

Türkiye solunun sorunu da şiddete düşkün olmak değildir zaten.

Kemalizm’e düşkün olmaktır.

_____________________________________________________

Sol ve Şiddet

Etyen Mahçupyan

Solun şiddetle ilişkisi son günlerin popüler konularından biri.

1980 sonrasında solun şiddet kullanımıyla bir nebze hesaplaştığı ve bugün artık şiddeti savunan bir sol örgütlenmenin olmadığı düşünülürse, tartışmanın yeniden bu eksende oluşması şaşırtıcı olabilir. Ne var ki asıl mesele solun şiddeti 'niçin' tercih ettiğinin sadece pratik düzlemde ele alınması, sol ideoloji ile otoriter zihniyet arasındaki ilişkinin es geçilmesidir. 80 öncesinde sistemle mücadele aranan gerekçeyi oluşturmuştu. Bugün de Kürtlerin hak mücadelesi aynı gerekçeyi besliyor ve solun geniş kesimi PKK şiddetine 'anlayışla' yaklaşıyor.

Bu tutum siyasetin imkânlarını göz ardı eden, cemaatsal varoluşu pekiştirmek üzere apolitik kalmayı kabullenen epeyce marazi bir bakışı ifade etmekte. Çünkü şiddetin anlayışla karşılanmasını 'belki' kabul edilebilir kılan tek koşul siyasetin imkânsız olma halidir. Eğer sözün siyasallaşmasını olanaksız kılan bir tahakküm varsa, şiddete meyletmeyi 'anlayabiliriz'. Ama eğer herhangi bir siyasî tarafın sözü, engelleme çabalarına rağmen, topluma ulaşıyor ve karşılık buluyorsa, şiddet artık sadece siyasî bir tercihtir ve her tercih gibi ideolojik onayı ima eder. Dolayısıyla sol ideolojinin şiddeti 'tercih edilebilir' bir araç olarak gördüğünün, yani şiddet dışı yolların varlığında bile seçilebilmeyi mümkün kıldığının altını çizmek durumundayız.

Bu nedenle soru solun şiddeti nasıl olup da böylesine 'normalleştirdiği', bunun meşruiyetini nasıl kurguladığıdır. Nedensellik zinciri üzerinden yürüdüğümüzde, cevap bizi otoriter zihniyete götürecektir. Yanlışları gören, doğruları bilen ve yanlışın hakkaniyetsizliğine karşı çıkmayı ahlakî bir yükümlülük olarak algılayan; öte yandan azınlıkta olmanın getirdiği çaresizliğin üzerine bir de devlet tarafından ezilen gençlik gruplarının şiddete savrulmasında garipsenecek bir durum yok. Ama buradaki kritik konu nasıl olup da solun kendisini 'yanlışı gören, doğruyu bilen' olarak konumlandırmaya böylesine teşne olduğudur.

Son tartışmalar solun bugün bile kendisine mesafe almaktan uzak olduğunu gösteriyor. 80 öncesinin dünyasında sol içindeki silahlanma ve çatışma eğiliminin, grupları karşı karşıya getirdiği ölçüde 'yanlış' olduğu söylenirken, aynı silahlanmanın ortak düşman karşısında meşru olduğu söylenebiliyor. Yani şiddet işlevine ve sonucuna göre değer kazanıyor. Bizatihi şiddetin sol siyaset ve sol kimlikle ilişkisinde ilkesel bir yanlış görülmüyor.

Bu durum solcuların kendi içlerindeki şiddetin üzerini niçin örttüklerini de büyük ölçüde açıklıyor. Örneğin 77 yılının 1 Mayıs'ında ateş açan solcuları hatırlamamanın nedeni bir utanç duygusu, ya da devlete koz vermemek değil. Bu olayın sol zihni tasavvurda hatırlanmayı hak etmeyecek kadar normal olması. Otoriter zihniyet gücün meşruiyetini doğal yasaların 'hükmü' olarak sunarken, gücü ifade etmenin yollarını da 'siyaset' olarak tanımlar. Böylece şiddet kullanımı 'siyaset' adına yapılmaya başlanır ve bu imkânın varlığında şiddet kullanmamak siyasetin dışına düşmeyi ifade eder. Bu değerlendirmenin ontolojik zeminini de yine otoriter zihniyet çerçevesinde 'biliriz': Gerçeklik daimi bir çatışma halini ifade eder ve antagonistik unsurlar diyalektik bir çevrim içinde çatışarak insanlığı sürekli olarak bir üst düzeye yükseltirler...

Bu metafizik kabul nihayette 'bilimsel' denen bir siyasetle tamamlanmış ve metafiziğin bilimsel sayılabilmesinin karşılığı o bilimsel siyasetin de gerçekte metafizik alanda yer almasına yol açmıştır. Bunun sonucunda sol siyaset metafizik bir uğraşın aktörü haline dönüşmüş ve gerçekçi olmayan, sonuç getirmeyecek eylem programlarını zorlamıştır. Bu bağlamda apolitikleşme ile bilimsellik iddiası paralel olarak derinleşmiş, sonuçta gerçekliğe dokunamadığı ölçüde yaşanan gerçekliğin 'sahte' olduğunu, 'asıl' gerçekliğin ise ancak sol teori ile kavranabileceğini savunan bir marjinal öğretiye hapsolunmuştur...

Sonuç yaşanan gerçekliğin çoğul ve karmaşık yapısının sol tasavvurda giderek anlamsızlaşması ve enerjinin 'asıl çelişki' üzerinde yoğunlaşmasıdır. Böylece çatışmanın aktörlerini 'saflaştırmak', sömürüyü, mağduriyeti ve ezilmişliği 'kategorileştirmek' mümkün olmuştur. Bu bakış gerçek siyasî aktörlerin tercihlerine ve sorumluluklarına ilişkin analizleri ikincil ve tümüyle pragmatik bir alana hapseder. Son kertede 'asıl çelişki' solu kategorik mağduriyetin parçası kılar ve bu da şiddeti rasyonalize eden güçlü bir duygu dünyası yaratır.

Bugün solun şiddeti genel anlamıyla reddetmesi demokrat zihniyetin yarattığı yeni bir anlayışın ürünü, çünkü artık şiddeti savunmak pek makbul bir tutum olarak görülmemekte. Ama solun 1 Mayıs meselesinde hâlâ savunma kaygısı içinde davranması otoriter zihniyetten uzaklaşamadığını da göstermekte.

1 Mayıs'ta asıl hatalı olan tabii ki solun kendisi... Devlete 'hatalı' denemez, çünkü nihayette başarılı olmuştur. Sol ise kaybedendir ve bu kayıpta kendi sorumluluğunu görmekte böylesine direnç göstermesi bir ilave hayal kırıklığından başka bir şey değil. 

Bu haber 946 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,584 µs