En Sıcak Konular

Hayrettin Karaman'dan tartışmalı fetva!

8 Mayıs 2012 15:43 tsi
'Müslümanlara düşen vazife daha fazla bölünmek, daha fazla çatışmak yerine birleşmek, bütünleşmek, hak ve adaleti birlikte sağlamak için işbirliği yapmak, birlik, dirlik ve düzenimizi bozarak meşru olmayan menfaat devşirme peşinde olanlara fırsat vermeme

TİMETÜRK / Umut İslam

Son zamanlarda sıkça tartışılan konulardan biri federasyon. Türkiye'de ilk olarak BDP'nin talebi olarak karşımıza çıktı. Kürt Sorunu'nun çözümüne dair ortaya attığı "yerinden yönetim" talebi birçok tartışmayı da beraberinde getirmişti. BDP'nin bu önerisi üzerinden gerçekleşen tartışmalar uzun bir süre gündemdeki yerini korudu. BDP bu talebinde her seferinde sıkça dile getirmeye devam ederken, şimdi bu tartışmanın bir benzeri de   Irak'ta, Kerkük'ün Kürdistan'a bağlanması ile alakalı gündeme geldi. Bağdad uzman ulema Proflarından olan Abdulkerim Zeydan’ın  ; Federatif veya bölgesel sistem adı altında Irak'ın bölünmesi, izalesi farz olan bir münker (meşru olmayan bir tasarruf)tur fetvası üzerinden Hayrettin Karaman'ın, Kundakçı hikayesi üzerinden verdiği "Bölünmeye giden yol kapatılmalıdır" fetvası. Tartışmayı tekrardan hararetli bir boyuta taşıdı. Hayrettin Karaman'nın bu tartışmalı fetvasına ilk olarak  Islahhaber yazarlarından Hasan Postacı "Kürdistan İslam Partisi, Bölünme Fetvası Neyin Habercisi? " yazısı ile katıldı. Ardından ise Mazlumder Bursa Şubesi başkanı olan Şakir Çalışkan'dan "Hayrettin Karaman Hoca’dan Sorunlu “Kundakçı” Fetvası" yazısı ile katıldı. Bu tartışma uzunca bir süre gündemden düşmeyeceğe benziyor. İşte o tartışmalı fetva ve buna karşı yazılmış yazılar;


Bölünmeye giden yol kapatılmalıdır/  Hayrettin Karaman

Vaktiyle bir "kundakçı" hikayesi dinlemiştim. Bir şehirde kundakçılar türemiş; evleri, dükkanları, başkaca mekanları yakıyorlarmış. Birgün bir eve yaşlı, perişan kılıklı bir adam gelmiş, yatacak yeri olmadığını söylemiş ve çatıda barınmasına izin vermeleri için yalvarmış (Bu kundakçının ilk adımı). Evin sahibi adama acımış, kundakçı olmayabilir diye izin vermiş. Birkaç gün sonra ihtiyar elinde bir miktar çalı çırpı ile eve gelirken (Bu kundakçının ikinci adımı; yakacak topluyor) ev sahibi görmüş, "Bunlar ne?" diye sormuş, "Yola atılmış, zayi olmasın diye topladım, belki lazım olur" cevabını almış; "kışın lazım olur" demek istiyor" diye yorumlayıp dokunmamış. Bir başka gün ihtiyarın elinde kibrit ve çıra görmüş (bu üçüncü adım), "Herhalde gece uyanınca ışığa ihtiyacı oluyor" diye düşünmüş ve dokunmamış. Sonunda bir gün sahibi evine gelirken çatıdan alevler çıktığını görmüş, pişman olup döğünmüş ama iş işten geçmiş ve kundakçı işini görmüş.

İslam fıkıh usulünde "Seddü'z-zerâi'" diye bir hüküm yöntemi (fer'î asıl) var; buna göre mübah olan bir fiil, bir izin, bir tasarruf adım adım yasak ve haram olana doğru gidiyor, buna yol açıyor, bu sonucu doğuruyorsa, o "mubah serbest, helal" olan fiil... caiz olmaktan çıkıyor, yasaklanıyor. Bu kuralın, normal hayatı olumsuz etkilememesi ve hak ve hürriyetleri ölçüsüsüz kısıtlamaması için dikkatli olarak kullanılması da gerekiyor.

Hikayemizde yersiz yurtsuz bir adama yatacak, barınacak bir yer sağlamak mübah değil, müstehab, sevaplı, güzel, insani bir eylem. Lakin ortada yaygın bir tehlike var (kundakçılık) ne idiüğü belli olmayan bir adamı çatıya yerleştirmenin de buna yol açabileceği ihtimali varid; işte bu durumda seddü'z-zerî'a prensibi işletilmeli idi.

Bunları niçin yazdım?

Çağdaş İslam hukuk alimlerinden Prof. Dr. Abdulkerim Zeydân ile ilgili bilgi topluyordum, onun 2010 yılında yayınlanmış ve 2011 de teyit edilmiş bir fetvasına rasladım. Fetva Kerkük'ün Irak'tan ayırılarak Kürdistan'a bağlanmasıyla ilgili. Zeydan şöyle diyor:

"Federatif veya bölgesel sistem adı altında Irak'ın bölünmesi, izalesi farz olan bir münker (meşru olmayan bir tasarruf)tur. Bunu yapmak isteyenlere fiil, söz, destek, övgü, finansman vb. şekillerde yardımcı olmak caiz değildir. Hatta bunu yapanlarla ilgiyi kesmek, onlara karşı protest tavır takınmak gereklidir. Bu teşebbüs (tefrika, ümmetin birliğini bozmak) büyük günahlardan olduğu için teşebbüs edenlerin tazir çerçevesinde cezalandırılmaları meşru olur."

Zeydân bu fetvasına gerekçe olarak iki madde üzerinde duruyor:

1. Ayrılık için ileri sürülen gerekçeler ve mevcut duruma yönelik şikayetler böyle bir karar ve eylem için yeterli değildir. Bir yanlış, bir kötülük, ona denk veya ondan daha büyük bir yanlışla, bir kötülükle izale edilemez.

2. Müslümanların temel referansı dindir. Dinin caiz görmediği bir fiil, herhangi bir gerekçe ile tecviz edilemez.

Bizde bazı "insan hak ve hürriyetleri" havarileri de "federalizm dahil her şey konuşulabilir" gibi laflar ediyorlar da,o hikayeyi ve bu fetvayı bir katkı olur diye naklettim.

"Burası laik bir ülke, devlet yaptığını İslam'a göre mi yapıyor ki, siz bunu meşru görüp farklı teşebbüsleri din adına mahkum ediyorsunuz?" diye bir itiraz ileri sürülebilir.

Cevabım şudur:

Devlet laik diye Müslümanlar, serbest oldukları alanlarda İslam'ı uygulamıyorlar mı, imanları gereği buna mecbur değiller mi?

Durum böyle ise Müslümanların bütün farklılarla beraber üzerinde yaşadığı, ecdad yadigârı, ümmetin mülkü olan bu toprakları –yakın tarihte olanlara ek olarak- daha fazla bölmek meşru olmadığına göre Müslümanların bölmeye karşı tavır almaları gerekmez mi?

Müslümanlara düşen vazife daha fazla bölünmek, daha fazla çatışmak yerine birleşmek, bütünleşmek, hak ve adaleti birlikte sağlamak için işbirliği yapmak, birlik, dirlik ve düzenimizi bozarak meşru olmayan menfaat devşirme peşinde olanlara fırsat vermemektir. Mevcut düzen bu davranışa engel değildir. Kürt, Türk, Arab, Farsî, Berber... bütün Müslümanların âkıl adamları, Müslüman kanaat önderleri bir araya gelmeli, olup biteni müzakere etmeli, ümmetin yoluna ışık tutacak açıklamalar yapmalıdırlar. Düzen buna da engel değildir.

Tefrika Savunulamaz/ Hayrettin Karaman


'Bölünmeye giden yol kapatılmalıdır' başlıklı bir yazı yazmıştım. Hemen her yazıda olduğu gibi buna da katılan ve katılmayan, beğenen ve beğenmeyen, yumuşak veya sert/incitici ifadelerle tepki veren okuycularım oldu.

Alim/fakih Abdulkerim Zeydan 'Bölücülere fırsat vermemeli, ısrar edenler cezalandırılmalı' diyordu. Buna karşı 'Zaten sizin işiniz zulümdür, işkencedir, cezalandırmaktır' cevabı geldi. Arkasından da şu sorular: 'Peki vaktiyle Suriye, Irak, Ürdün... ayrılıp ulus devletler olurken bu alimler nerede idi, niçin bunu engellemediler?'

Suçluya ceza vermek ne şahsi intikamdır, ne de zulümdür. Şeriata/hukuka göre suç olan ve sabit bulunan fiil cezalandırılr; cezanın felsefesinde belki bir miktar 'intikam' unsuru da vardır, ama ağırlıklı olan sebep daha derin, daha kapsamlıdır.

Osmanlı yenilip dağılma sürecine girince içeride ve dışarıda faaliyet gösteren, ortak ve özel menfaatleri bulunan bölücüler devreye girdiler ve bir büyük devletten (ümmetin olabildiğince büyük camiasından) birçok uyduruk ulus devlet çıkardılar. Bu sürece girmeden önce bu sonucu gören alimler gerekli uyarıları yaptılar, İslam birliği için yollar, yöntemler gösterdiler. Tefrika felaketi kapıyı çalınca da herbir parçada yaşayan basiretli alimler buna karşı çıktılar, birliğin bozulmaması için çaba gösterdiler; ama bir kere ok yaydan fırlamıştı. Bölünmeden sonra uyduruk devletçikler arasında 'bir şekilde birlik' oluşturmak için gayret edildi ve hâlâ da ediliyor. İslam ülkeleri arasındaki örgütlenmeler, işbirlikleri, diyaloglar, sıfır problem hedefleri... işte bu bütünleşmeye yönelik çabaların örnekleridir. Tabii şeytanın da vazifesi var, o da boş durmuyor, birileri bağlıyor, birileri çözüyor. Birileri barıştırıyor, birişleri araya fitne fesat sokuyor...

'Belli bir dili konuşan Müslüman topluluğunun ayrı bir devlet kurmasını yasaklayan ayet veya hadis mi var' diye de itiraz edilmiş.

Pek çok ayet ve hadis var da bir tanesini hatırlayalım:

'Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirine düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O'nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.' (Âl-i İmran: 3/103).

Müslümanlar ayrı ayrı ulus devletler kurunca bölünmüş, parçalanmış oluyorlar. Sonra 'ulusal egoizm ve çıkar' din kardeşliğinin, ümmet birliğinin ve çıkarının önüne geçiyor. Sözde Müslüman uluslar, bazen kafirlerle işbirliği yaparak kardeşleriyle savaşıyorlar.

Eğer Müslüman isek, bu sözün manasını ve şümulünü biliyorsak yapacağımız tek şey 'davranışlarımızı dinimize uygun kılmaktır'. Ümmeti daha fazla bölmenin ve birbirine düşürmenin İslam'da yeri olduğunu kimse iddia edemez. İşte bu sebeple o yazıyı şöyle bitirmiştim:

'Müslümanlara düşen vazife daha fazla bölünmek, daha fazla çatışmak yerine birleşmek, bütünleşmek, hak ve adaleti birlikte sağlamak için işbirliği yapmak, birlik, dirlik ve düzenimizi bozarak meşru olmayan menfaat devşirme peşinde olanlara fırsat vermemektir. Mevcut düzen bu davranışa engel değildir. Kürt, Türk, Arab, Farsî, Berberî... bütün Müslümanların âkıl adamları, Müslüman kanaat önderleri bir araya gelmeli, olup biteni müzakere etmeli, ümmetin yoluna ışık tutacak açıklamalar yapmalıdırlar. Düzen buna da engel değildir.'


Kürdistan İslam Partisi, Bölünme Fetvası Neyin Habercisi? / Hasan Postacı

Son günlerde Kürd sorununda yaşanan çok önemli gelişmeler var. Özellikle Uludere-Roboski'de 34 sivilin bombalama sonucu ölmesi karşısında ve sonrasındaki süreçte, tüm sivil tepkilere rağmen, klasik devlet aklını aşamayan hükümetin söylemi ve duruşu yeni bir olumsuz kırılma noktasını tarihe not düşerken, açılım politikalarının mimarı AK Parti hükümetini de Roboski'nin suç ortağı olarak toplum havsalasına kaydetti. Yani AK Parti'nin politik duruşu ilk kez Roboski ile sistem/statükoyla aynı paydada buluştu. Bu yönüyle Roboski, AK Parti'nin Kürd sorunu bağlamında yeni bir kırılma noktasını oluşturdu denilebilir.

Başbakan'ın cesaretli(!) söylemleri ile şekillenen yeni dönem Kürd politikasının başlangıç noktasının 12 Haziran 2011 seçimleri sonrası olduğu söylenebilir. Özellikle 14 Temmuz Silvan olayı sonrasında deklare edilen yeni dönem Kürd politikasının merkezinde "PKK'yı bitirme veya silahsızlandırma" var. O zamandan beridir devam eden askeri operasyonlar temel amacı PKK'yı bitirmek veya en azından pes ettirmek. Kürd sorununu PKK'yı bitirmeye indirgemek ise geçmişin tarihi hatalarını tekrarlamaktan öte bir anlamı taşımaz.

Temelde AK Partideki bu startejik değişiklik, bu yeni yaklaşım, PKK içindeki militarist kanadın istediği bir ortamı beraberinde getirdi. Ve sonuçta sürecin merkezine yine silahlı çatışmalar ve onun şekillendirdiği söylemler oturdu. Sivil siyaset üzerinden çözüm sürecini geliştirmesi/beslemesi beklenen aktörler, karşılıklı tehditler, meydan okumalar cenderesine söylemlerini kilitlediler. Son olarak BDP'li vekillerin canlı kalkan olma teşebbüsleri sivil siyasetin, militarist iklime mahkûm olmaktan kendini kurtaramadığını gösteren acı bir pratik olmuştur.

Diğer taraftan, basında psikolojik savaş ajanlığı yapmaktan öte işlevi bulunmayan kimi kallavi kalemler ise yangına benzin döken ajitasyonlar yapan, yorum ve analizlerde bulunuyorlar. Reel gerçeklikten uzak, derinliği bulunmayan, çözümden yana bir açılım içermeyen, "Türklerin neyi varsa, Kürdlerin de olmalıdır" gibi slogandan öte bir anlamı olmayan beylik cümleler kuruyorlar. Ülke gündemine sözüm ona damgasını vuran bu psikolojik savaş ajanlarının ne adına Müslüman Kürd Halkının sözcülüğüne soyundukları, kimden ve nasıl bir akreditasyon ile bu yetkiyi aldıkları ise ayrıca sorgulanmalıdır.

Çok daha acı olan ise İslami çevrelerin içinde bulundukları duygusal ve zihinsel iklim. Son olarak toplum nezdinde büyük saygınlığı olan Hayrettin Karaman Hoca'nın "bölünmeye giden yol kapatılmalıdır" odaklı fetvası, bu zihinsel iklimin önemli kırılma noktalarından birini oluşturmuştur. Bu fetvaya karşı hiçbir itirazın gelmemesi, temelde Kürd sorunu bağlamında İslami sorumluluk ve duruş sahibi tüm kesimlerin içinde bulundukları patolojik durumu deşifre etmektedir.

Hayrettin Hoca'nın temel kaygısı sanırım, son dönemde Irak'ta yaşanan gelişmelerdir. Bu fetvayla, bir yandan Kürdistan'ın bağımsız bir devlet olma sürecini bloke etmeye ve mevcut iktidarı bu bağlamada bir politik duruşa zorlamayı hedeflerken, öte yandan, İslami kesimleri bu yönde bir duruş almaya, tercihte bulunmaya zorlamaktır.

Bu yönüyle bakıldığında Hayrettin Hoca'nın verdiği fetva, İslami çevreleri bir tercihe ve duruşa zorlaması bağlamında, Kürd sorununa bakış açılarının netleşmesi bakımından olumlu olmuştur. Yani süreç artık bundan sonra flu duruşları ortadan kaldıracak ve herkes eteklerindeki taşları dökmek zorunda kalacaktır. Dolayısıyla bir kırılma noktası oluşturan bu fetvanın bundan sonraki sürecin tüm kesimler açısından netleşmesini kaçınılmaz kılacağı düşünüldüğünde, sürecin gelişmesi ve derinleşmesi bağlamında olumlu olduğu bile söylenebilir.

Bu bağlamda verilen fetva, tüm İslami kesimlerdeki ironik, paradoksal duruşu görünür kılacaktır. Zihinlerde oluşan misak-ı millinin kutsallığını tartışmaya açacaktır. Kardeşlik, adalet, hak ve özgürlükler, ümmet birliği gibi politik söylemin sığ sularında iyice yıpratılmış, manipulatif, kamuflatif angajmanlara tabi tutulmuş kavramları belki, vahyin ikliminde yeniden daha gerçekçi ve vicdani zeminlerde konuşmanın, düşünmenin önünü açacaktır.

AK Partinin, sivil karakterli ve çözüm odaklı açılım politikalarını terk ederek, PKK'yı bitirmeye veya silahlı etkisini minimize ederek, yönetilebilir bir seviyede tutmaya dönük yeni dönem stratejisi, genel olarak iktidar partisi olmaktan kaynaklanan seçim kazanmaya, bir dönem daha iktidarını sürdürmeye dönük pragmatist bir tercihtir. Ama bu durum, AK Partinin kuruluş değerlerinden; hak, adalet, özgürlükler ve insan merkezli değişim misyonundan uzaklaştığını ve iktidar olmanın çözücü etkisinden kendini kurtaramadığını da gösterir.

Benzer şekilde, PKK'nin de kendi iktidarını sürdürme kaygısının Kürt sorununun çözümünün önünde her geçen gün biraz daha aşılamayan bir engele dönüştüğünü belirtelim. Bu kaygı, PKK'yi, sorunun çözümünden öte, kendi varlığını ve iktidarını muhkemleştirme öncellikli hesaplara, politik pazarlıklara itmektedir.

Yaşanan bu süreçte, PKK ve devlet arasına sıkışmış , iktidarın hesaplarının kirli ikliminde, Müslüman Kürd Halkının talepleri, beklentileri ve bu sıkışmışlık içinde yaşadıkları acıları, çığlıkları duyulmaz hale gelmiştir. Bu urum hayati bir temsiliyet sorununu her geçen gün daha bir elzem kılmakta ve oluşan siyasi boşluk kendini daha etkili hissettirmektedir.

Bir süredir Kürdistan coğrafyasında, çok çeşitli çevrelere konuşulan ve tartışılan bu temsiliyet krizi ve bunun doğurduğu siyasi boşluk, sonunda kendini "Kürdistan İslam Partisi" tanımlamasıyla ve de sürecin önemli tanıklarından ve yıllardır www.haberdiyarbakir.com sitesi üzerinden Kürd sorununa kafa yoran, fikir üreten ve değerlendirmeler yapan, Avukat Sıdkı Zilan ismi üzerinden kendini ilan etti. Oluşumun isminin bile PKK-devlet arasına sıkışmışlığın boyutlarını yırtmayı, aşmayı amaçladığı söylenebilir. "Kürd" kelimesi üzerinden PKK'dan beklediği, "İslam" kelimesi üzerinden AK partiden beklediği ama bulamadığı, hatta her bir aktörün kendi iktidarlarını sürdürmek için bu iki boyutu ayrı ayrı artık sömürmeye, kullanmaya başladığının tepkisini kendi isminden başlayarak gündeme getirdiğini söyleyebiliriz.

Bu oluşum ne kadar bu boşluğu doldurabilecek? Ak Parti gibi güçlü siyasi bir aktör ve PKK gibi acımasız bir güç karşısında ne kadar yaşama şansı bulacak? Bütün bunları yeni oluşumun donanımı, samimiyeti ile beraber ortaya koyacağı siyasi duruş ve söylemi belirleyecek. Kurtlar sofrasında bir kuzunun ben de varım, ben de buradayım demesi gibi koşullar çok zor ve sıkıntılı olmaz umarım!


Hayrettin Karaman Hoca’dan Sorunlu “Kundakçı” Fetvası / Şakir Çalışkan

İtiraf etmem lazım ki bu yazıyı yazmam hiç kolay olmadı. Hayrettin Karaman Hoca’nın 19.4.2012 tarihli “bölünmeye giden yol kapatılmalıdır” başlıklı yazısını okuduktan sonra epeyce canım sıkıldı, bu yazıya bir şekilde cevap verilmeli en azından yazıda kafa karıştıran ve can sıkan bölümleri açması için hocaya bir kaç soru sorulmalıydı ama nasıl ve daha önemlisi kim yapmalıydı bu işi? Bana kadar düşer miydi koskoca Hoca’ya soru sormak, itiraz etmek. Düşmez/düşmemeli dedim bekledim. Bekledim ki biri ümmet adına bu görevi kırmadan dökmeden mümkün olduğunca usulüne uygun bir nezaket içinde ifa etsin ama olmadı, bugüne kadar kimse kendisine ne cevap verdi ve ne de soru sordu, o yüzden iş başa düştü, üslubumuzdaki kusurumuza da bakılmasın artık, ne demiş adam “Adım Hıdır, elimden gelen budur”.

Bazı insanlar vardır dünya görüşü ne olursa olsun herkes kendisine saygı duyar, onu günlük polemiklerin ve tartışmaların dışında ve üstünde görmek ister, ona bir çeşit hakemlik ya da ombudsmanlık rolü biçmiştir toplum. İşte Hayrettin Karaman Hoca’yı da şimdiye kadar öyle görüyor, görmek istiyorduk, ancak “kundakçı” hikâyesiyle başladığı yazısını okuyunca kendi açımdan Hoca’nın ombudsmanlık görevini askıya aldım.

Kabul etmek lazım ki “bölücülük” dendiğinde bu ülkede doğrudan Kürtler akla gelir, irtica dendiğinde nasıl Müslümanlar anlaşılıyorsa bölücülükle suçlanan kesim de hep Kürtler olmuştur. Bu nedenle “bölünmeye giden yol kapatılmalıdır” diye başladığınız yazıya “kundakçı” hikâyesiyle devam ederseniz Kürtler size ister istemez sorar; “Ne yani bu hikâyedeki kundakçı ben miyim şimdi?” Yetmez ilave sorular da sorar;

Mesela der ki; neden her zaman sen ev sahibi rolünde oluyorsun da ben de çatı arasına sığınan hain kundakçı, sahi neden? Neden ben hem sığıntı hem hain oluyorum? Hani bu ülke hepimizindi, hepimiz Müslümandık hani, Müslümanlar kardeşti hani? Aklımızdan ayrılık geçti diye hain kundakçı mı olduk hemen? Allah’ın kullarını laik Kemalist bir devlet çatısı altında yaşamaya mecbur eden bir ayet var mı? İngilizlerin cetvelle çizdiği sınırlarla oluşturulan ulus devletleri kutsamanın dayanağı nedir?

Ecdat yadigarı bu toprakları daha fazla bölmenin meşru olmadığı ön kabulüne dayandırdığı fetvasını bir ayete ya da hadise değil de başka bir fetvaya dayandırıyor Hayrettin Karaman Hoca .Pr.Abdülkerim Zeydan’ın fetvası yazıda geçtiği şekliyle aynen şöyle;

“Federatif veya bölgesel sistem adı altında Irak’ın bölünmesi, izalesi farz olan bir münker (meşru olmayan bir tasarruf)tur. Bunu yapmak isteyenlere fiil, söz, destek, övgü, finansman vb. şekillerde yardımcı olmak caiz değildir. Hatta bunu yapanlarla ilgiyi kesmek, onlara karşı protest tavır takınmak gereklidir. Bu teşebbüs (tefrika, ümmetin birliğini bozmak) büyük günahlardan olduğu için teşebbüs edenlerin tazir çerçevesinde cezalandırılmaları meşru olur.”

Bu yazıyı okuyanlar bizi de bölücülükle suçlayıp işin içinden çıkabilirler ama mesele o kadar basit değil, açık söylüyorum ben bu ülkenin bölünüp küçülmesinden yana değil, tam tersine bölge ülkeleriyle kurulacak yeni yeni ittifaklarla daha da büyümesinden yanayım. Bunun nasıl olacağı ayrı bir yazı hatta yazıların konusudur. Ancak mümkündür ki bazıları daha başka siyasal yönetim modelleri önersin, nitekim öneriyor. Benim anlayamadığım nihayetinde siyasi bir görüş nasıl olup da Hayrettin Karaman Hocanın fetva alanına giriyor ve derhal “önü kapatılıyor”. İnsanların farklı düşünmesi, hatta başka şekillerde yönetmek veya yönetilmek istemesi nasıl ve neden günah olsun, tazirle cezalandırılsın. Bir insan hakları havarisi olarak bunları soruyorum, lütfen cevap verir misiniz muhterem hocam.

timetürk



Bu haber 1,219 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,044 µs