En Sıcak Konular

"Cemaat beni sever, oy verecektir!"

28 Haziran 2007 16:24 tsi
Mehmet Ağar'ın güvendiği isimlerden milletvekili adayı Nevval Sevindi verdiği röportajda ilginç açıklamalarda bulundu. En dikkat çeken nokta ise "cemaat beni sever" şeklindeki sözleri...

Gazeteci, yazar, ilk kadın anchorwoman, yaşadığı ağır hastalığı okurlarıyla paylaşacak ve bu konuda konferanslar verebilecek kadar da cesur bir kadın Nevval Sevindi. Ailesi sağlam bir CHP’li olmasına rağmen adaylığını sağ bir partiden, DP’den koydu. Bunun nedenini de “Sağlam bir sağ olmazsa, sağlam bir sol olmaz” diyerek açıklıyor. Adının sürekli Fethullah Gülen’le anılması ve milletvekilliği adaylığını DP’den koyması nedeniyle “Gülen DP’yi mi destekliyor” sorusuna ise “Fethullah Gülen’in böyle bir emri yok ama cemaatten sevenler, beni destekleyecektir” diyerek açıklık getiriyor. 
 
- Gelmeden önce hakkınızda neler yazılmış diye Ekşisözlük’e şöyle bir baktım; daha çok “Dinci yazar”, “Feminist yazar” deniyor. Sizce bu iki kavram yan yana gelebilir mi? Ya da siz ne kadar dincisiniz, ne kadar feminist?
Bir kere Türkiye’de kavramların içi boşaltılmış. İnsanlar o kavramları araştırarak bulmuş değiller. Dinci dediğinde kulaktan dolma bilgilerle söylüyor. Eğer benim 14 kitabımı, makale ve köşe yazılarımı okumuş olsalardı, bunun böyle olmadığını çok rahatlıkla görebilirlerdi. Onların kafasında bir imaj oturmuş, bu da daha çok dedikodu bazlı. O dedikodulardan bir etiket oluşturup, onu da size yapıştırıyorlar. Ondan haberi olmayan başka biri de, benim yaptığım başka işlere bakarak onun tam zıddı başka bir etiket yapıştırıyor. Dolayısıyla bu tavırla bir sürü etiket oluşturulabiliyor. İlkleri yapan, çok değişik alanlarda çalışan biri olduğum için, Türkiye’nin çok alışık olduğu bir model değilim. Bir prototipe uymuyorum. O nedenle benim hakkımda efsane, rivayet muhteliftir. Yani dinci ve feministle sınırlı değildir. Dincilikten kasıt eğer Müslüman olmaksa evet Müslüman’ım ve de Müslümanlığımla gurur duyuyorum. Feministlikten kasıt, kadınları korumak ve kadın haklarına sahip çıkmaksa, sonuna kadar bunlara sahip çıktım ve çıkacağım. Daha çok kadınlar, gençler, çocuklar gibi toplumda engellenmiş gruplar dediğimiz grupların haklarına sahip çıkıyorum. Eğer bir 28 Şubat oluyor ve insanların din ve vicdan özgürlüğüne itiraz ediliyorsa, ona da sahip çıkarım. Öbür tarafta benim düşünce özgürlüğüm kısıtlanıyorsa, ona da karşı çıkarım. Ben esas olarak tümüyle özgürlüklerden yanayım. Bu kadar dinci minci diyerek ahkâm kesenlerin hiçbirinin, anayasada tam düşünce özgürlüğünün sağlanması için, büyük kampanyalar yaptığını ve hayatlarını feda ettiklerini de görmüş değilim. Oysa benim bundan bir önceki kitabımın adı bile “Daha Fazla Özgürlük.” Ne yazık ki herkes kendine kadar özgürlük istiyor. Özgürlük tek bir taraf için istenirse onun adı özgürlük olmaz. Komünist Rusya da kendini özgür sayıyordu, İran İslam Cumhuriyeti de. Demokrasinin anlamı; farklı olan bir tek kişi bile olsa, o farklı kişinin haklarını ve özgürlüklerini koruyabilmektir. Sağda veya solda, demokrasiyi içine böyle sindirmiş insanlara ihtiyacımız var.
 
- Biraz önce dediniz ki, “Ben etiketlere uymuyorum.” Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Özgürlüklerden yana, sonuna kadar kimliğine sahip çıkan, yani hem Evlad-ı Fatihan Rumeli tarafıma, hem de kendi kültürüme sonuna kadar sahip çıkan biriyim. Kültürünün temel değerlerini benimsemiş, bu anlamda bunları muhafaza eden, ama aynı zamanda modern değerlerin hepsini yaşamış ve yaşamakta olan –çünkü kentli biriyim- ve de bugünün dünyası içinde daima değişime açık olan biri olarak tanımlıyorum. Çünkü ben tek gerçeğin değişim olduğuna inanıyorum.

- İsminiz aynı zamanda Fethullah Gülen ile birlikte anılıyor. Sizin Demokrat Parti’den milletvekilliği adaylığı koymanız, Fethullah Gülen’in DP’yi desteklediği anlamına mı geliyor?
Fethullah Gülen siyasete her zaman soğuk bakmış biri. Kendi cemaatine uzun yıllar bunu yasaklamış, hatta cemaatten herhangi birinin siyaseti girmesi durumunda onu atacak kadar da sekter davranmış. Son yıllarda bu biraz daha zayıflamış. Farklı farklı yerlerden gelen ve siyasetle ilişkisi olan insanların da katılımıyla, bu sertlik biraz zayıflamış. Ama cemaat hiçbir zaman homojen bir kitle değildir ve tek bir yeri desteklemez. Tabii ki Zaman gazetesinde beş yıldır yazıyor olmam, Fethullah Gülen röportajımın 1997’de Türkiye’nin en çok satan kitabı olması, kendi imzamla bugün bu yaftaların konulmasına neden olan yorumları koymam, elbette beni orada sevilen bir insan yaptı. Tabanda sevenim var. Cemaatte kadınların bana özel bir ilgisi de var. Çünkü kadınların ve cemaatin modernleşmesinde birinci derecede etkili oldum. STV’de Türkiye’nin ilk anchorwoman’ı olarak çalıştım. Neden çok modern geçinen bir kurumda değil de STV’de? Ama insanlar, dediğim gibi hep politizasyon açısından meseleye baktıklarından, sosyolojik-antropolijik verileri değerlendiremiyorlar. Ben bunun dışında bir şey yapmaya ve köprüler oluşturmaya çalışıyorum. Bu köprüleri oluşturduğumdan dolayı da beni orada sevenler var. Kapalı bir cemaat, tabii ki iyi bir şey değildir. Şimdi açık olması, bütün toplumla kucaklaşması, kendileri için de daha verimli bir şey oldu. Bu açıdan beni sevenler oy verecektir, destekleyecektir tabii ki. Ama bu Fethullah Gülen emri gibi bir şey yok.
 
- Şimdi politikaya giriyorsunuz, ama yeni evlendiniz. Evliliğin tadını çıkarmak varken, neden politikaya giriyorsunuz?
Tabii insan bir kere değil birkaç kere evlenince, öyle uzun uzun balayına ihtiyaç duymuyor. (Gülüyor) “Ben bu filmi daha önce görmüştüm” durumu var. Ayrıca da eşim Kerem Çalışkan, son derece politik bir adam. O yüzden politikada olmamı destekliyor. Daha önce de politikada etiketlere sığmayan bir aydın duruşu sergilemeye çalıştım, şimdi de değişik bir rol model oluşturmaya çalışıyorum. İlla “Gücü olan, silahı olan, mafyası olan birileri siyaset yapar, diğerleri de bakar” durumunda bir siyaset değil istediğim. Pekâlâ, sadece entelektüel sermayeyle de dürüst siyaset yapılabilir ve cesur siyasetçi olur, -bizde bu pek olmadığı için- korkmadan doğruyu söyleyebiliri göstermek istiyorum. Bunun için bir rol model oluşturabilirsem, bir defa da olsa yeter diye düşünüyorum. İnsanların önünü açmak için siyaset yapıyorum.
 
- Çok ağır bir hastalık geçirdiniz ve bunu da “Kanserle Yaşıyorum” adlı bir kitapta topladınız. Böyle şeyler yaşayanlar biraz daha bencilleşir ve hayata dair anılar biriktirmek için kendilerine dönerler. Sizde bu oluşmadı mı?
Tam tersi oldu. Ben birinci günden itibaren insanlarla paylaştım. Bunun nedeni de hiçbir bilgi olmaması. İnsanların çok çaresiz olduğunu, “kanserim” demenin günahmış veya bir cezaymış gibi algılandığını, o yüzden de insanların çok acımasız bir şeklide terk edildiğini gördüm. Bunu değiştirebilirim diye düşündüm. “Bu hastalığı Allah bana verdiyse, demek ki imtihan olarak verdi. Başka insanları iyiye yönlendirerek, bilgimi, sevgimi, kalbimi açarak, hem onların enerjisini alırım, hem ben bu bilgiyi paylaşarak onların hayatlarına bir iyilikte bulunabilirim” diye düşündüm ve öyle yaptım. Gerçekten de çok önemli bir boşluk doldurdum. Anadolu’da üç bin kilometre yol yapıp kanserle ilgili konferanslar verdim. Oraların bu konuda ne kadar cahil, ne kadar geri olduğunu gördüm. İnsanlar hâlâ kanserin bulaşıcı olduğunu düşünüyordu, bir kısmı eşlerini terk ediyordu. Yani hastalığın sosyolojik bir boyutu da vardı. Birçok gerçeği ortaya çıkarmak ve bunları cesurca söylemek “Bunca yıllık karısını, çocuklarının anasını kanser olduğu için terk eden erkek değildir, pantolon giymekle erkek olunmaz” diyecek kimse yoktu, bir tek ben vardım. Ben de gidip bunları söyledim ve birçok şeyin değişmesine neden oldum. Hem de kendimdeki değişimi yaşadım. Ölümle yüzleşmek çok önemli bir şeydi. Bu bütünleşme, benim ölüm korkumu da aldı. Ölümden korkmadığınız zaman da zaten korkulacak başka bir şey kalmıyor. Çok saf bir hale dönüşüyorsunuz. Ben Mevleviliğe ve Hazreti Mevlana’ya çok yakınım, onunla iç içe olmak, onun öğretisini de yaymak ve sevgi esaslı bir ilişki kurmak benim için de ilaç oldu. Yani benim paylaşımcı karakterimi daha net bir şekle dönüştürdü. Bence egoist olanları, daha egoist yapıyor.

- Her ne kadar sert söylemlerinizle de tanınsanız, feminen ve hoş bir kadınsınız. Oysa Meclis fazla koyu renk ve maço. Orada kendinizi rahat hissedebilecek misiniz?
Ben şöyle düşünüyorum; acaba onlar benim yanımda kendilerini rahat edebilecekler mi? Sanırım edemeyecekler…
 
- Tek partili dönemden çok partili döneme geçildiğinde iki parti vardı; CHP ve Menderes’in DP’si. Hatta CHP’li ve DP’li aileler vardı. Sizin de DP’ye geçmenizin nedeni bir aile geleneği mi, yoksa nedenleriniz farklı mı?
Kesinlikle yine farklı. Benim ailem halis ve kökten CHP’li. Çünkü bizim ailemiz Rumeli topraklarından Kurtuluş Savaşı’yla İzmir’e geliyorlar. Dağlarda efe olarak savaşanlar, şehit olanlar var. Ninem Kurtuluş Savaşı’nda savaşmış biriydi. Ben de o hikâyelerle büyüdüm ve ilk kurulan parti olduğu için, ailem sağlam Halk Partiliydi. Hiçbiri DP’ye oy vermedi. Benim sağ bir partiyi seçmemin nedeni, bir kere herhangi bir ideolojik fark olmaması. İkincisi merkezde sağlam bir sağ olmadan, sağlam bir sol olmaz. Merkez sağın özelliği, sizin milli ve kültürel değerlerinizi koruyan bir ideoloji olmasıdır. Bu kimliğiniz demektir aynı zamanda. Türkiye devamlı kimlik kavgası yaşayan, kimlik sorununu atlatamayan, kafası karma karışık, hangi değerleri koruyacağını bilemeyen, kendisine muhafazakâr diyen, ama neyi muhafaza ettiğinin farkında olmayan sağ görüşlü siyasetçilerden oluşuyor. Yani milliyetçiyim deyip, kendi köklerinden hiç haberdar olmayan insanların, sağdayım diye atıp tutması sağ oluşturmuyor. Sağın daha ciddi, daha zihinsel ve teorik olarak elit bir sağ olması gerekiyor ki, bu dağınıklık giderilebilsin. Sağlam bir merkez sağ oluşturulabilirse, ancak bunun karşıtı olabilir. O olmadıkça sağlam bir sol ve başka renkler gelemez. Eğer biz bu ortak değerlerde uzlaşırsak, bunları tartışma konusu yapmaktan el çekersek, ancak ortak hedeflere gidebiliriz. Bir millet olmanın temeli de budur; millet ortak hedefleri ve değerleri olan bir varlıktır. Biz burada devamlı tökezliyoruz. Bunu aşmamız için ben daha güçlü bir merkez olsun diye sağı seçtim.
 
- AKP’nin teklifini reddettiğinizde “AKP Milli Görüş gömleğini çıkaramamıştır. Biz bin yıldır Müslümanız, kimse bize Müslümanlığı öğretmesin” demiştiniz. Oysa DP geleneği –eğer bu partide de devam edecekse- AKP’den çok da farklı değil. Türkçe ezandan Arapça’ya geçilmesi, İmam Hatiplerin artması -80’deki darbeden önce- gibi kararların altında DP’nin imzası var… Sizce iki partinin farkı nerede?
Bence çok büyük fark var. Bir kere tarihi koşullar açısından yüzde yüz fark var. AKP, Erbakan’ın altındaki 30 yıllık halıyı çekip, onun 30 yılda yaptıklarını çalıp kaçan bir parti. Demokrat Parti ise elit ve daha çok jakoben bakışlı olarak, CHP’ye karşı tek partiydi. Halkın dini duygularına, değerlerine önem vererek gelmiş bir parti. Kaldı ki, ezanın Arapça olması meselesindeki kararın altında CHP’nin, İnönü’nün de imzası var. İmam Hatiplere gelince… İlk yapılan İmam Hatipler son derece başarılı. Arapça ve Farsça’nın yanı sıra Fransızca öğretilen, inanılmaz sağlam bir ders yükü olan, çok iyi ilahiyatçı yetiştiren bir programları vardı. Bu müfredat 60’lardan 70’lere kadar çok iyi. Bu yetiştirilen insanlar İmam Hatip'ten sonra sadece ilahiyat okumuyorlar, onunla birlikte sosyoloji, hukuk, matematik eğitimi de alıyorlardı. Çeşitli mesleklerden insanlar olarak ülkeye çok değerli katkıları olmuştu. Ancak ülkenin değerlerinden haberdar olmayan insanlar, bu değerleri budamaya kalktı. Normal lise müfredatını getirip, İmam Hatip müfredatı yapıldı. Boş kalan derslere de İmam Hatip'te olması gereken temel dersleri dolduruldu. Dolayısıyla ortaya kimsenin beğenmediği saçma sapan bir şey çıktı. Buradan çıkan içi boş insanları da ideoloji doldurdu. İdeolojinin doldurduğu döneme baktığınız zaman 70’lerdeki sağ-sol kutuplaşmasının başladığı döneme denk geldiğini görüyoruz. Hemen sonrasında 80'ler, en ağır ideolojik dönem geliyor. Ve bu ideolojik propagandanın altında kalanların önemli bir bölümü Milli Görüşçüler. İran hayranlığı had safhada ve İran’la bu anlamda ilişkilerin artması da çok yoğun olarak, siyasi İslam temellendirmesi yapıyor. İşte benim itiraz ettiğim, “Milli Görüş gömleğini çıkaramadılar” dediğim, sayın Başbakan’ın da “Bana 367’yi vermezseniz, kriz çıkarırım” diye tehdit ettiği yapı böyle oluşmuştur. Yani sadece kavga üzerine kurgulanmış ve kavga ederek var olabilen, diğer insanları kucaklamak yerine dışlama üzerine dayandırılan bir ideolojik bakıştır. Bu ideolojik bakış, benim ne kültürümde ne inancımda var. Ne İslam, ne Türk kültürü böyledir. Ben inanç Müslümanıyım, ama onlar kazanç Müslümanı.

- DP’nin kadın adaylarına baktığımızda Kastamonu’dan Şebnem Kısaparmak, Samsun’dan Suna Vidinli gibi isimleri görüyoruz. Sanki tuhaf bir kafa karışıklığı var. Siz ne düşünüyorsunuz?
Genel başkanın seçimi bu. Genel başkan da bölgeye veya şehre bakarak, şehrin veya bölgenin siyasi dengesine bakarak karar veriyor. O nedenle bir bütünlük olması beklenemez. Suna Vidinli çok genç olmasına ve Samsun’a göre farklı olmasına rağmen, Samsun onu kabul etti. Keza ben… “Başbakan gibi ağır topların olduğu bir yerde, karşısına böyle bir aday koyması siyasi bir risk” diyenler de oldu. O büyük bir cesaret göstererek, tercihini farklı bir şeyden yana kullandı. Bugünkü bakışla bir kadına, ama aydın duruşuyla, çok özgür ve bağımsız bir kadına “evet” demek cesaret isteyen bir karardı. Çünkü böyle kararlar verdiğinizde, partide yalnız da kalıyorsunuz. Cesur bir genel başkanımız var.
 
- Biraz önce siz de söylediniz, Tayyip Erdoğan İstanbul birinci bölgeden aday ve rakibiniz. Sizce sonuç ne olur?
Rakibim, ama onların elinde devletin bütün imkânları var. Sadece birinci bölgede değil, bütün Türkiye’de böyle. Zenginler onları destekliyor. Bu kadar paranın ve gücün olduğu bir yerde rakibim olması… Hani maça çıkmadan önce “Ne düşünüyorsunuz?” diye sorarlar, “Çıkacağız beş tane atıp geleceğiz” derler, ama beş tane yiyip dönerler, böyle bir şey söylememeyi onları seyrederek öğrendim. Fakat kendi başarımızı elde edeceğimizi, baraj sorunumuz olmadığını ve Tayyip Erdoğan’la birlikte Meclis’e gireceğimi düşünüyorum.
 
- Eşiniz Kerem Çalışkan Aydınlık geleneğinden gelen biri. Oysa siz sağ bir partinin milletvekili adayısınız. Evde barışı nasıl sağlıyorsunuz? Yoksa kıran kırana tartışmalar evde de devam ediyor mu?
Biz birbirimizle hemen hemen aynı düşünürüz, neredeyse yüzde 99. Aynı düşünen, aynı hisseden insanlarız. İkimiz de Türkiye’yi seviyoruz, Türkiye’nin çıkarlarını düşünüyoruz ve Türkiye’nin kendi kimliğine sahip olmasını istiyoruz. Yani Türkiye’nin manevi, maddi değerleri konusunda ikimiz de hemfikiriz. O yüzden evimizde savaş çıkmıyor. Sanırım o bana daha çok yaklaştı. Ben de Türkiye’nin gerçek koşullarına tarafsız bakmayı becerebilen bir insanım; bu da gazetecilikten gelen bir alışkanlık. O tarafsız bakışı ikimiz de çok rahat kullanabiliyoruz. Gerçeklik konusunda birbirimizle eşit olduğumuz için hiç bir sorun yaşamadık. Zaten evde her zaman son sözü kim söyler belli…
 
- Siz mi söylersiniz?
(Gülüyor) Bütün evlerde kim söyler?

Gazeteport



Bu haber 656 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,511 µs