En Sıcak Konular

Hudson Enstitüsü Başkanı'nın açıklamasındaki o vurgu!

25 Haziran 2007 14:37 tsi
Hudson Enstitüsü Başkanı'nın açıklamasındaki o vurgu! Hudson Enstitüsü'nde konuşulduğu ileri sürülen ancak Genelkurmay Başkanlığı'nca yalanlanan dehşet senaryosu sonrasında tartışmalar alevlendi. Gazeteci Etyen Mahçupyan enstitü başkanının konuşmasındaki o vurguya dikkat çekti.

Etyen Mahçupyan'ın yazısı:

Akla yakın akılsızlıklar

Sıcak gündemimizin en keyifli konusu muhakkak ki Hudson Institute tarafından organize edilen ve aralarında Türk ordusuna mensup yetkililerin de bulunduğu senaryo üretme ve tartışma çalışmasıydı. İddia edildiğine göre, konuşulan senaryo Türkiye’de Anayasa Mahkemesi Başkanı’na suikast yapılmasını, Beyoğlu’nda kabaca elli kişilik bir katliamı ve muhtemelen sızması anlamlı bulunmayan bazı ek düzenlemeleri içermekteydi. Bütün bu manipülasyonun beklenen işlevi ise, Türkiye’nin Kuzey Irak’a müdahalesini mümkün kılacak bir psikolojik ortamın sağlanmasıydı. Son altı ay içinde yaşadığımız olayları yan yana getirdiğimizde içinde askeri isimlerin de bulunduğu böylesine akla ziyan bir olayın ‘muhtemel gerçeklik’ olarak algılanmasına belki de şaşırmamak lazım. Çünkü muhtıra yayınlamayı, ‘ne mutlu Türküm’ demeyeni hain ilan etmeyi, halkı milli refleks vermeye çağırmayı içine sindirebilen; öte yandan siyaseti, yargıyı ve kolluk kuvvetlerini açıkça etki altında bırakmayı ‘siyaset üstü’ addeden bir kurumun, halkın tahayyülünde nelere kadir olabileceği aşikardı…

Nitekim Hudson’un başındaki Zeyno Baran’ın geçmiş şöhretinin de getirdiği katkıyla, kamuoyunun neredeyse tümü toplantı bilgilerinin gerçeği yansıttığına inandı. Çünkü Amerika’da gerçekten de böyle ‘akla yakın’ akılsızlıklar geliştiren kurumlar var ve bu tür kurumların Türkiye’de yandaş bulmaları hiç de zor değil. Söz konusu senaryoların niçin ‘akılsızlık’ olduğu açık: İnsani değerlere ilişkin etik kaygılar bir yana, anlaşılması gerek ki Türkiye halkı bu tür manipülasyonları artık biliyor ve tanıyor. Yani bu tür suikast stratejileri yurt dışına askeri harekatı meşrulaştırmak bir yana, toplum nezdinde bizzat ordu yönetimini şaibeli kılma ihtimaline sahip. Diğer taraftan kamuoyunun sızan toplantı detaylarını ‘gerçek’ olarak hızla sindirmesinin bir nedeni de söz konusu akla ziyan işlerin bizzat Baran’ın ağzından ‘akla yakın’ olarak sunulmasıydı. Diğer bir deyişle Amerika’nın bu ‘saygın’ kuruluşu konuşulan senaryonun gerçekleşme ihtimalini yüksek görmekteydi… Türkiyeli katılımcıların ‘askerin think-tankı’ diye adlandırılan SAREM’den gelmeleri meseleyi daha da karmaşıklaştırıyordu belki, ama birçokları da bunu bir basitleştirme vesilesi olarak aldılar. Ne de olsa SAREM irticai ve bölücü faaliyetleri devletin bekası meselesinin parçası gördüğü için, bu konuları ‘dış politika’ olarak değerlendirme eğilimine sahipti… Dolayısıyla Irak’a girme uğruna yurt içinde bölücülük ‘operasyonu’ yapılması bazılarına ‘normal’ bile gelmiş olabilir…

Velhasıl Amerika’da ‘akla yakın’ görülen bir cinayet dizisi senaryosunun Türkiye’de zihinlerde ‘normal’ karşılanabileceğine tanık olduk. Demek ki akla ziyan siyaset arayışları bile sonuçta ülkemizde gerçekten de akla yakın olabilmekte… Ancak tam bu noktada Hudson yetkilisi Baran söz konusu haberleri tekzip etti ve toplantıda bu konuların hiçbir biçimde konuşulmadığını söyledi. Kurumun başkanı Weinstein da tartışmanın “uluslar arası ilişkilerde yanlış anlamaları ve istenmeyen sonuçları önlemek için” yapıldığını söyleyerek içimize su serpti. Ne var ki aynı Weinstein şu garip cümleyi de demecine eklemişti: “Kapalı toplantının kurallarını ihlal eden kişiler bu eylemlerinden utanmalı”… Böylece aynı noktaya geri dönmüş olduk: Yoksa ortada bir ‘yalan’ değil de, ‘ihlal’ mi vardı? Acaba o laflar Baran’ın odada olmadığı bir an mı söylenmişti? Yoksa bir yetkili tüm bunları Weinstein’ın kulağına fısıldamıştı da Baran o yüzden mi duymamıştı? Ama bu durumda sızdıran kim olabilirdi? Weinstein mı, yoksa bizzat yetkili kişi mi?

Bizler tam bu sorularla uğraşırken Genelkurmay’dan da beklenen açıklama tam da beklendiği gibi geldi... Ve bizler toplumu hala bu kadar saf sanan bir vesayet kurumuna sahip olduğumuz için gülümsemek zorunda kaldık. Söz konusu açıklamanın inandırıcı olmamak bir yana, kendi içinde bile kaçınılmaz tutarsızlıklara sahip olduğunu gördük ve doğru söylemek gerekirse biraz da üzüldük. Çünkü toplumun zihniyet açısından böylesine hızla özgürleştiği bir ortamda askerin hala klasik muhakeme şablonlarının işlevsel olacağını sanması, tarihsel açıdan bir talihsizlik olarak değerlendirilebilirdi ancak...

Genelkurmay açıklamasına dönersek...

1 - Açıklamanın başlangıcı şöyle: “Genelkurmay Başkanlığı’nca bu tartışmaların boyutlarını ayrıntılı olarak saptamak ve yaratılan bu ortamın arkasındaki aktörlerin gerçek yüzlerini ve niyetlerini ortaya çıkarmak maksadıyla, özellikle başlangıçta bir açıklama yapılmamış, beklenilmiş ve olayın yeteri kadar tartışıldığı sonucuna varılarak bir açıklama yapılmasına karar verilmiştir.”

Bilinmesi gerek ki bu gerekçenin inandırıcılığı çok azdır. Genelkurmay’ın açıklamayı geciktirmesinin muhtemel nedeni, her zamanki gibi olayın sönme ihtimaline bir şans verilmesi ve eğer bu gerçekleşmezse ‘yerleştirilmiş’ medya elemanlarının karşı taaruzu ile geçiştirilmesi gibi gözükmektedir. Nitekim paragrafın sonunda yer alan ‘yeteri kadar tartışılma’ meselesi ciddiye alınabilir değildir, çünkü açıklama öncesinde bir tartışma değil, askerin giderek zan altında kaldığı bir ortam bulunmaktaydı. Dolayısıyla doğru davranış Genelkurmay’ın anında açıklama yapmasıydı. Bunun yapılamamış olması, söylenecek şeyin de olmadığını ima ettiği ölçüde, askeri daha da töhmet altına sokmuştur. Bütün bunlara rağmen şimdi sanki hiç bunlar yaşanmamış ve askere ilişkin algılamalara bizzat kurum tarafından zarar verilmemiş gibi, ‘olayın arkasındaki aktörlerin gerçek yüzlerinden ve niyetlerinden’ söz etmek etik çerçeveye oturtulması hayli zor bir duruştur. Unutulmaması gerekir ki haberi geçen kişi olan Yasemin Çongar bilgisi, sağduyusu, nesnelliği ve en önemlisi ahlaki tavrı ile gazetecilik ve vatandaşlığın gerektirdiği sorumluluk sınavını toplum vicdanında çoktan vermiş biridir. Ayrıca söz konusu haber Hudson’daki toplantının davet ve program mektuplarının yayımlanmasıyla da desteklenmiş, karşımızda ‘hayali’ bir haberin olmadığı iyice aşikar hale gelmiştir. Genelkurmay’ın etik açıdan toz kondurmanın çok zor olduğu bir gazeteci üzerinde kuşkular yaratarak kendisini aklamaya çalışması, meselenin gerçekte ne denli sorunlu olduğunu göstermektedir.

2 - Açıklamaya göre “SAREM başkanı... bilgi alışverişinde bulunmak amaçlı olarak, çok daha önceden planlı bir ziyaret çerçevesinde 11-16 Haziran 2007 arasında ABD’de bulunmuştur.” Gezi bu ülkede “5 ayrı düşünce kuruluşunu” ziyaret maksadıyla yapılmıştır... “SAREM heyeti diğer düşünce kuruluşlarına yaptığı ziyaretler nedeniyle anılan kuruluşa öğle yemeğine yakın bir zamanda gidebilmişler ve toplantının yemekten önceki son kısmına çok kısa süreli ve izlemek amacıyla katılabilmişlerdir... (toplantıda) SAREM üyeleri hiçbir yorumda bulunmamışlardır.”

Ne yazık ki yukardaki muhakeme birçok zaafla maluldur. Herşeyden önce 5 düşünce kuruluşunu ziyaret etmek üzere 5 günlük bir gezinin yapılması, her düşünce kuruluşuna bir tam gün ayrılmasını akla yakın kılmaktadır. Bu durumda aynı günün sabahına sıkıştırılan diğer düşünce kuruluşları hangileridir? Yarım günde birkaç düşünce kuruluşu ile işini bitiren SAREM heyeti acaba diğer günleri nasıl değerlendirmiştir? Yoksa söz konusu bir turistik gezi idi de, “gitmişken aradan 5 düşünce kuruluşu da çıkaralım” mı denmiştir? Öte yandan SAREM’in ziyaret edeceğini çok önceden bilen düşünce kuruluşlarının, bu geziyi kendi açılarından da ‘planlamaları’ son derece doğaldır. Dolayısıyla aynı gün strateji toplantısı yapan Hudson’un SAREM’i bunun parçası yapmak üzere teklif götürmemiş olması imkansız gibidir. Hatta çok daha büyük ihtimal Hudson’un söz konusu toplantıyı özellikle SAREM ziyaretiyle çakıştırmış olmasıdır. Bu durumda acaba Hudson’dan hiçbir toplantı daveti gelmemiş midir? Gelmişse buna resmen nasıl yanıt verilmiştir? Eğer toplantıya nezaketen son anda girildiyse, acaba SAREM yetkililerine hiç soru sorulmamış mıdır? Toplantıdaki zevatın böyle bir fırsatı kaçırmış olması gerçekçi olmadığına göre, yöneltilen sorular karşısında ağzını hiç açmayan bir SAREM heyeti nasıl algılanmıştır? Nihayet Genelkurmay açıklamasında ilginç bir nokta daha var: Buna göre heyet Hudson’a geç vardığı için toplantının ancak son kısmına “katılabilmiş”... Yani bu bir katılmama değil katılamama... Eğer heyet daha önce Hudson’da olsaydı acaba toplantıya daha ciddi bir biçimde katılacak mıydı? O zaman ağızlarını açmak zorunda olacaklarına göre acaba ne diyeceklerdi? Eğer açıklamasına güvenilirlik kazandırmak istiyorsa, galiba Genelkurmay’ın yukardaki soruları ele alan bir açıklama daha yapması gerekmektedir...

3 - Açıklamaya göre “Washington Silahlı Kuvvetler Ataşesi... yapılan toplantıya şifahi bir şekilde davet edilmiştir. Ataşeliğe toplantı öncesi senaryoyla ilgili hiçbir bilgi ve belge verilmemiştir. Ataşe bu toplantıya Genelkurmay Başkanlığı’nın izniyle katılmıştır.”

Ataşeyi ve kurumu korumak üzere kaleme alındığı anlaşılan bu kısa savunma paragrafı da son derece sorunludur. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti askeri ataşelerinin ne konuşulacağını bilmedikleri toplantılara, üstelik şifahi çağrı sonucu katıldıklarına inanmamız istenmektedir. Dahası konuşulacak senaryo ile ilgili hiçbir bilgi ve belgenin ataşeliğe ulaşmadığı, buna rağmen Genelkurmay’ın toplantıya katılma izni verdiği öne sürülmektedir. Bu durumda ataşenin de Genelkurmay’ın da Hudson’a toplantı ile ilgili hiçbir soru sormadıkları, böylece görevlerini doğru yapmamaları bir yana, toplantının içeriğini merak bile etmedikleri sonucunu çıkarmaktan başka çare kalmamaktadır. Oysa ABD’deki düşünce kuruluşlarıyla ilgili biraz bilgisi olanlar, bu gibi toplantıların gayet geniş bir bilgi ve belge dağarcığı içerdiğini, bunların katılımcılara özellikle önceden gönderildiğini bilirler. Hele Türkiye’nin Irak’a girme senaryolarının tartışıldığı bir toplantıya askeri ataşe davet edildiğinde söz konusu bilgi ve belgenin epeyce önceden ulaştırılmasına özel dikkat edilir. Bu toplantı da hem SAREM hem de Hudson tarafından çok önceden planlanan bir takvimle ilişkilendiğine göre, Hudson’un askeri ataşeye yazılı bir davette bulunmamış olması normal sayılamaz. Bu durumda acaba ataşenin kendisi mi yazılı davet gönderilmemesini istemiştir? Acaba yazılı davete ihtiyaç olmadığının onayı Genelkurmay tarafından mı verilmiştir? Bu nedenle mi Genelkurmay şifahi daveti yeterli sayarak ataşeyi toplantıya gönderme kararı vermiştir? Eğer durum bu minvalde ise, ortada yazılı bir davet ve ‘bilgi belge’ olmasa da askeri ataşenin ve doğal olarak Genelkurmay’ın söz konusu toplantının konusunu ve ilişkili senaryoları her detayıyla bildiğini varsaymak gerçekçi olmaz mı? O halde yukardaki açıklamanın makbul sayılması mümkün müdür?

Görüldüğü üzere Genelkurmay’ın açıklaması (Talabani’nin yeğeni ile aynı toplantıda bulunmanın ima ettikleri veya PKK’lıların tesliminin AKP’ye yarıyacağı gibi skandal konuları dışarda bıraksak bile) kurumu toplum vicdanında aklamakta yetersiz kalmıştır. Hele aynı açıklamanın devletin ideolojik diline pelesenk olan “bu olayın bazı odaklar tarafından bilinçli olarak tırmandırılması izlenimi”nden söz etmesi, Yasemin Çongar’ı “olayı saptırır tarzda haber yapmak”la suçlaması, açıklamanın zaten az olan inandırıcılığını iyice zedelemiştir.

Türkiye’de geçmişten gelen garip ve artık iyice arkaik bir beklenti var: Bazı devlet kurumlarına resmi ideoloji tarafından verilmiş olan payenin, kendiliğinden bir toplumsal karşılığı olduğu sanılıyor. Oysa günümüzde her kurum kendi inandırıcılığını ve güvenilirliğini şu anda toplum önündeki performansıyla kazanıyor veya kaybediyor. Bu iki sonuçtan hangisinin egemen olacağı ise esas olarak o kurumun etik değerlere ne denli sahip çıktığıyla ölçülüyor. Bilinmesi gerek ki toplumlar kurumların hayallerine uymak zorunda olan kitlesel nesneler değildir... Tarih, tam tersine kurumların toplumların hayalleri içinde anlam kazandıkları ölçüde var olabildiklerini yeterince gösteriyor. Ama tarihin bunları göstermesi maalesef yeterli değil. O kurumları yönetenlerin de kendi hayallerinden sıyrılıp gerçekte nasıl algılandıklarını farketmeleri ve kurumun geleceğini daha gerçekçi bir değerler sistemi ve dil üzerinden yeniden kurması gerekiyor...

Gazetem.net



Bu haber 338 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,748 µs