En Sıcak Konular

28 Şubat'ın vatandaşa maliyeti 253 milyar TL

28 Şubat 2012 12:30 tsi
Refahyol hükümetine karşı "medya-sermaye-bürokrasi" şeytan üçgeni çok çalıştı. Türkiye 10 yıl boyunca 28 Şubat'ın aktörlerinin hortumladıkları 253 milyar TL'lik maliyete katlanmak zorunda kaldı.

MÜSİAD 3. Dönem Genel Başkanı Dr. Ömer Bolat'ın yorumu

Refahyol hükümetine karşı "medya-sermaye-bürokrasi" şeytan üçgeni çok çalıştı. Ödüllerini banka kurarak, bankaların içini boşaltarak aldılar. O dönem 22 özel banka batırıldı, 4 kamu bankasının içi boşaltıldı. Türkiye 10 yıl boyunca 28 Şubat'ın aktörlerinin hortumladıkları 253 milyar TL (eski paramızla 253 katrilyon TL) maliyete katlanmak zorunda kaldı.

28 Şubat 1997 post-mo-dern darbesinin arkasındaki iki dinamik şudur: İlki askeriyede, yargıda, bürokraside, sermayede, medyada ve finans dünyasındaki müesses nizam (Establishment) denilen yerleşik düzenin güçlenen bir "İslamlaşma" eğilimini kendi bekaları için, makam, mevki ve maddi varlıkları için tehdit olarak görmeleridir. İkincisi, Batı'nın da -komünizmden sonra- 1991'den itibaren artan İslamlaşma eğilimini tehdit olarak gördüğü ve bu tehdidi yeni bir mücadele alanı olarak benimsemesi; bu mücadele için dünya ölçeğinde pek çok hâkim ideoloji ve yönetimlere bu konuda destek sağlamasıdır. Destek mekanizmalarından da şu şekilde söz edebiliriz: Medya-enformasyonu, daha doğrusu dezenformasyon ve istihbarat desteği. 28 Şubat süreci tamamen bu iki dinamiğin üzerine kuruludur dersek sanırım abartmış sayılmayız.

Özellikle siyasi alanda, 1991 seçimlerinde Refah Partisi'nin (RP) dâhil olduğu ittifakın yüzde 17'lik bir oy alması; yine 27 Mart 1994 seçimlerinde yüzde 19'luk bir potansiyelin açığa çıkması ile birlikte büyük şehirlerde başkanlıkların kazanılması, ilçe belediyelerinin de elde edilmesi ve nihayet RP'nin 24 Aralık 1995 genel seçimlerinde de yüzde 22'yle birinci parti olması ve koa-lisyon hükümetine başbakan adayı olması kolay kolay hazmedilememiştir. Biliyorsunuz, asker ve öteki müesses nizam devreye girip Mesut Yılmaz'ın başbakanlığında dört aylık bir ANA-YOL hükümeti kurdursa da; RP'nin başarılı muhalefeti ve Tansu Çiller'in isteksizliği ile bu hükümet kısa sürede çökmüştür. Nihayet, 28 Haziran 1996'da Refahyol hükümeti kuruldu.

EKONOMİK, SOSYAL VE POLİTİK OPERASYON: 28 ŞUBAT

28 Şubat darbesi derken, kesinlikle ekonomik, politik ve sosyal temelli bir operasyondan bahsediyoruz. Dış destekleri de vardır, fakat içeride zaten o dış desteğin teşvikiyle harekete geçecek bir yapı mevcuttu. O yapının korkusu da dini olmaktan çok ekonomik ve politik çıkar eksenliydi. Ama sözde irtica ve dincilikle, irticayla mücadele bu sürecin kod adı haline gelmiştir. "Bu insanlar (Anadolulu müteşebbis ve mütedeyyin kitle) köyden geldiler, bizim malımıza, mülkümüze, çıkarlarımıza, pazarımıza ortak olmaya başladılar", diyememişlerdi. Bunu diyemedikleri için de sözde köktendincilikle, irticayla mücadele dendi. Bu anlamda Batı "köktendincilikle mücadele" ifadesini kullanırken, Türkiye'deyse yaklaşık bir yüzyıldan bu yana "irticayla mücadele" kelimesi kullanıldı ve bu kavram her zaman bir hareketin önünün kesilip ya da yok edilmek istendiği dönemlerde revaç buldu. 1908'de "31 Mart" vakası böyleydi, Terakki Perver'in ve Serbest Fırka'nın yok edilmesi böyleydi, 1960 ihtilali böyleydi, 1980 ihtilali böyleydi ve nihayet 28 Şubat post-modern darbe de böyleydi.

Olanların hepsi iyi tezgâhlanmış birer tuzaktı, maksat ise gerekli ortam ve şartları hazırlamaktı. İş dünyası ve özelde MÜSİAD olarak o süreci şu şekilde gözlemledik. Bir defa Refahyol hükümeti 18 Haziran 1997'de istifa edene kadar bürokratik anlamda fazla etkilenmedik, ama hani her an bir darbe oldu-olacak korkutmaları ve paranoyası ile bir anlamda sürekli bir teyakkuz hali vardı. Özellikle Refahyol hükümeti iş başında olmasına rağmen 1997'nin başlarından itibaren medya üzerinden yıldırma, korkutma ve baskı politikaları yürütüldü. Fatih-Çarşamba'da çarşaflılar, cüppeli-ler toplatılıp tehditler gelmeye başladı.

TSK İCADI: YEŞİL SERMAYE

Yeşil MÜSİAD olarak o dönemdeki en kritik hadise, o yılın Haziran ayı başında Milliyet Gazetesi'nin bir manşetiydi: "Ordudan yeşil sermayeye ambargo" başlığıyla çıkan bir haberdi. Özellikle sermaye kesimine baskılar o manşetten sonra ortaya çıktı. Neydi o manşet? Silahlı Kuvvetler'in bünyesindeki garnizonlarda, ordu evlerinde, kafeteryalarında, kantinlerinde belirli firmaların ürünlerinin alınması ve kullanılmasına getirilen bir yasaktan söz ediyordu. Bu sayede 28 Şubat sürecine destek veren bazı sivil kesimlerin de bu ürünleri boykot etmeleri, bu şirketlere ve kuruluşlara gitmemeleri, alışveriş yapmamaları konusunda ikna olmaları hedeflendi. Yine, bankaların bu şirketlere teminat mektubu veya çek defteri vermeme gibi adımlarla yıldırma harekâtına katılımı sağlandı.

Refahyol hükümeti dağıldıktan ve yerine Anasol-D hükümeti kurulduktan sonra süreç hızlandı. Sermaye boyutuna baktığımızda şöyle engellerden söz edebiliriz: MÜSİAD üyesi ya da dindar bir müteşebbisin, iş hayatında var olamayacağı, askeriye ve genel anlamda kamu, özel olaraksa bankalar ile iş yapamayacağı gibi basın üzerinden yürütülen bir dezenformasyon kam-panyası yoluyla firma sahipleri ürkütüldü. O dönemde MÜSİAD üyeliğinden istifa eden işadamları oldu. Bu dönemde gerçek anlamda "Ben bu davanın eriyim, ben asla korkmam" di-yerek MÜSİAD üyeliğinden ayrılmayan ve de işlerini çok iyi sürdüren birçok üyemiz de vardı.

YENİ ŞAFAK NEDEN BASILDI?

Bu süreçten kısmen zarar görenler de oldu. MÜSİAD'daki o zaman Genel Başkan Yardımcılığı görevim yanında, 2000 yılında Albayrak Grubu'nda çalışmaya başladım. 2001 yılının 13 Eylül gecesi hem Albayrak Grubuna'na, hem Yeni Şafak'a büyük baskınlar yapıldı, iddianameler açıklandı, soruşturmalar açıldı. Ama çok şükür haklı çıktık ve kazandık. İnsanın sadece Cenab-ı Allah'tan ve ahiret hesabından korkması gerektiğine inandık, inanıyoruz. Eğer sizin veremeyecek hesabınız yoksa ve bir davanın eriyseniz hiç kimse sizi yıkamaz, yıldıramaz. Biz bunları bizzat yaşadık, gördük. İşyerinin rengini yeşilden başka renge boyayanları, işyerinde hat levhalarını kaldıranları da gördük o dönemde, yani 28 Şubat'ın sermayeyi ilgilendiren kısmının yansımaları böyleydi. Tabii toplumun hemen her kesimine, söz gelimi öğretmenlere ve hukukçulara da baskılar vardı. Eylül 1997'de kesintisiz eğitim yasasının çıkarılmasıyla İmam-Hatip liselerinin orta kısımları zaman içerisinde kapatıldı ve İmam-Hatiplerde, diğer liselerde başörtüsü yasağı uygulaması başladı. 1998'in Eylül ayında ise İstanbul Üniversitesi'nde 'İkna Odaları'nın kurulması ve özellikle Çapa ve Cerrahpaşa tıp fakültelerinde başörtülü öğrencilerin içeri alınmamaya başlamasıyla birlikte üniversitelerde de başörtüsü yasağı en katı bir şekilde uygulamaya kondu.

Askeriye'den sürekli olarak disiplinsizlik suçuy-la ihraç edilen, fakat esasında dindar veya eşleri başörtülü olan ya da namaz kılan subay, astsubayların tasfiyesi söz konusu oldu, vs.

STK'LAR BASKI ALTINDA

MÜSİAD'ın iki eski başkanı Erol Yarar ve Ali Bayramoğlu'nun bazı sözleri sebebiyle haklarında meşhur ve meşum TCK 312/2'den davalar açıldı. Onlar için hapis cezası talep edilirken, aynı davalarda MÜSİAD için de kapatma talebinde bulunuldu. Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı (TGTV) , İlim Yayma Cemiyeti, Mazlum Der baskı altında kaldı, Birlik Vakfı keza baskı altına alındı; Milli Gençlik Vakfı (MGV) kapatıldı ve mal varlığına el konuldu, nihayet 19 Ocak 1998'de Refah Partisi kapatıldı. Yani siyasetten gönüllü teşekküllere, müteşebbislerden öğrencilere kadar hemen her kesim bu büyük baskıyı üzerlerinde hissetti. Elbette bu durum toplumda büyük bir fay hattının kırılmasına yol açtı ve derin bir bölünmüşlük hissi meydana getirdi. Yine o dönemde unutmayalım; 17 Ağustos 1999'da büyük Marmara depremi, 2 Kasım 1999'da ise Düzce-Kaynaşlı depremi vuku buldu. Türkiye mezkur dönemde fiziki anlamda olduğu kadar, sosyal, ekonomik ve hukuki anlamda tam bir yıkılmışlık yaşamıştır ve bunun da zirve noktası Kasım-Aralık 2000 ve 21 Şubat 2001 ekonomik krizidir. 2000 yılı sonu, 2001 yılı başlarındaki ekonomik krizle beraber Türkiye her alanda dibe vurmuştur.

28 ŞUBAT'IN EKONOMİK YÜKÜ

28 Şubat sürecinde Refahyol Hükümeti'nin devrilmesi için bir Beşli Çete kurulmuştu. O zamanki TOBB, TİSK, Türk-İş, TESK ve DİSK'in başkanlarından oluşan STK Koalisyonu, siyasete müdahale ederek Refahyol'un devrilmesinde rol aldı. Bunlardan bazıları daha sonra milletvekili olarak ödüllerini aldılar. Bir de Refahyol hükümetine karşı "medya-sermaye-bürokrasi" şeytan üçgeni çok çalışmıştı. Bunlar da ödüllerini banka kurarak, bankaların içini boşaltarak almışlardı. O dönemde 22 özel banka batırılarak ve 4 kamu bankasının içi boşaltılarak, Hazine'nin yani milletin sırtına 50 milyar dolar yük bırakıldı. 21 Şubat 2001 krizi ile dip yapan Türkiye ve güzel halkı, 10 yıl boyunca 28 Şubat'ın aktörlerinin hortumladıkları paraların geri ödenmesi ve faiz yükü olarak 253 milyar TL (eski paramızla 253 katrilyon TL) maliyete katlanmak zorunda kaldılar.

18 Nisan 1999'daki genel seçimlerde toplam yüzde 54 oy alan üç parti, 3 Kasım 2002'deki genel seçimlerde toplamda yüzde 14 oy almışlardır. Yüzde 22'lik DSP yüzde 1'e, yüzde 14'lük ANAP yüzde 5,5'e, yüzde 18,5'lik MHP yüzde 9,5'e düşerek barajın altında kalmıştır. Yani halkımız 28 Şubat sürecinin sonucunda seçim sandığının başında ciddi bir cezalandırma uygulamıştır.

5,5 senelik 28 Şubat sürecinde yaşananlar öyle büyük acılara, ahlara ve gözyaşlarına sebebiyet verdi ki, o sürecin bütün aktörleri 2002 sonundan itibaren perişan duruma düştüler. Ergenekon ve Balyoz davalarıyla medyadaki, askeriyedeki aktörleri perişan oldu; sermayedeki aktörleri geri adım attı, milletten "hortumladıkları" paralar TMSF eliyle geri ödetildi. Ben bunu ilahi adalete yoruyorum. Cenab-ı Allah diyor ki: "Haksızlık yapanlar, mağdur edenler, mazlumlara ve yetimlere zulmedenler ahiretteki hesaplarından önce bu dünyada da hesap vereceklerdir." Ben ilahi adalete bağlıyorum, çünkü daha dokuz sene önce hâkim pozisyonda olan, zulüm üzerine hâkimiyet kuranların bu denli zelil duruma düşmesinin ilahi adaletten başka izahı yoktur.

DARBEYE KARŞI DURANLAR

MÜSİAD'ın 28 Şubat döneminde sayısal olarak küçülmesi esasında üyeleri kenetlendi ve derneği güçlendirdi, üyeler nezdindeki dayanışma ruhunu, mücadele gücünü arttırdı. Her zaman bunu söylüyorum. 28 Şubat postmodern darbesine karşı mücadele veren ve 5,5 yıllık Anasol-D ve Anasol-M hükümetleri döneminde sembolleşen ana aktörler bana göre şunlardır: İlki MÜSİAD'dır, ikincisi Yeni Şafak'tır, üçüncüsü Vakit Gazetesi'dir, dördüncüsü ise Kanal 7'dir. Yani meydanda olan ve yok edilmek istenmesine rağmen bir varlık mücadelesi, bir dava mücadelesi veren en önde gelen kurumlar bu dördüdür. Bunların dışında da birçok kurum o dönemde ayakta kalmıştır, fakat onlar ön safta yer almamıştır. Kimisi kendini gizle-meye, kimileri sessiz kalıp sürecin sona ermesini beklemeye çalışmıştır, ama tarihi yazanlar ve tarihe mal olanlar bu mücadeleyi verenlerdir; tarih onları hatırlayacaktır.

28 Şubat zulmü bittikten sonra AK Parti döneminde gelinen noktada şunları görüyoruz. Birincisi, demokratikleşme perspektifinin geliştiği; temel hak ve hürriyetlerin genişlediği bir dönem, derneklerin, vakıfların çalışmalarının kolaylaştırıldığı bir dönem içerisindeyiz. Zaten bu anlamda iş hayatında, sosyal alanda, her alanda sivil toplum hareketlerinin sayısında bir patlama olduğunu da müşahede edebilirsiniz.

AK PARTİ DÖNEMİNDE TÜRKİYE

Başka bir gelişme ise, ekonomik alanda Türkiye'nin son 9 yılda kaydettiği modernleşme ve refah artışı dönemi olmuştur. Şu anlamda söyleyebilirim: 28 Şubat sürecinde her ne kadar dindarlara, Anadolu müteşebbislerine ve Anadolu insanına karşı siyaset, belediye, üniversite eğitimi, bürokrasi, üniversite öğrencileri, lise öğrencileri, sosyal kuruluşlar, gönüllü teşekküller vb. her alanda bir kıyım ve negatif ayrımcılık politikası uygulandıysa da; bugün AK Parti döneminde eşit mesafe politikası uygulanmıştır. Yani AK Parti döneminin politikası şu olmuştur: Demokratikleşme sürecini hızlandırmak, temel hak ve hürriyetlerin önündeki engelleri kaldırmak... Özetle, AK Parti hükümeti 28 Şubat sürecinin aktörlerine negatif ayrımcılık uygulamamış, kesinlikle doğrudan bir müdahale yapmamıştır. Bugün her alanda AK Parti döneminin nimetlerinden eski dönemin aktörleri de faydalanıyor, yeni dönemin aktörleri de faydalanıyor. İşi bozulanlar arasında eski dönemin aktörleri de mevcut, fakat yeni dönemin aktörleri içinde de işi bozulanlar oluyor. Kişisel veya konjonktürel hatalarla birlikte kayıpların yaşandığı, herkesin kazandığı bir dönem anlamına gelmeyen yeni bir dönem yaşanıyor. Kimilerinin iş hayatı sona eriyor, kimilerinin makamı elinden gidiyor. AK Parti hükümeti ülkede genel olarak fırsatları geliştirdi, projeleri arttırdı, ama her kesime eşit şans, eşit fırsatlar tanındı. Yani kendi "mahalle"sine pozitif ayrımcılıktan ziyade bütün mahalleye eşit davrandı. Fakat 28 Şubat döneminde "bizim mahalle"ye yahut darbecilerin gözüyle "karşı mahalle"ye bırakın negatif ayrımcılığı korkunç bir yok etme politikası, kıyım politikası uygulandı.

Bana kalırsa AK Parti kendi zenginlerini üretme politikası izlememiş; fakat pastayı büyütme, fırsatları genişletme, fırsatları ve projeleri herkese açma politikası uygulamıştır. 28 Şubat döneminin destekleyicileri, 28 Şubat döneminden nemalanan büyük sermaye gruplarının hepsi AK Parti döneminde çok hızlı büyümüş ve gelişmişlerdir. Kimileri 1'e 10 gibi bir oranla büyüme kaydetmişlerdir. Malum 1000 birimlik bir büyüklük yüzde 50 büyüdüğünde 1500'e ulaşır, buna karşılık 10 birimlik bir büyüklük yüzde 50 büyüdüğünde 15'e ulaşır. 10 birimlik büyüklük 30 misli büyüse dahi, 300 birime ulaşır.

En üst gelir grubu ile en alt grup arasındaki gelir dağılımı anlamında da bir düzelme yaşanıyor. AK Parti döneminde iyileşti bu oranlar. İlk yüzde 20'yle son yüzde 20 arasındaki ortalama gelir farkı 2001-2002'de 11 kattı. Bu oran şu an 8 katın altına indi, 7,9 kat civarında... Yani bu dönemde (2002-2011) orta sınıfta bir genişleme, görece refah artışı olduğu muhakkak. Düşük gelir gruplarına da sosyal yardım mekanizmalarıyla ciddi destekler verildi AK Parti döneminde.

YENİ ŞAFAK

Bu haber 751 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,775 µs