En Sıcak Konular

"Okan Bayülgen en başarısız röportajımdı!"

23 Haziran 2007 17:20 tsi
Beğeniyle izlenen gazeteci Perihan Mağden gazeteciliğini anlattı. Bir gazeteye röportaj veren Mağden "Okan Bayülgen en başarısız röportajımdı. Tarkan’la, Türkan Şoray’la ve Ajda Pekkan’la röportaj yaptım. Ajda Pekkan, sanılanın aksine g

Okan Bayülgen en başarısız röportajımdı. Tarkan’la, Türkan Şoray’la ve Ajda Pekkan’la röportaj yaptım. Ajda Pekkan, sanılanın aksine gayet espri anlayışı olan, komik, birlikte gülebileceğin biriydi. Tarkan’la yaptığım röportajsa Tarkan’ın hayatındaki en güzel röportajıdır herhalde. Kalbini açmıştı.
İnsanın, dünyayı köşesinden takip ettiği bir yazarla görüşmesi oldukça ilginç bir tecrübe. Sanki ben Kara Kitap’taki Galip’mişim, o da köşe yazarı Celal, kaybolan karımı bile onun satırlarında arayacak kadar ileri gitmişim. Yoksa bazı durumları kaynağı Perihan Mağden olan sözcüklerle - “arıza kadın” gibi mesela- betimlemeye başlamamızın nasıl bir açıklaması olabilir? Perihan Maden, yeni romanında bir annenin, sınıfıyla ve kötülerle uzlaşmaya “gönül eğdirmemesi” diye de okunabilecek bir şiddet güzellemesi ile karşımızda: “Biz kimden kaçıyorduk anne?”. “Sırf merakımdan” birikmiş sorularımı sordum Perihan Mağden’e, kendisi de tüm beklenmedik sevecenliğiyle cevapladı beni.

Bir yazınızda annelik için: “It’s a loosing battle” demiştiniz, yani baştan kaybedilmeye mahkum bir savaştır annelik. Peki, travmatik olmayan bir anne-kız ilişkisi mümkün mü sizce? Yoksa bu ilişki doğası gereği mi travmatik?

Yani, daha yüzeysel olan anne-kız ilişkileri var; mesela daha mesafeli, daha kontrollü. Ama bence işin özü çekirdeğinde çok travmatik ve çok zor bir durum. Aynı baba-oğul gibi. Mesafeyle ya da yorganlayarak onu hafifletebilirsin ya da yok da sayabilirsin, görmezden gelebilirsin. Ya da gardıroba kapatabilirsin; ama işin özünün öyle olduğunu düşünüyorum.

Romanınızın bir yerinde “biz sınıfsızız” diyor anne. Nasıl bir şey bu sınıfsızlık? Gerçek hayatta mümkün mü “sınıfsız” olmak?

Normalde hep alt sınıftan gelen kişilerin bu sınıfı unutturma çabalarına tanık oluruz. İşte “tenis oynayarak, iki üç kelime İngilizce öğrenerek, köşkte oturarak” üst sınıfa atlanmaya çalışılır. Oysa burada farkında olmadan bir sınıf-stricken’lık (yani sınıf-muzdaripliği, sınıfa mecburluk) söz konusudur. Romandaki anne ise üst sınıfa doğmuş, ama üst sınıftan, kendi içine doğduğu sınıftan tiksinen bir kadın. Bu noktada sınıfını anarşist bir şekilde kendisi iptal ediyor. Böyle bir farkındalık sonucu sınıfını iptal etmek, sınıfının getirdiği gibi yaşamamayı tercih etmek, “sınıfsızlık”ı bilinçli bir şekilde tercih etmek söz konusu.

Romanın ilk yayınlandığı günlerden birinde “kamburunuzdan” (yani son romanınızdan) kurtulma sürecinizi anlatan bir yazı yazdınız. Benim çok sevdiğim bir yazıydı; çünkü özdeşim kurdum hislerinizle. Bu kitaptan sonra da “post-partum şok” (doğum sonrası depresyon) yaşadınız mı? Ne hissediyor Perihan Mağden kamburundan kurtulunca?

Doğum sonrası depresyonda kimi anneler bir iki yıl depresyona girebiliyor, kimisi de hatta ömür boyu o depresyonda kalıyor, bir daha asla eskisi gibi olamıyorlar. Boşlukta hissediyor kişi kendini. Ben geçen romandan sonra daha çok hissetmiştim bunu; ama bu sefer pek olmadı. Ama şu çok garip bir şey tabii, bütün kış münzevi fare şeklinde eve kapanmışım. Bu romanda üstelik çok fazla kapandım, romanı yazarken öyle bir süreçti ki kitap bile okumadım, film bile izlemedim. Etkilenmemek için çok kapandım. Bir de çok üzülüyordum yazarken. E, böyle bir sürecin üzerine birden sosyalleşiyorsun, pelerinini giyip, hay hay hay, röportajlar veren, uzun zamandır görüşmediği arkadaşlarıyla beklemiş görüşmelerini gerçekleştiren, sık sık dışarı çıkan biri oluyorsun. Bu değişime alışmak garip oluyor tabii.

Neden romandaki karakterlerin hiçbirinin ismi yok?

İsim bir yerde kaderini belirler kişinin. Ki benim diğer romanlarımda da yani Haberci Çocuk Cinayetleri ve Refakatçi’de de karakterlerin ismi yok. Bir tek “hiper realist Türk Romanı” yazacağım diye yola çıktığım İki Genç Kızın Romanı’nda vardır isimler. İsimlerle ilgili hepimizin kafasında çağrışımlar vardır, mesela biri çok sevdiğimiz yakın bir arkadaşımızın ismine sahip olduğunda olumlu bir çağrışım yapar da, okuldayken sınıfta sinir olduğumuz birinin ismi olumsuz bir çağrışım yapar, vesaire. Dolayısıyla sınırlayıcıdır isimler, ben de romandaki karakterleri isimlerin bu sınırlayıcılığından kurtarmak istedim.

Haftanın birkaç günü Türkiye’nin en çok okunan köşelerinden birini yazıyorsunuz. Romanlarınız yayınlanıyor. Kendinizi bütünüyle ifade ettiğinizi, kendini ifade edememeden kaynaklanan hiçbir früstrasyonunuzun olmadığını hissediyor musunuz?

Bence hiçbir yazar bunu hissedemez. Kendini ifade etmenin sonu yok ki neticede. Bir kere aynı şey çok çeşitli biçimlerde ifade edilebilir. Yani, öyle de ifade edebilirdim, böyle de diyebilirsiniz. Mesela köşe yazıları için bu geçerli. Romanda ise hep, yazdıktan sonra bakıp “şurasını şöyle yazsaydım” diye düşünüyorsunuz. Bir tek bu romanda “keşke şurasını şöyle yazsaydım” sürecine girmedim; çünkü romanı yazarken o kadar üzüldüm ki sadece bittiğine sevinebildim.

Böyle her bir “şimdiki zaman”ı ifade etmenin, bir nevi yazı yazarak vaftiz etmenin terapötik bir etkisi var mı üzerinizde köşe yazmaya başladığınız 1997 yılından beri?

Olabilir. Köşemi yıllarca bırakmaya çalıştım. İlk köşe yazmaya başladığım zamanlarda İletişim Yayınları’nda çalışıyordum. Editöre “3 ay yapıp bırakırım” diyerek başladım. Köşe yazarı olmayı hep “bırakacağım bir şey” olarak gördüm. Sonuçta nefsime hakim olmak istiyorum, “bildimcik kanaat önderi olmak” istemiyorum hep. Ama bıraktığımda da çok früstre ve mutsuz oluyorum. Bunu itiraf etmem de on yılımı aldı!

Biyografi düşkünlüğünüzü, röportaj okumayı sevdiğinizi biliyoruz. Sizin “röportajcı” olduğunuz bir dönem oldu mu? Nasıl bir deneyimdi?

Pazartesi dergisi için röportajlar yapmıştım. “Arıza kadınlar serisi” diyebileceğim bir dizi röportaj yapmıştım ilk: Ahu Tuğba ile Gönül Yazar’la… Sonra Radikal’de ayda bir röportajlar yapmaya başladım. Orada Okan Bayülgen’le -ki en başarısız röportajımdır-, Mahsun Kırmızıgül’le -o iyi geçmişti-, Sibel Can’la röportajlar yapmıştım… Vizyon dergisi için Tarkan’la, Türkan Şoray’la ve Ajda Pekkan’la röportaj yaptım. Ajda Pekkan, sanılanın aksine gayet espri anlayışı olan, komik, birlikte gülebileceğin biriydi. Tarkan’la yaptığım röportajsa Tarkan’ın hayatındaki en güzel röportajıdır herhalde. Kalbini açmıştı çünkü.

Perihan Mağden New Order dinler, peki başka ne dinler?

Dinah Washington, caz ve bach dinlerim çok. Sözlü müzik eşiğim çok düşük, o yüzden ancak blues ya da caz söyleyen kadınları dinliyorum. Brian Ferry, Nina Simone dinlerim. Türkçe müzik dinlemem pek, şiir okumak gibi bir şey. Ama taksilerde dinliyorum. Hayatım taksilerde geçtiği için…

Romanlarınızda hep bir yol teması hissediliyor. Kahramanı maceraya azmettiren şey “evde” geçmiş de olsa, hep “yolda” ya da “misafirlikte” kahramanlar. Neden kimse evinde cinayet işlemiyor ya da maceraya atılmıyor romanlarınızda?

Normalde de işlemez kimse evinde cinayet. Amerika gibi büyük ülkelerde seri katil olması normal çünkü o eyaletten bu eyalete gitmek çok kolay. Kimse izini bulamıyor. Yollar yalınlaştırıyor ve gerçek iyilik ve kötülükle baş başa bırakıyor. Yol temasını kullanarak, sembolik soyutlamayı yaratmak için herhangi bir yerin, mahallenin ağırlığından kurtarmış oluyorum kahramanları.

Gezdiğiniz yerleri romanlarınızda bir nevi “büyülü atmosfer dekoru” olarak kullanıyorsunuz. Peki salt gezi yazılarıyla, “seyahatname”lerle aranız nasıl?

Çok sıkılırım. National Geographic’e tahammül edemem. Gezi eklerinden çok sıkılırım, fotoğraf bakarken de çok sıkılırım. Aşırı sıkılırım. Böyle gezi eklerini filan direkt atarım. Herkesin bakışı farklıdır bir yere. Seyyah olarak yaşıyorsan sadece o yeri yaşıyorsun. Büyülü atmosfer diyorsan eğer, 23-25 yaşları arasında Asya’da dolaştım, o zamanlardan süzülen şeyler romanlarıma yansıdığı içindir belki de…

Zaman



Bu haber 482 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,053 µs