En Sıcak Konular

Suriye'ye müdahalenin hukuki dayanakları

13 Şubat 2012 08:56 tsi
4 Şubat 2012 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Arap Birliği'nin Suriye'nin kınanmasına yönelik önerdiği kararı 15 üyeli komisyonun iki üyesi, Çin ve Rusya reddettiği için kabul edilmedi.

Dr. Bekir Çınar*

Geçmişte örnekler var, Kosova ve Irak'ta yapılanların benzerinin Suriye'ye yönelik olarak yapılmasının uluslararası hukuk açısından yeterince dayanağa sahip olduğunu vurgulamaya çalışacağız. Eğer Suriye'de her gün onlarca insan rejim taraftarlarınca hunharca katlediliyorsa ve buna uluslararası müdahalede bulunulmuyorsa, bunun sebebinin hukukî dayanak eksikliğinden çok, siyasal kararlılık eksikliğinden kaynaklandığını belirtelim.

BM ve Güvenlik Konseyi, uluslararası hukuk açısından tek merci olmadığı gibi son merci de değildir. Şimdiye kadar, özellikle uluslararası ilişkilerde 'ideal', 'liberal' ve 'yapıcı' yaklaşımlara göre BM ve uluslararası kurum ve kuruluşların konuya yaklaşımı hukuk açısından önemlidir. Buna karşılık 'realist' yaklaşıma göre her devlet ya da devletler kendi çıkarlarına göre hareket ederek, çıkarlarını korurlar. Benzer bir durum, aslında, 'insan hakları' literatüründe mevcut. Bir yerde insan hakları ihlali varsa -ki, Suriye'de var- bu durumda hukukî olarak Suriye'nin durdurulmasının meşru zemini ortaya çıkmış demektir.

Birincisi, uluslararası ahlak kuralları açısından, Suriye insan hakları ihlalini devam ettirmektedir. Bu ihlallere ne kadar devam edeceğini bilen kimse yoktur. Bu durumda, 'Act-Utilitarianism (yasal-faydacılık) ilkesine göre, daha fazla insanın hayatının kaybedilmesini önlemek için, askerî müdahale mubah görülebilir. Aynı şekilde, Louis Henkin, "Eğer dış kaynaklı askerî bir müdahale, insan hakları ihlal edilen insanlara yarar sağlayacaksa, herhangi bir devletin insan haklarını ihlal eden devlete karşı güç kullanımını engelleyen herhangi bir hukuk yoktur." yaklaşımını getiriyor. Oscar Schachter'e göre ise, "eğer insanî müdahale yasal ise güçlü devletler insan haklarını ihlal eden hükümetleri devirme noktasında sınırsız hak sahibidir".

İkincisi 'Natural Law' (doğal hukuk) yaklaşımına göre, her birimiz diğer insanlarla doğal olarak ilişki içindeyiz. Bu ilişkiler aramızda bir doğal hukukun ve ona dayalı olarak da bir doğal ahlakın varlığını doğurur. Buna göre eğer bir yerde insan hakları ihlali varsa, bizler hem fert olarak hem de uluslararası kuruluşlar olarak bu insanlara el uzatırız. Bu dışarıdan müdahale sayılmaz. Eğer insan hakları ihlalini önleyemez ise, bu durumda askerî güç kullanma meşru olur. Meşhur hukukçu Hugo Grotius, "Eğer bir tiran, yönetimi altındakilere zulmederse, diğer devletlere insan hakları açısından müdahale etme hakkı doğar." diyor. Buna ek olarak, doğal hukuk açısından diğer devletlerin mağdur olanların hakkını korumak için zalime müdahale hakları vardır.

Üçüncüsü, hem BM tüzüğüne, hem soykırım sözleşmesine, hem de 'customary international law' (uluslararası teamül hukukuna) göre Suriye'nin yaptıklarına askerî müdahale uluslararası hukuk açısından uygundur. Burada önemli bir soru var, o da: 'Askerî müdahaleye kim karar verecek?'

Geçmişte Kosova'daki müdahaleye Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Bill Clinton ile İngiltere Başbakanı Tony Blair karar vermiş ve NATO, Sırplara karşı askerî müdahaleyi gerçekleştirmişti. Irak'ta kararı bu defa yine Amerika Başkanı George W. Bush ve İngiltere Başbakanı Tony Blair vermişti. Her iki örnek de hem 'yasallık' açısından hem de farklı açılardan çokça tartışılmıştı. Sonuçta, Kosova'da insan hakları açısından yapılan bir müdahale olmasından dolayı, Kosovalılar özgürlüklerine kavuşmuş ve Sırp zulmünden kurtulmuşlardır. Diğer yerde ise, Saddam ve rejimi yıkılıp gitmiş; belki de bu durum Suriye ve İran'ın bölgede güçlenmesine yardım etmiştir.

SURİYE POLİTİKALARINDA TÜRKİYE'NİN ROLÜ

Yapılması gereken iki önemli çalışma vardır. Bunlardan ilki, Suriye'deki muhalif halk için artık askerî müdahale dışında bir seçenek, bu zulmü durduracak durumda değildir. Zamanın geçmesi, hiçbir problemi çözmeyecek, sadece rejimin daha fazla insanı öldürmesine yarayacaktır. Bu nedenle başta Arap Birliği olmak üzere, Avrupa Birliği, NATO ve Türkiye'nin önayak olacağı bölgesel kurum ve kuruluşların öncülüğünde bir askerî müdahalenin kaçınılmaz olduğu aşikârdır. Orta ve uzun dönemde Suriye-İran-Rusya'nın bölgede arzu edilmeyen kamplaşmalara sebep olacağının farkında olmak gerekiyor ki, bu başta Türkiye'nin güvenliğini tehdit ettiği gibi gelecekte diğer bölge ülkelerini de içine alacaktır.

İkincisi ise BM Güvenlik Konseyi kararına karşı oy veren Çin ve Rusya'nın ikna edilmesi gerekir. Her ne kadar Çin, İran'ın ona sağladığı başta petrol olmak üzere diğer hammaddeden dolayı İran'ın rağmına bir davranışta bulunmamıştır, belki de bulunamamıştır. Rusya ise farklı sebeplerle Suriye'nin yanında yer almaktadır ki, onun stratejisi bir bakıma Soğuk Savaş dönemlerinden kalmadır.

Türkiye ise hem İran'ı hem de Rusya'yı bu konuda ikna edecek durumdadır. Başta enerji olmak üzere, Türkiye'nin Rusya ile geçtiğimiz son on yılda ciddi olarak ekonomik ve stratejik işbirliği artmış durumdadır. Türkiye'nin etkisinin azlığının, özellikle Suriye konusunda çözümü Rusya-Çin ve İran üçgeni yerine daha çok klasik Türk dış politikası yaklaşımıyla BM ve NATO içinde aramış olmasının etkisi var. Suriye'ye Batı kaynaklı askerî müdahalenin İran'ı farklı şekilde tehdit edeceğine dair İran algısının Türkiye açısından giderilmesi gerekiyor.

Sonuç olarak, Türkiye'nin komşusundaki 'insan hakları' ihlallerine çözüm bulamayan bir devlet konumundan kurtulması sadece gelecekte Türkiye'yi değil, bölgeyi de daha güvenli hale getirecektir. Başta Suriye'nin yaptıklarını durdurması için gerekli siyasal, ekonomik ve askerî müdahalelerin yapılması gerekmektedir. Sonra da İran'a ne Irak'ta ne de Suriye'de 'Şii'lerin 'mezhep'e dayalı bir siyasal rejim kurmalarına müsaade edilemeyeceği anlaşılır dille anlatılmalıdır. Sonuncu olarak, Türkiye sadece bölgesel değil, aynı zamanda uluslararası bir güç olacaksa -ki olması gereklidir- bunun yolunun 'bağımlı' ya da 'Batı bağımlısı' bir dış politikadan daha çok 'bağımsız' bir dış politika ile olması gerektiğinin unutulmaması gerekmektedir.

Suriye'de akan kan sadece Rusya ve Çin'in vetosuna bağlı olarak devam etmeyecektir. Aynı zamanda Türkiye'nin bu konuda pasif kalmasından dolayı da akmaya devam edecektir.

*Arnavutluk Epoka Üniversitesi, Siyaset Bilimi Bölümü Öğretim Üyesi

Zaman 

Bu haber 923 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,017 µs