En Sıcak Konular

Tarladaki yabancı hayatı kemiriyor

15 Haziran 2007 23:11 tsi
Artık neredeyse bütün sebze meyvelerimize müdahale edilmiş olduğunu biliyoruz. Genleriyle oynananlar, ilaç ve hormonla büyütülenler. Arca Atay, bütün bu müdahalelerden ve Tohumculuk Yasası’nın köylümüzü ezen maddelerinden kimin sorumlu olduğunu açık

GDO’ların tarımsal etkileri
 

2004 itibariyle 80 milyon hektar, 2005 sonunda 90 milyon hektara yaklaşan GDO’lu ekimlerin 2010 yılında 150 milyon hektara ulaştırılması hedefleniyor. Şu an küçüklü büyüklü alanlarda 17 ülkede üretimi yapılan GDOlu ürünlerin 30 ülkeye yayılması planlanıyor. 150 milyon hektar demek Dünya ekilebilir tarım arazilerinin tam olarak yarısı demektir! 


GDOlu tohum pazarının büyük bir kısmına Monsanto sahiptir. Dünyada ekimi yapılan GDOlu soyanın yüzde 92’si , GDOlu mısırın yüzde 97’si, GDOlu pamuğun yüzde 63’ü,GDOlu kanolanın yüzde 59’u Monsanto’ya aittir. 


Uluslararası tarımsal biyoteknoloji şirketlerinin tohum pazarından hedefledikleri 200 milyar dolarlık bir cirodur. 


GDOlu tohumlara GDOlu bitkilere  hiçbir zaman ihtiyaç duyulmadı, ihtiyaç olduğu şeklindeki propaganda ile dünya tarımının resmi otoritesi olan FAO başta olmak üzere bir çok ülke hükümetinin de buna inanması sağlandı. Çünkü lobi çok güçlüydü, çünkü lobi tamamen ABD hükümetinin desteğini almıştı. Onun içindir ki ABD’nin resmi organları EPA ve FDA’nın çeşitli uzmanları Monsanto’nun çeşitli şirketlerinde çeşitli görevlere getirildiler. Savcılardan üniversite prosörlerine kadar birçok önemli kişi Monsanto’da çalışmakta veya Monsanto’da çalışırken devletin yönetim kadrolarında yer almaktalar. 


Transgenik bir bitki transgenik olmayanı da etkiler 


Polenler sınır ve mesafe tanımazlar; gen bulaşması olmaktadır. Gen bulaşması GDOlu ürünün konvansiyonel ya da organik ürüne bulaşmasının ötesinde bitkinin yabani akrabalarına da olabilmektedir. 


Yerli gen kaynaklarının bu şekilde zaman içinde yok olması sözkonusudur. 


Haşereler transgenik bitkilerin ürettikleri toksinlere karşı direnç geliştirebilirler; bu da daha fazla pestisit kullanımını gerekli kılmaktadır. 


Yani dünyayı ürettikleri tarım kimyasallarıyla zehirleyenler daha sonra "ekoloji kirlendi, toprak, hava, insanlar ve diğer canlıların hayatları risk altındadır" söylemlerine "daha az ilaç kullanarak tarım yapmak ve yüksek ürün almak mümkündür" söylemlerini ekleyerek bunun da ancak GDO lu ürünlerler ile sağlanabileceğine dünyayı inandırmaya çalıştılar. 


Hedeflenmeyen organizmaya zararlı etkide bulunabilirler, bu nedenle faydalı böcekler ve mikroorganizmaların yok edilmesi, türlerin azalması sözkonusu olacaktır. 


Kimyasallara olan bağımlılığın artması da sözkousudur. Gerek insektisit (böcek öldürücüler) gerekse herbisitler (ot öldürücüler) daha yoğun kullanılmaktadır. Yukarıda ifade ettiğim gibi uluslararası tarımsal biyoteknoloji şirketlerinin yalanları bir bir ortaya çıkmaktadır.. 


Süper yabancı otların yaratılması ekoloji ve biyoçeşitlilik üzerindeki başka bir tehlikedir. Geçtiğimiz yıllara kadar GDOlu kültür bitkilerinden yabani akrabalarına gen kaçışının mümkün olmadığını söyleyenler geçen sene İngilterede GDOlu kolzadan yabani akrabası olan yabani hardala gen geçişinin ispatlanması karşısında şaşırıp kalmışlardır. 


Yabani hardal İngiltere ve kıta Avrupasında yağlık kolza üretimi yapılan yerlerde bolca mevcuttur (aynı zamanda yabani hardal kültür bitkileri için istenmeyen bir "yabani ot" tur.) Bu araştırma sonuçları aynı zamanda GDOlu ve GDOsuz bitkilerin birlikte bulunma-ekilme (co existence) ve ekim mesafelerinin yeterliliği ya da yetersizliği tartışmalarında kafa karıştırıcı bir rol oynayacaktır. Zira ekimi yapılan yağlık kolzanın, tarımın en önemli yabani otlarından olan yabani hardal ile birlikteliğini önlemenin imkanı yoktur. Dolayısıyla yağlık kolzanın Avrupa’da  ticari anlamda üretimine izin verilmesi halinde, çok kısa süre içinde “Glufosinate ammonium” içerikli ot ilacına dayanıklı, yani ot ilacı atıldığı halde ölmeyen, süper yabani otlar  türeyecektir. Böylece çiftçiler yabani otları öldürmek için daha fazla ya da daha kuvvetli herbisitler kullanacak ve ekolojik yıkımı hızlandıracaklardır. 


Bunun canlı örneği 10 yıldır ticari yağlık kolzanın üretildiği Kanada'da yaşanmış, 3 çeşit herbisite dayanıklılık kazanmış kolza yabani otları gelişmiştir. 


Bazı ülkelerde transgenik ürünlerin ekilmesi için ormanların yok edilmesi süreci yaşanmaktadır. Brezilya ve Arjantindeki yağmur ormaları GDOlu soya ve kanola ekimleri için katledilmeye başlamıştır. Biyodizel üretimine yönelik hedeflenen kanola üretimleri için binlerce hektar alan gerekmekte olup, ormanlar bu amaca yönelik olarak tahrip edilmektedir. 


GDO'lu tarım, kendi haricindeki  tarım şekillerini yok sayan totaliter bir teknik olup ekolojik-organik tarımın baş düşmanıdır. Ülkemizde ve dünyada alternatif bir tarım şekli olarak ortaya çıkan ama aslında ekoloji ve insana dost hakim tarım sistemi olması gereken organik-ekolojik tarımın yayılması GDOlu ekimler ile engellenmektedir. 


Su ve hava gibi “güvenli gıda” da, insanların temel bir hakkıdır. İnsanlar kendi gıdalarını özgürce seçebilmelidirler. GDO'lu gıda, insanlarımızın seçme hakkına, yemek kültürümüze saldırı demektir. 


GDO teknolojisiyle canlılar üzerinde yapılan değişiklikler; canlı sağlığı, biyolojik çeşitlilik, ekolojik dengelerin bozulması, ekonomik bağımlılık ve canlıların yaşam hakkının elinden alınması gibi konular açısından çok önemli tehdit ve riskler taşıdığı için “GDO'ya hayır” diyoruz. 


Türkiye'de ve dünyada milyonlarca insan topraklarından koparılmış, kendi geçim araçlarını yitirmiş ve sağlıklı besin ihtiyacını karşılamaktan mahrum bırakılmıştır. Topraklarında tarımla uğraşan çiftçiler ise ihracata dayalı endüstriyel tarımsal üretimin pazar koşullarında rekabet güçlerini kaybetmiş ve kendi toprakları üzerinde denetimlerini yitirmiş, büyük tarım ve ilaç tekellerinin ürün ve pazar denetimi altında yoksullaşmışlardır. Tarımsal üretim endüstriyelleştikçe, toprak giderek yoksullaşmış, yoksulların gıda ürünlerine ulaşma olanağı azalmış, çiftçiler kendi toprakları üzerinde köle durumuna düşürülmüştür. 


Üretimdeki muazzam artışa karşılık, toplumsal zenginliğin eşit ve adil olmayan bölüşümü ve bu zenginliğin üretim tarzı, doğanın ve toplumların varlık koşullarını ortadan kaldıracak bir düzeye erişmiştir.

Kapitalist üretim ve tüketim tarzı, açlığın ve işsizliğin kol gezdiği bir dünya yarattığı gibi, yarattığı zenginliği de  geçim araçlarımızın sahibi olan toplumsal sınıfın egemenliği ve kontrolü altına sokmuştur. Bu toplumsal sınıf, egemenliği altındaki bilim ve teknolojiyi, yaşadığımız eşitsizliği ve adaletsizliği yeniden üretecek ve kendi konumlarını daha da güçlendirecek biçimde kullanmaktadır. 


Endüstriyel tarım ve gıda sistemin sürdürülebilmesi için kâr oranlarını sürekli arttırma zorunluluğu, teknolojik ve bilimsel buluşları da bu sisteme uygun kullanmayı zorunlu kılmaktadır. Zira bilimsel ve teknolojik tüm gelişmeler, varolduğu üretim tarzının karakteristik özelliklerini taşır. Dünyada açlığa çözüm bulma propagandasıyla endüstriyalist-kapitalist tarımın içine sokulan biyoteknolojik gelişmeler de bugün daha fazla emek ve toprak sömürüsü, yani kâr için tasarlanmıştır. Dolayısıyla biyoteknolojik çalışmaların bir türevi olan "Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar" ve bunun yarattığı endüstri de daha fazla kâr elde etmek isteyen tekellere hizmet etmektedir. 


Bu endüstrinin ürünü olan tarım ilaçları ve tohumlar çiftçileri geri dönülmez bir biçimde topraklarından koparmakta, biyolojik çeşitliliği ortadan kaldırmakta ve toprakla, üretici emeğin sahibi çiftçinin on binlerce yıllık organik ilişkisinde onarılamaz zararlara yol açmaktadır.

Yanlış tarımsal politikalarla kendi ihtiyaçlarını eşit ve adil bir biçimde karşılamaktan yoksun, plansız ve üretimsiz bırakılan ülkemiz tarımının, GDO tekellerine direnme gücü çok sınırlıdır.

Bu tekeller, kârlarını akıttıkları ülkelerin (Amerika vb.) yönlendirdiği uluslararası kuruluşlar (DB, AB, DTÖ, IMF vb.) aracılığıyla,  yoksul halkları ve ülkeleri borçlandırarak ve onların tarımsal politikalarını plansızlığa, denetimsizliğe, üretimsizliğe tabi kılarak kendi ürünlerine pazar yaratmaktadır. 


Bununla birlikte, gen kaynaklarımızı patentleyerek yaşam üzerindeki tüm haklarımızı ellerimizden alan tekeller, toplumun ve doğanın evrimine kâr amaçlı müdahalelerde bulunarak, geleceğimizi denetlemenin araçlarını da yaratmaktadır. 


"İnsan sağlına bir zararı belirlenmediği" yönündeki bilimsel bir belirsizliğe dayanarak kendine meşruiyet zemini yaratan GDO tekelleri, bu ürünlerin sağlığımıza zararlı olmadığına dair üzerlerine düşen ispat külfetini de dünya halklarının üzerine yıkmaktadır. 


Bu doğrultuda hazırlanan uluslararası yasal mevzuat, dünya halklarının eşit ve sağlıklı besin hakkını korumaktan çok, uluslararası tekellerin çıkarlarını korumaktadır. "Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesinin"  eki niteliğinde olan "Cartagena Protokolü" ve onun Türkiye mevzuatındaki karşılığı olan "Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı" rekabet edilebilir pazar yaratma kaygısıyla hazırlandığından, GDO'lu üretimi ve ürünleri yasaklamak yerine kontrollü olarak serbest bırakmayı ilke edinmiştir. Kontrolün nasıl ve ne şartlarda yapılacağı konusunda belirsizlik ve derin kuşkular mevcuttur. 


Bahsi geçen yasanın 2004’te çıkarılması hedeflenirken, yasa tasarısındaki birçok maddeye yapılan itirazlar Tarım ve Köyişleri Bakanlığını zora sokmuş 2006’nın sonlarına yaklaştığımız halde konuyla ilgili çalışmalar askıda kalmıştır. Muhtemelen bu günlerde TBMM nde görüşülmekte olan ve tamamiyle Tohum Endüstrisi Şirketleri tarafından hazırlanan  "Tohumculuk Yasa Tasarısı" bu yasanın da akibetini belirleyecektir. Biyogüvenlik yasa tasarısı ülkemizin biyolojik zenginliğini koruyamayacağı gibi, toplumsal besin ihtiyacımızın karşılanmasında GDO'lara mahkûm bırakılmamızın da yolunu açacaktır. 


Tohumculuk Yasası ise  tohum işinin tamamiyle özel sektöre devrini amaçlayan ,hatta içinde GDO'lara yeşil ışık yakan fakat daha sonra toplumsal muhalefet nedeniyle bu maddedenin bakanlık tarafından geri çekildiği, çok uluslu tohum tekellerinin çıkarlarına hizmet edeceği endişesi taşıdığımız bir yasadır.Çünkü Tasarının hazırlamasında en büyük katkıyı veren Türkiye Tohum Endüstrisi Derneği TÜRKTED ‘in üyelerinin yüzde 10’u Monsanto, Syngenta, Bayer, Pioneer, Aventis , Limagrain gibi uluslararası tohum piyasasının hemen hemen tamamını ellerinde tutan tohum şirketleridir. Bunların birçoğu tarımsal biyoteknoloji ile GDO'lu tohum ekimlerini küresel boyutta 90 milyon hektarlara çıkarmş olan, yıllık tohum satış ciroları 100 milyar dolar olan şirketlerdir. 


Bu şirketler, patentli GDO'lu tohumları da dahil olmak üzere dünya ölçeğinde 3 milyarlık çiftçi- köylü nüfüsunun kendi tohumuyla ekim yapmasını engellemiş, çalıştığı tarlasında köyünde bir köle haline dönüşmesini sağlamış olan tekel ve kartellerdir. 


İşte bütün bu nedenlerden dolayı GDO'ya ve biyoteknolojik endüstriyel tarıma hayır diyoruz. 


Arca ATAY- Ziraat Y.Müh.

www.ekolojistler.org



Bu haber 561 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,113 µs