En Sıcak Konular

Sınır ötesini kimler, niçin istiyor?

6 Haziran 2007 09:29 tsi
Sınır ötesini kimler, niçin istiyor? Tunceli'deki saldırının, sınır ötesi harekât tartışmalarının dorukta olduğu bir döneme denk getirilmesi tesadüf mü? AK Parti hükümetini neler bekliyor? Saldırılar sürebilir mi? Sınır ötesi harekâttaki "derin" ayrılıklar neler? İşte yanıtlanması gereken

Doç. Dr. Melih Can'ın Zaman gazetesindeki yorumu:

Harekâtı kimler, niçin istiyor?

Türkiye, seçim sürecinde sınır ötesi harekâtı tartışırken Tunceli'nin Pülümür İlçesi Kocatepe Jandarma Karakolu'na PKK'lı teröristlerce 4 Haziran'da gerçekleştirilen baskın, bir anda Türkiye'yi gerçek gündemi ile karşı karşıya bıraktı.

Saldırıda yedi askerin şehit olması ve bir o kadarının da yaralanması PKK terörünü ve bu örgüte destek veren tüm unsurları bir anda gündemin en üst sıralarına taşıdı. Saldırının, sınır ötesi harekâtın yapılıp yapılmaması, yapılacak ise de bunun zamanlaması ile ilgili tartışmaların dorukta olduğu bir döneme denk getirilmesi hiç de tesadüfi görünmüyor. Bundan sonraki süreçte Türkiye'de sınır ötesi harekâta karşı çıkmak daha da zorlaşacak ve bunu savunanlar büyük bir olasılıkla "vatan haini" damgasını bu atmosfer içinde çok rahat yiyebilecekler. Bu noktada saldırının arka planındaki düşünceyi ve hedefi okumak hiç de zor olmuyor. Zira, saldırı Tunceli'de gerçekleşti; ama etkisi Ankara'da daha etkili olacağa benziyor. Nitekim, bazı siyasi partiler şimdiden bu olayı seçim malzemesi olarak kullanmaya başladılar bile. "Mehmetçiğin önünden çekil" açıklamasını yapan bu siyasi partilerin ne kadar yerli ve kendilerine ait bir terörle mücadele programları ve politikalarının olduğu tartışmalı iken, mevcut hükümeti "güdümlü diplomasi"yi terk etmeye çağırmaları da bir başka çelişkiyi oluşturuyor. Bu tür partilerin ne kadar bağımsız hareket ettikleri bir başka tartışma mevzuu; fakat sonuçta bu partilerin ülkeyi rahatlıkla bir maceraya sürükleyebilecek bir ruh haline sahip olmaları oldukça ürkütücü. Başta AK Parti hükümeti olmak üzere Türkiye'de sivil iradenin ve bir kısım "duyarlı" ve "temkinli" kesimin işi hiç de kolay olmayacak.

Bu saldırılar bundan sonra artarak devam edecek. Bundan en ufak bir kuşku yok. Amaç ortada... Bu saldırılar ülke içinde, Doğu ve Güneydoğu bölgeleri ağırlıklı olmak üzere, Tunceli'den Diyarbakır'a, Mersin'den Ankara'ya, İzmir'den İstanbul'a kadar uzanan hatlarda gerçekleşme potansiyeli taşımaya devam ediyor. Son saldırı, her ne kadar "tehdit, sınırlarınızın ötesinde değil, içinde" demeye dönük olsa da, terör örgütünün Irak'ın kuzeyinden beslenmesi ve buradan her türlü desteği alması, verilmek istenen bu mesajı pek gerçekçi kılmıyor. Aksine, ortamı daha da geriyor ve tepkileri artırıyor. Zaten istenen de bu, tüm yolları akl-ı selime kapatmak... Dolayısıyla, sertleşen söylemlerin yerini daha sert eylemlerin alması bu ortamda daha da kolay olacak gibi görünüyor. Ankara'da sivillere dönük bombalı saldırıların ve yaşanan kayıpların ardından askerlerimize dönük bu saldırılar, hiç kuşkusuz Genelkurmay'ın içindeki tartışmaları da artıracak. Bu hususta, saldırı öncesi İngiliz menşeli Financial Times gazetesinin attığı "Türk askerlerinin söylemi olağanüstü sert" başlığı da, bu gidişle oldukça yumuşak kalacak gibi...

Sınır ötesi harekât'ta "derin" ayrılıklar var...

Bu yönüyle saldırılar, sınır ötesi operasyonun bir yandan gerekliliğini/meşruiyyetini ortaya koyarken, diğer taraftan da takvimin daha öne alınmasını sağlayacak bir rol oynuyor. Bu durumda, hükümetin önünde pek fazla bir seçenek kalmıyor. Özellikle de şehit cenazelerinin bir bir memleketlerine geldiği ortamda. Şehit cenazelerinin beraberinde toplumsal tepkiyi getirmesi kaçınılmaz. Böylesi bir atmosferde iktidarı hedefleyen mevcut hükümetin bu durumu hesap etmesi ve buna göre bir karara varması, partisinin iç dengeleri ve tabanı açısından hiç de kolay olmayacak. Dolayısıyla, saldırılar sadece Silahlı Kuvvetler'e dönük değil, aynı zamanda mevcut siyasi sisteme ve hükümete dönük olarak da kendini gösteriyor. "Şok saldırılar" bu anlamda ilk hedeflerine büyük ölçüde ulaşmış durumda. Ama asıl hedeflerinden uzak durumdalar; çünkü sınır ötesine temkinli yaklaşan taraf halen soğukkanlılığını ve mevcut duruşunu korumaya devam etmekte.

Sınır ötesi bir harekât konusunda Türkiye'de tam bir mutabakatın olduğunu söylemek güç. Bu hususta sivil ve askerî iradeler arasında derin bir görüş ayrılığı hemen kendisini gösteriyor. Fakat, bu hususta ayrılık sadece sivil ve askerler arasında değil, aynı zamanda sivillerin ve askerlerin kendi arasında da söz konusu. Bu noktada, Türkiye açısından karşımıza üçlü bir tablo çıkıyor. Birincide, ABD'nin orta ve uzun vadeli bu türden hesaplarını göz önünde bulunduran ve daha soğukkanlı bir dış politikayı savunan bir kadro söz konusu. Bu kadro, asıl itibarıyla Soğuk Savaş sonrası dönemde özünü, imparatorluk geçmişini referans alan ve stratejik derinliklerinde güç bulmayı hedefleyen bir kadro olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye'nin daha güçlü bir ülke olmasını, bu bağlamda bölgesel bir güç odağı olmaktan öte, küresel bazda bir oyuncu olmasını hedefleyen bu kadro, eski Osmanlı coğrafyasında yeni bir hayat ve dirilişi hedefliyor. Bu kadronun bir diğer önemli özelliği de gücünü ve meşruiyyetini tamamen millete dayandırıyor olması. Biz buna "Derin Anadolu" da diyebiliriz. Diğerinde ise, bu tür hesapların tam tersine ABD'nin bölgede düştüğü durumdan istifade ederek, "bir tekme de bizden" ve "ne olursa olsun" türünden yaklaşımlarla körü körüne tepkici bir kadro söz konusu. Bu kadro düşüncede samimi olsa da, eylemde vereceği zararlarla Türkiye'nin geleceğini riske sokabilecek, maceracı, "ittihatçı" bir görüntü sunuyor. Bunu yaparken de "devlet" adına hareket etmeleri, enerjilerini dışarıdan çok içeriye akıtmalarına neden oluyor ve ülkeyi bir "hesaplaşma alanı"na çeviriyor. Devleti tekelinde tutmaya ve devletin asıl sahibi olduğunu her fırsatta dile getirmeye çalışan bu "marjinal" kadronun halktan kopuk ruh hali ise dikkatlerden kaçmıyor. Üçüncü grupta ise, daha farklı ve tehlikeli bir kadro söz konusu. "Fırsatçı", "kolaycı" ve bir anlamda da "işbirlikçi" anlayışla Türkiye'yi bir yerlere taşımak isteyen bu kadro, çok daha bilinçli bir şekilde, planlı ve programlı hareket ediyor. Bu kapsamda dış politikada sözde "revizyonist" bir tutum takınan, özde ise ülkeyi daha bağımlı bir noktaya taşıyan bu kadro, gücünü dışarıdan alıyor. ABD ile yeni bir sürece yelken açmak isteyen ve böylece ülkedeki güçlerini korumak isteyen bu kadro, ABD adına Balkanlar'dan Çin Seddi'ne kadar olan bir coğrafyayı ABD adına kontrol altında tutmak istiyor. Roma'nın ileri karakollarından biri gibi hareket etmeyi hedefleyen bu kadro, böylelikle Türk-İslam dünyasının bir "tampon gücü" olarak, Batı ile Doğu arasında, Batı adına yeni bir rol üstlenmek istiyor.

Cevaplandırılması gereken hayatî sorular

Bu kapsamda sını ötesi bir harekât, ikinci ve üçüncü gruba istedikleri ortamı bir noktada sunuyor. Fakat bu gruplar bu düşüncelerini çok daha farklı söylemlerle dile getiriyorlar ve şu görüşleri ortaya koyuyorlar: "Türkiye, Irak'ın kuzeyinden ciddi bir tehdit ile karşı karşıyadır. Bu tehdit iki yönlüdür. Birinci tehdit PKK ve Barzani terörüdür. İkincisi ise, de facto "Kürt devleti"nin resmen ilan edilmesi ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti devletinin milli birlik ve beraberliği ile toprak bütünlüğünü tehdit edecek, akraba bir devletin sınırların ötesinde kurulması tehdidir. Bu tehdit ve arkasındaki güçlerin (ABD ve İsrail) asıl hedefi, olası bir Kürt devleti üzerinden bölgeyi yeni bir çatışma ortamına çekmek ve Sevr'i gerçekleştirmektir. Bu kapsamda Irak'ın kuzeyine yönelik bir operasyon bu tehdidi ortadan kaldıracaktır. ABD'nin Türkiye'yi karşısına alması ve Türkiye ile bir savaşa girmesi pek olası değildir, ABD'nin Irak'ta içine düştüğü batak Türkiye'nin işini kolaylaştırmaktadır. Ayrıca, bölge devletleri (İran ve Suriye) ile yürütülen işbirliği, böylesi bir operasyonda Türkiye'ye olan desteği kolaylaştıracak ve Türkiye bu bölgesel destek ile ABD karşısında daha güçlü bir duruş sergileyebilecek ve ABD geri adım atacaktır. Diğer bir ifadeyle, ABD bir şey yapamayacak, hatta Türkiye ile uzlaşma yoluna gidecektir."

İlk bakışta oldukça hoş görünen bu yaklaşım üzerinde biraz durulduğunda karşımıza çok daha farklı bir tablo çıkabiliyor. Resmi tezden okuduğumuzda karşımıza tam anlamıyla bir "felaket tablosu" çıkıyor. Bu noktada, sınır ötesi bir operasyonu destekleyenlerin aşağıdaki hususları göz önünde bulundurması ve şu soruları kendilerine bir kez daha sormaları gerekiyor: 1. Peki, düşündüklerinin tam tersi bir tepki olur ve ABD yaptığı uyarıların/tehditlerin arkasında durur ve Türkiye'yi uluslararası kamuoyunda işgalci bir konuma sokup, savaşa girerse ne olur?; 2. Türkiye, bu kapsamda ABD'nin açıklamalarını, Türkiye ile Irak üzerinden bir savaşa girme ve Türkiye'yi bölgesel bir savaşa sokma noktasında birer meşru zemin oluşturacak açıklamalar olarak ne kadar okuyabiliyor?; 3. ABD'nin "samimiyeti"ne ne derece itibar ediliyor, güveniliyor?; 4. Türkiye, uluslararası kamuoyunu sınır ötesi bir operasyona/müdaheleye ve bunun olası sonuçlarına gerçekten ne kadar hazırlayabildi? Örneğin "can-ı gönülden" üyesi olmak istediği Avrupa Birliği (AB)'ni bu konuda ne kadar ikna edebildi?; 5. Peki, bölge devletleri ile bu konuda hangi noktaya kadar bir mutabakat ve işbirliği ortamı sağlanabildi?; 6.Türkiye gerçekte Irak'taki bir operasyonu/savaşı karşılayabilecek maddi ve manevi güce ne kadar sahip?; Bu konuda Türkiye ne kadar hazır?; 7. Olası bir savaş durumunda Türkiye'de milli birlik ve bütünlük ne kadar sağlanabilecek? Bu noktada bir "iç savaş" olasılığı ne kadar ciddiye alınıyor? (Bu noktada ABD'nin "Yeni Ortadoğu Stratejisi" için istenilen ortam Türkiye'de hazırlanmış olmayacak mı?); 8. Böylesi bir operasyonun Türkiye'nin son yıllarda, özellikle 1 Mart tezkeresinin reddi ile kazandığı itibarı ve bir anlamda bölgesel liderlik algılamasını yıkabileceği, diğer bir ifadeyle şimdiye kadarki tüm kazanımların bir hamlede kaybedileceği ve Türkiye'yi bölgede işgalci bir konuma sokacağı, hatta işgaciler ile "işbirlikçi" bir İslam ülkesi haline sokabileceği olasılığı ne derece hesap ediliyor?

ABD iyice yıpranmadan...

Bu sorular daha da çoğaltılabilir. Ama, bu sorulara verilecek sağlıklı ve akl-ı selim cevaplar bile, bu operasyonun Türkiye'nin başına ne tür çoraplar örülebileceğini hedeflediğini göstermesi açısından oldukça önemli. Dolayısıyla çözüm, en azından şimdilik bu değil. Daha soğukkanlı ve temkinli yaklaşım en makul yol olarak gözüküyor. Bu strateji Türkiye'nin acziyetini değil, aksine daha derin ve esaslı bir çözüm noktasında en uygun zamanı beklediğini göstermektedir. Bu çerçevede, Türkiye bir sınır ötesi harekât yapmak zorunda kalırsa, bunu bölgede ABD'nin iyice darbe alması, yıpranması ve hatta bunun sonucunda çekip gitmesi sonrasına bırakmalıdır. Yine, Irak'ta ciddi anlamda bir iç savaş ortamının ortaya çıkması ve bu bağlamda gerçekleştirilecek olan bir operasyonun uluslararası bir destek ve meşruiyyet kazanması olasılığı da göz önünde bulundurulmalıdır. Türkiye bu operasyonu o zaman salt kendi güvenliği adına değil, bölgesel barış adına yapmış olacaktır.

Netice itibarıyla, yaşanan son gelişmeler bir kez daha Türkiye'nin denge siyasetine ihtiyaç duyduğunu bizlere göstermektedir. Belki bundan dolayı, başta Silahlı Kuvvetler'de olmak üzere Türkiye'de kimlik arayışlarında Osmanlı'ya bir dönüş ve Osmanlı'ya sahip çıkış söz konusudur. Burada, Osmanlı Barışı'nın ve Osmanlı'nın tüm insanları kucaklayan, sevgi, hoşgörü ve diyaloğa dayalı siyasetinin bir kez daha hatırlanması gerekmektedir. Dolayısıyla dönüş buradan, bu coğrafyanın insanlarını kazanmaktan geçmeli ve buna dönük, değerlerimizi, inançlarımızı, tarihsel birikimimizi, zenginliklerimizi ve tecrübelerimizi ihtiva eden bir sosyal barış ve kardeşlik politikasının icrasına öncelik verilmelidir. Cihan devleti olmak isteyen Türkiye Cumhuriyeti'nin de devlet politikası bu olmalıdır. Merhum Turgut Özal bu politikayı uygulamaya koymaya çalışırken ani bir şekilde öldü. Ani ölümün tartışmaları bugün de devam ediyor. Özal bu zorluğu biliyordu ve kefeniyle barışık, iç içe bir liderdi. Dolayısıyla Türkiye cesur; ama aynı zamanda sabırlı ve temkinli liderlere bugün dünden daha fazla ihtiyaç duyuyor. Bu tavır bir korkaklığın, hainliğin göstergesi değil, aksine bu milleti ve devleti sevmenin ve bunun verdiği ağırlığı taşımanın timsalidir. Bu coğrafyada, bu süreçte sabırlı olan kazanacaktır. Sınır ötesi bir harekât bu kapsamda değerlendirilmelidir.



Bu haber 491 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,397 µs