Ödüm patladı
0 0 0000 00:00 tsi
Bediüzzaman lâkabıyla ünlü Said-i Nursi'nin vefatından sonra cesedinin uçaktan denize atıldığı haberini gördünüz mü? Görmedinizse büyük bir fırsat kaçırdınız: Büyük din âliminin cesedinin 27 Mayıs darbesi sonrasında yattığı Urfa'daki hazireden alınarak meçhul bir semte götürüldüğü biliniyordu; yeni çıkan bir kitaba göre, sanıldığı gibi Isparta'da bir semt-i meçhule gömülmemiş ceset, uçaktan denize atılıvermiş...
Geçmişte de dile getirilmiş ve yanlış hatırlamıyorsak ilgilisi tarafından tekzip edilmiş dehşetengiz bir iddia bu. Bütün kültürlerde saygı gösterilen insan cesedinin denize boca edilmesinin düşünülebilmesi bile tüyleri diken diken ediyor. İddianın yeniden piyasaya sürülmesinin herhalde 'güncel' bir sebebi olmalı.
Peki, 27 Mayıs darbesi sonrasında yapılan ilk cumhurbaşkanlığı seçiminde Adalet Partisi'nin adayı olan Prof. Ali Fuat Başgil'in başına geleni biliyor muydunuz? Bilmeyenler veya unutanlar için geçen gün bir hatırlatan çıktı. Okuyalım:
"İşte o kritik günlerde bir isim adaylıkta ısrar etti: / Prof. Ali Fuat Başgil... / Başgil, eski DP'lilerin sevgi gösterileri arasında adaylığını açıklamaya Ankara'ya geldi. Başbakanlığa çağrıldı. Orada kendisini iki MBK üyesi bekliyordu. / Sıtkı Ulay, lâfı çevirmeden kendisine şöyle dedi: / 'Hoca, bil ki sen cumhurbaşkanı olursan ne top atılır, ne tören yapılır. Senin cibin hazır. Koyacaklar seni bir cibe... Yukarıda bir yere götürecekler. Orada akıbetin meçhul. Belki Etlik'te mezarını bile hazırlamışlardır.' / Hoca, o gün adaylıktan vazgeçip Ankara'yı terk etti."
Ali Fuat Başgil Hoca o gün yalnızca Ankara'yı değil Türkiye'yi de terk edip yüksek eğitimini aldığı İsviçre'nin Lozan kentine yerleşti. Bu korkutmayı yapan darbeciler sevindiler ve Org. Cemal Gürsel'i Çankaya Köşkü'ne yolladılar...
Bu iki olayı 'korkutup ürkütme' amaçlı uyarılar olarak görmek de mümkün, konuya daha düz yaklaşıp "Geçmişte neler olmuştu" nostaljisi saymak da... Ancak her iki olaydan çıkartılacak dersler olduğuna hiç kuşku yok.
Prof. Başgil'in tehditle adaylıktan caydırılmasıyla başlayabiliriz...
Bugünlerde, bazıları, "Cumhurbaşkanı olacak kişinin en azından yüzde 51'lik bir temsil oyuna sahip olması gerektiği" iddiasında. Geçmişte aday olacaklarda böyle bir şart aranmamıştı. Süleyman Demirel 1993'te Çankaya'ya çıktığında partisinin oyu yüzde 27'ydi; ortağı SHP'nin bütün milletvekilleri ona oy vermemişti, ama SHP'yi eklediğimizde bile koalisyonun oyu yüzde 50'in altında kalıyor. Turgut Özal 1989'da seçildiğinde, ANAP, sandıktaki oyların üçte birine bile hükmedemez hale gelmişti.
Cemal Gürsel'in nasıl cumhurbaşkanı seçildiğini unutanlarımız yukarıda aktardığım satırlardan hatırlamış oldular. 1973'te yapılan seçimde ise bütün teamüller zorlandı; Meclis'in üzerinden askerî uçak bile uçuruldu.
Şu günlerde gündeme tırmandırılan her iki olay da, neredeyse yarım asır önce, 1960'lı yılların ilk döneminde yaşanmıştı. Bugün Türkiye o günleri çoktan geride bıraktı. Yoksa bırakmadı mı? Yoksa, fikirlerine duyulan hıncı o insanın cesedinden çıkarmayı düşünecek (ya da böyle düşünülmesini mâkul görecek) bir çarpık zihniyet hâlâ canlı mı?
Bir de şu var: Ülkemizin medâr-ı iftiharı bir hukuk profesörünü kaçırtacak ürkütme ve korkutmaları kim kime yapabilir bugün? Korkutma yapacak biri/leri çıksa bile, ortada korkacak biri olmadığı herhalde fark ediliyordur.
Kimin Cumhurbaşkanı olabileceğini tartışıyoruz güya; tartışma konusunu bilmesek 'Cadılar Bayramı' geldi, ecinniler ve gulyabanilerden söz ediliyor sanacağız...
Bu haber 274 defa okundu.
Yorumlar
+ Yorum Ekle