En Sıcak Konular

İsmail Keskin’den Hepimize Hediye

14 Temmuz 2011 14:47 tsi
İsmail Keskin’den Hepimize Hediye İsmail Keskin, mübadele yıllarında küçük bir kız çocuğu olan anneannesi Evdoksia’nın Müslüman Hediye’ye dönüşen öyküsünü yedi yıl boyunca araştırdı ve romanlaştırdı.

Genç araştırmacı İsmail Keskin, mübadele yıllarında Adapazarı’nda yaşayan küçük bir kız çocuğu olan anneannesi Evdoksia’nın Müslüman Hediye’ye dönüşen yaşam öyküsünün izinde Atina’daki arşivlerden Geyve’nin haritadan silinmiş köylerine uzandı ve yedi yıllık titiz bir araştırmanın ürünü Hediye romanıyla okurların karşısına çıktı. İsmail Keskin romanını anlatırken “Hiçbir acı, hiçbir mutluluk eşsiz doğmamıştı ve mutlak başka bir hikâyede bir gölgesi bulunuyordu’’ cümlesinin altını önemle çiziyor ve ekliyor; “İnsanlar barışın dinginliğinde bir arada yaşar ve toprağa birarada kök salar.’’

Hediye’nin öyküsü bu topraklarda yaşanan kanlı tarihin karanlık sayfalarından birini aydınlatıyor. Bu, aynı zamanda sizin de kişisel tarihinizde çıktığınız bir yolculuk. Ninenizin öyküsünü araştırmaya nasıl karar verdiniz?

Öncelikle “bu topraklarda yaşanan kanlı tarihin karanlık sayfalarından biri” tespiti bana fazlasıyla anıtsal bir tarih anlayışını çağrıştırıyor. Oysa Hediye-Evdoksia, hayattan taraf olmak üzere, anıtsal tarih anlatılarına cevap olarak yazıldı. Bana göre yaptığım, hiçbirimizin yabancı olmadığı hikâyeleri, kimseyi mağdur ya da mağrur olarak etiketlemeden, kulaktan kulağa yayılması için tıpkı eski zaman hikâyecileri gibi halka sunmak.

Sorunun başına tekrar dönersek, bence Hediye, sadece Türkiye’de değil tüm dünyada tekrar tekrar yaşanmış bir hikâye, fakat elbette olay olarak eşsiz. Evet, çok kanlı, fakat insanoğlunun ayakta kalma ve yaşamaya devam etme inadını da temsil ediyor. Bildiğimiz insanın, cesur, korkak, tutarlı, dengesiz, mutlu ve üzgün ayakta kalışı. Bazen çöküp bazen dikilerek elde edilmiş bir hayatta kalış. Bu anlamda yazar olarak ben en çok hayata değer veriyorum ve beni en çok etkileyen şey de tüm zorluklara karşı savaşa yönelmeden, barış içerisinde hayata tutunup hayatta kalmak. Bu hikâyeyi yazdım çünkü çocukluğumdan beri öğrendiğim yüzlerce hikâye ve kıssa arasında en iyi bellediğim, en çok dokunduğum, yaşadığımız topraklarda en çok yankısı bulunan hikâye buydu. Dolayısıyla bir keşfediş söz konusu değil. Sadece bildiğiniz bir hikâyenin en küçük ayrıntısına kadar, bir dedektif titizliğinde peşine düşmek, tutarlı tutarsız taraflarını araştırmak ve onlarca parça rivayeti birleştirip tek hikâye yapmak. Romanın hikâyesi bu.

Bu öykünün ardında İstanbul’dan Atina’ya uzanan ve çeşitli belge ve sözlü tarih anlatılarına dayanan ciddi bir arşiv araştırması var, biraz bahseder misiniz?

Tüm araştırmalar bu kitap için bir anlamda bir deneydi. Ben historiografya, yani tarih yazıcılığı üzerine çalışıyorum ve bildiğiniz gibi son dönem tarih yazıcılığında metnin yeri ve hükmü çok önemli bir yere sahip. İtalyan tarihçi Carlo Ginzburg’un başını çektiği mikro tarih disiplini, tarihçinin bir dedektif gibi tarihteki küçük insanların peşine düşmesine dayanıyor. Hediye-Evdoksia bir mikro tarih çalışması değil. Adı üzerinde, bilinçli olarak roman olarak yazıldı. Öte yandan tarihçilik ve yazarlık, birini çıkarıp diğerini giyebileceğiniz birer gömlek değiller. Yani isterseniz çok rahat bir şekilde ikisini melezleyebiliyorsunuz. Bu kitap da, rahatlıkla mikro tarih okuluna dahil bir doktora tezi olabilecek materyalin, kurguyla romanlaştırılmasıdır.

Bu süreçte ailenizin Rum tarafından yaşayanlarıyla yeniden biraraya geldiniz mi?

Boğaziçi Üniversitesi’nde ders veren Yunan bir hocama Türkçe dersleri veriyordum ve dersten bunaldığımız bir anda ona yazın ailemi bulmak için Samos adasına gidebileceğimi söyledim. “Aa ben de Samos’luyum dedi”. Ben “Samos’ta küçük bir kasaba olan Karlovasi’ye gitmeyi düşünüyorum” dediğimde, “Dalga mı geçiyorsun benim aile evim de orada dedi.” O zaman şaşkınlıktan kekeler vaziyette kartpostallardaki isimler ve adresleri sordum, kendi ailesi de 90 yıldır orada yaşadığından en azından öyle bir yerin var olup olmadığını söyleyebilirdi. Cevabı inanılmazdı. Meğer benim Yunanistan’daki akrabalarım, Türkçe öğrettiğim hocamın komşularıymış.

İki ay önce Atina’ya gittiğimde Nikos’un babası, yani Kostas Dayı ile görüştüm ve hatta Evdoksia’nın hikâyesini bir de o taraftan dinledim. Dolayısıyla diyebilirim ki, elinizdeki kitap bir hikâyenin iki yakasına ait onlarca versiyon karşılaştırılarak yazıldı...

Evdoksia’nın Müslüman olup Hediye’ye dönüşmesi bu coğrafyada yaşanan nice şiddet dolu asimilasyon hikâyesini de akla getiriyor. Bu hikâyelerin de peşine düşecek misiniz?

Evdoksia’nın hikâyesinin eşsiz olmadığını ve nicelerinin benzer acılar çektiğinin bilincindeyim. Fakat söylediğim gibi acıları tartıp, ölünün sırtından şan, şeref, para ve en önemlisi çok havalı bir mağdur kimliği kazanmak benim sonuna kadar karşı çıktığım bir şey. Ben hayata önem veriyorum ve benim için önemli olan, Nietzsche’nin değişiyle hayat için olan tarihtir. Bu topraklarda başka düzeylerde ve başka şekillerde tekrarlanan “Hediye” hikâyeleri olabilir fakat bunun çözümü “Hediye”lerin mağduriyetlerini yarıştırmak değildir.

Yeni projelerime gelince; hayat içeren metinler üretmeye çalışacağım yine ve çalıştıkça malzeme azalmıyor artıyor. Göç ve travma üzerine bir anlatı kitabı üzerine çalışıyorum, hayat içeren tarih ve atom bombası niyetiyle devletler tarafından müzelerde saklanan tarihin hicivle karşılaştırılması üzerine olacak bu sefer.

Bu topraklar asırlarca farklı dil, din ve kültürlerin birarada yaşama deneyiminin en güzel örneklerini sundu insanlığa, bu zenginliği bugün de yaşama şansını nasıl görüyorsunuz, bu deneyimi nasıl koruyup çoğaltabiliriz sizce?

İnsanlar barışın dinginliğinde bir arada yaşar ve toprağa birarada kök salar. Önemli olan savaşın zihinlere ve maalesef ardından da gerçek hayata düşmemesidir. Bunun için de çevremizdeki koşullar ne olursa olsun bu zehri bünyemize almamak, daha da önemlisi etrafa saçmamaktır. Bahanesi ne olursa olsun.

Maalesef bugün çocuklar bu zehrin içine doğuyor, kurtulmaya çabalayan çocukların bile içine itildiğini görüyoruz. Bundan daha kötü ne olabilir diye düşünürken, bu sefer de mağduriyetlerin sidik yarışı başlıyor. Varsa kendi mağduriyeti, yoksa babasının, yoksa dedesinin, yoksa komşusunun, yoksa...

Bir şey en çok zıttına benzer. Bu yüzden kutuplaşma arttıkça saçmalıklarımız da azalmadan çoğalıyor. Kendisi “daha iyi” için mücadele ettiğini sanan, rakibinin kötü bir kopyasına dönüşmekten öteye gidemiyor. İşte bu noktada hayatı tekrar içeri almamızın tek yolu ne olursa olsun nefreti dışarıda bırakmak, birbirimizi mağdur ya da mağrurlaşmadan anlamaya çalışmak ve içi boş tahayyüllere hayatı, gerçek hayatı feda etmemek. Yoksa gördüğünüz gibi, herkes bir yerlerden yaralı, bir şekilde travmatize olmuş.

Bu haber 6,131 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    2,819 µs