En Sıcak Konular

“Türkiye’nin nükleer macerası politik”

0 0 0000 00:00 tsi
“Türkiye’nin nükleer macerası politik” Prof. Dr. Hayrettin Kılıç’a göre, nükleer enerji en pahalı ve en kirli enerji… Avrupa ve ABD’nin uzaklaşmaya başladığı nükleer enerji yatırımları “arka bahçenin ülkelerine” kaydırılıyor. Ömer Madra’nın Kılıç'la 'Nükle

Ömer Madra: Prof. Dr. Hayrettin Kılıç’la nükleer meselesi hakkında konuşacağız. Kendisinin Nükleer Destan adlı kitabı yeni yayımlandı, ayrıca Türkiye’de ne kadar duyulduğu bilinmez ama dünyada çok önemli çalışmalara da imza attığını biliyoruz Hayrettin Kılıç’ın. Kendisiyle de 9 Haziran 1997’de kendisiyle bir görüşme yapmıştık. Notlarımı çıkarttım, “uluslararası nükleer fizikçi Prof. Dr. Hayrettin Kılıç Açık Radyo 94.9’da Açık Gazete programında çarpıcı açıklamalar yaptı” demişiz, 10 yıl olmuş. Hoşgeldiniz.
 
Hayrettin Kılıç: Hoşbulduk.
 
ÖM: Sizi tekrar burada görmek fevkalade hoş. İklim değişikliği felaketi karşısında alternatif enerjiler arasında nükleer enerjinin adı daha sık geçmeye başladı çeşitli toplantılarda. Bir tür ‘nükleer rönesans’ olup olmayacağı da konuşuluyor. Bu konuya kitabınızda da bir bölüm ayrılmış. Biraz bu konudan söz edebilir miyiz?
 
HK: Son 30 yıldır Amerika’da bir tane nükleer reaktör yapılmadı, Avrupa’daki gelişmeleri büyük bir ihtimalle takip ediyorsunuz, bir çok ülke nükleer reaktörleri artık devreden çıkarmaya karar verdi. Geçen sene bir anda 7 tane nükleer reaktör kapatıldı, fakat tabii endüstri pazarlamasını Uzakdoğu’ya kaydırdı. Çin’e, Güney Kore’ye, Malezya’ya, Hindistan’a ve Pakistan’a... Bilhassa Kanadalılar, Avrupa, Amerika şirketleri bu rönesansı orada başlatmak istiyorlar.

Amerika’dan bahsetmeliyiz, çünkü nükleer endüstrinin beşiği Amerika, nükleer endüstri ile ilgili bütün verileri alabileceğiniz en önemli ülkelerden biri, yani Amerikan hükümetinin nükleer denetleme komisyonunun arşivlerine girebileceğiniz, enerji bakanının arşivlerine girebileceğiniz tek ülke Amerika. Amerika’da nükleer sanayiin diğer ülkelerde olduğu gibi devlet garantisi sorunu var. Amerikan hükümetinin, büyük ihtimalle bizdeki Hazine dairesine denk gelen bölümü, 10 yıllık bütçe hazırlıyor her sene, enerji yatırımları bütçesi. Kanuna baktığınız zaman 2013 yılına kadar Amerikan hükümeti tarafından hiçbir nükleer yatırıma garanti verilmiyor, verilmediği gibi, bu reaktörlerin yapılması, bitmesi halinde bu borçların geriye dönmeyeceğini açık açık söylüyor.

Nükleer rönesansın ana teması, nükleer reaktörlerin iklim değişikliğine ve karbondioksit emisyonuna bir çare olduğu görüşü. Almanya’da geliştirilen kompüter simülasyonları ile, ta madenin çıkarılmasından başlayarak bütün nükleer çevrim sırasında harcanan enerji, bu enerji harcanması sırasında ortaya çıkan karbon dioksit miktarları hesaplanıyor. Şimdi isterseniz ben kısaca size bir nükleer çevrimin başından çarpıcı bir rakamlar söyleyeyim. Bir reaktörde 1 GW elektrik üretebilmek için, madenden başlayalım, yaklaşık 650 bin ton maden çıkarmanız gerekiyor. Bu madenin çıkarılması için de araç-gereç gerekli, bunlar da biliyorsunuz daha çok dizel veya doğal gaz yakıyor. Madenin çıkarılması sırasında sadece bir reaktörün bir senede ürettiği elektriği karşılayabilmek için 3559 ton karbon dioksit salınıyor çevreye. Bu işlemler için de yaklaşık 10 veya 12 GW saat enerji üretiliyor, bu dizel de olabilir, doğal gaz da olabilir, elektrik de olabilir. Buradan çıkan madenin öğütülme sistemlerine gittiğin zaman bu işlemler sırasında 5766 ton karbon dioksit ortaya çıkıyor. Ve bunun için de yaklaşık 16,5 GW saatlik elektrik enerjisi veya dizel enerji gerekiyor. Bundan sonra işletme ve çevirme tesislerine gidiliyor ve buradaki işlemler sırasında yine 24.636 ton karbon dioksit ortaya çıkıyor. Bu işlemler içinde 83 GW saatlik bir enerji gerekiyor. Bundan sonra zenginleştirme kısmına geliyoruz; çünkü madenden çıkan uranyum 235’in en az %3 kadar zenginleştirilmesi gerekiyor ki yakıt olarak kullanılsın. Bu süreçte de 250.443 ton karbon dioksit atmosfere çıkıyor ve gerekli enerji miktarı ise 289 GW saatlik bir enerji. Bu zenginleştirme işlemi bittikten sonra yakıt üretme fabrikalarında yapılan işlemlerde 11.259 ton karbon dioksit ortaya çıkıyor. Bu iş için de gerekli enerji miktarı yine 7000 GW saat civarında. Sonra bu yakıt çubukları reaktöre giriyor, reaktörlerin çalışması sırasında besleyici dizeller, diğer araç ve gereçlerin ortaya çıkardığı karbon dioksit zaten hesaplanamıyor. Buradan bir senelik elektrik üretimi sonunda, yanan yakıt çubuklarının soğutma havuzlarında soğutulması için en az 5 sene için gereken enerji miktarı da şu anda hesaplanamıyor, ne kadar karbon dioksit çıktığı hesaplanamıyor. 5 sene veya 10 sene sonra soğutma havuzlarından yakıt çubukları eğer yeniden işleme tesislerine giderse, yakıt çubuklarının içerisindeki nükleer silahlar için gerekli olan plütonyum 239’u ayrıştırmak için gerekli dünyanın 4-5 ülkesinde olan tesislere gidilirse buradaki işlemlerde harcanan elektrik miktarı 3 GW ve bu müddet içerisinde çevreye 125.260 ton karbon dioksit salınıyor.
 
ÖM: Yani pek o kadar da temiz bir enerji olmadığı gibi bir hesap çıkıyor ortaya galiba?
 
HK: Daha çevrimin sonunda değiliz, şimdi bu atıkların havuzlardan veya plütonyum 239’u ayrıştırdıktan sonra çevreden izole edilmesi gerekiyor.
 
ÖM: Ben ona hiç girmeden sordum.

 
HK: Bu atıkların çevreden izole edilmesi için yeraltında yapılan izole tünelleri için şu ana harcanan para Amerika’da 9 milyar dolar. 9 milyar dolar harcanan bir projede harcanan enerjiyi siz düşünün, ortaya çıkan karbon dioksiti, bu da hesaplanamıyor şu anda. Tabii bundan sonra kazaları var, kazalar sırasındaki harcanan enerji, meydana gelen atıkların izole edilmesi, taşınması diyelim Çernobil olayında olduğu gibi. Binlerce kilometrekarelik alanın temizlenmesi için harcanan dizel, yine enerji karbon dioksit meydana getiriyor. Bir de, bilhassa Amerika’da ve İngiltere’de, Fransa’da terk edilmiş eski askeri tesisler, santraller var. Bunların sökülmesi, izole edilmesi.
 
ÖM: O çok yüksek bir maliyet çıkıyor galiba?

 
HK: Evet, bu maliyet zaten şu anda hesaplanamıyor, 1995’te Amerikan hükümetinin yaptığı çalışmalarda 1 ton atığın çevreden izole edilmesi için yaklaşık 300 bin dolar gerekiyor. Geçen sene İngiltere olan bir gelişme bununla çok yakından ilgili; İngiltere hükümeti ellerindeki 24 tane reaktörü satmaya karar verdi, fakat hiçbir özel sektör bu reaktörleri almak istemedi, çünkü atık problemi var. Böylece İngiltere hükümeti iki yeni kuruluş meydana getirdi, bunlardan biri nükleer reaktör atıklarını izole etme departmanı. Bu departmanın bütçesi 84 milyar Sterlin. Bunların hepsini üst üste koyunca, bir nükleer çevrim sırasında, bir reaktörün bir senede 1 GW elektrik üretmek için -bu toplama hesaplanamayanlar hariç- hesaplanabilen, çevreye salınan karbon dioksit miktarı 300 bin ton.
 
ÖM: O zaman alternatif, yenilenebilir enerji kapsamında sayılırken bir daha düşünülmesi gerektiği aşikar.
 
HK: Tabii nükleer endüstri ve uluslararası atom enerji komisyonu sadece bir reaktörün resmini gösteriyor, hiçbir zaman nükleer çevrimin bütün alımlarını göstermiyor.
 
ÖM: Madenin çıkarılmasından başlayıp tesislerin sökülüşüne kadar giden çok uzun ve çok masraflı bir süreçten bahsediyoruz. Diğer şeyleri, yani atıkların korunabilmesi gibi tehlikeleri hiç hesaba katmadan. Maliyet açısından da adamakıllı yüksek, o yüzden de sigorta edilemediğini, satın da alınmadığını, hatta devlet garantisi de verilmediğini söylediniz. Bu durumda bir nükleer rönesansın olma ihtimalini, tekrar canlandırılma ihtimalini nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
HK: Bu olayın çevre tarafı var, bir de ekonomik tarafı var. Rönesansa başladığınız zaman nükleer reaktörün ekonomik olduğunu da göstermeniz gerekiyor. 2003 yılında MIT nükleer bilimlerde dünyanın en saygın üniversitelerinden biri olan, MIT’ye tarafsız bir rapor hazırlattılar. Ayrıca bu rapora ek olarak bir de Chicago Üniversitesi’nde bir çalışma yaptırıldı. MIT’den Profesör Moniz başkanlığında, 2003 yılında yayınlanan tarafsız rapordan son cümleyi okuyorum; “Nükleerin enerji kaynakları seçeneğinin, halkın güvenliği veya atık sorunlarının çözümlenmesi veya nükleer silah yapımına ortam hazırlaması açısından özel bir konumu vardır. Nükleer enerji bu özelliklerine ek olarak en pahalı kaynaktır ve bu nedenle de nükleer gücün ivedilikle rönesans başlatması olanaksızdır.” Yine Chicago Üniversitesi’nin hazırladığı raporda da aynı sonuçlara varılmıştır. Bunlara ek olarak, biraz evvel bahsettiğim Amerikan hükümetinin son 2013 yılına kadar niye nükleer enerji yatırımlarına borç vermediğini bir daha görüyoruz.
 
ÖM: Yani hükümet kredisi olmadığı takdirde yapılamayacak kadar, özel sektörün altına girmeyeceği kadar pahalıya geliyor anlaşılan.
 
HK: Dünyada zaten şu ana kadar hiçbir özel şirketin yaptırdığı nükleer reaktör yok, bütün ülkelerde hükümetler yapıyor.
 
Avi Haligua: Türkiye’de bu konuda geçtiğimiz günlerde Sinop’taki ya da Akkuyu’daki santral için bir özel şirketin başvurduğu haberlerini aldık EPDK’ya, tamamen kredisiz, kendisi yapacağına dair. Türkiye’deki nükleer süreci nasıl değerlendiriyorsunuz, neler kurulması planlanıyor biliyor musunuz?
 
HK: Özel bir şirket tabii müracaat edebilir, fakat bildiğiniz gibi bunun içerikleri hiçbir zaman açıklanmaz, hele bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde. Anlaşmalarda muhakkak küçük harflerle yazılan yerler vardır, herkesin okuyup anlayamayabileceği. Benim tahminim, hiçbir özel bir şirket böyle bir riski alamaz. Sayın Enerji Bakanı’nın nükleer enerjinin kârlı bir yatırım olduğuna dair sözlerine cevap vermek istiyorum buradan; Dünyada çapında enerji analizleri yapan kuruluşlardan, Cambrigde Energy Research Association ve Resources Data International Utily Data Institute’un  Amerika için yaptıkları analizi kısaca özetleyeyim; Amerika’daki elektrik üretimindeki paylar şöyle, hidroelektrik %11, kömür %56, doğalgaz %7,5, nükleer %21,8. Bu kurulan sistemlerde üretilen elektrik üretimi giderleri, yani elektrik maliyeti hidroelektrik için 35 cent, kömür için 1,8, doğalgaz için 3.42, nükleer için 2.13. Çarpıcı rakamlar buradan itibaren başlıyor. Hidroelektrik enerji üreten bir sistemin yapılması için kilovat başına maliyeti 1500-2000 dolar şu anda, yaklaşık dünya ortalaması. Kömürle çalışan bir enerji tesisini yapmak için kilovat saat başına harcanması gereken maliyet 700-1000 dolar arası. Doğal gaz en ucuzu 350-500 dolar arası. Aynı güçte bir nükleer reaktörü kurmak için kilovat saat başına maliyeti 3500-5000 dolar. Bunlar 1999 rakamları. En ilginç olanı da şu; diyelim ki bu tesisleri yaptınız aynı güçte ve bir sene sonra bunu piyasada satmak istiyorsunuz. Bu rakamlara dikkat edin, bu piyasa satış değerleri, hidro elektrik üreten bir tesisin satış fiyatı kilovat saat başına 1775 dolar, eğer o kömür tesisi işletmesini satmak isterseniz 665 dolar, doğalgazı satmak isterseniz 240 dolar, nükleer reaktörü o yapan, çalışmış, biten nükleer reaktörü satmak isterseniz kilovat saat başına değeri 113 dolar.
 
ÖM: Bu araştırma kimin?
 
HK: 6 Mart 1999’da New York Times’da yayımlanan bir inceleme yazısından, Cambrigde Enrerg Research Association ve Resources Data International.
 
ÖM: Son derece yüksek maliyetli olduğu çıkıyor karşımıza nükleer enerjinin, dolayısıyla böyle bir rönesanstan söz edilemeyeceğine de hükmedebiliriz herhalde.
 
HK: Tabii bu biraz da politik, Amerika’da Başkan Bush ve İngiltere’de Blair ara sıra çıkıp böyle politik cümleler söylüyorlar, “nükleere geri döneceğiz” gibi. Ben Amerika için konuşayım, bunu söylerken Başkan Bush’un, herhalde 2013 yılına kadar yapılan enerji planları ve yatırımlarından haberi yoktu.
 
ÖM: Türkiye’nin elektrik enerjisi ihtiyacı açığının çok küçük bir bölümünü, bir sürü santral yaparak ancak karşılamak gerektiğini tam 10 yıl önce de konuşmuşuz. Bu konuda bir değişiklik olduğunu söylenebilir mi?
 
HK: Zannetmiyorum, ben o zaman da size söyledim, şimdi de söylüyorum, Türkiye’nin nükleer enerji macerası politik.
 
ÖM: Evet. Yani atom bombası yapma gibi bir şeye mi yönelik?
 
HK: Al Gore, geçenlerde bir konuşmasında şunu söyledi; “Ben Beyaz Saray’da çalıştığım süre boyunca, 8 yıldır nükleer silahların yayılmasıyla ilgili bütün problemler nükleer reaktörlerin olduğu ülkelerde oldu. Şu ana kadar benim bildiğim hiçbir ülke yok gizli veya açık nükleer reaktörü olup da nükleer silah geliştirmek için plütonyum veya uranyum 235’i zenginleştirmesin, hepsi yaptı. Mesela İsveç gibi bir ülke halkından ve hükümetinden gizli olarak, 10 tane yeraltında deneme yapmış, aynı İsveç şimdi reaktörlerini kapatıyor.

Bir de tabii politik başka bir şey var, son 30 yılda nükleer endüstri ve nükleer reaktör, bir ülkenin saygınlığını, o ülkenin kuvvetliliğini pazarlıyor. Pakistan Başbakanı Ziya Ül Hak, ülkeyi nükleer maceraya sürüklediği zaman, kendisine karşı çıkanlara şunu söyledi “benim halkım ot yer, ben nükleer bomba yapacağım”. Bildiğiniz gibi yaklaşık 2 sene evvel deprem oldu, binlerce insan öldü ve dünyada herkes seyretti. Bu depreme yardım edebilmiş ne yollar, ne hastaneler var, ne doktorlar var, fakat 20-30 tane nükleer bombası var. Saygınlık bu mu? Bütün dünyaya rezil oldular. Onun için politikacıların çok iyi düşünmesi lazım. Nükleer endüstriye sahip olmak, giderek de nükleer silahlara sahip olmak bir güç gösterisi değil. Belki İran gibi ülkeler buna sürükleniyor ama siz de göreceksiniz, İran büyük problemlerle karşı karşıya kalacak, böyle bir maceraya girdiği için.
 
ÖM: Küresel iklim değişikliğiyle ilgili olarak BM çerçevesi içinde de bir kuruluş oluşturulduğunu söylüyordunuz programa girmeden önce, biraz da o konudan bahsedebilir miyiz?
 
HK: BM’de, Sivil Toplumlar Planlama ve Enformasyon bölümü var. Her sene Eylül’ün birinci haftasında dünyada kendisine üye olan 168 ülkeden ve bu bölüme üye yaklaşık 2000 tane sivil toplum örgütü toplanır ve o seneki temayı tartışırlar, bu seneki tema iklim değişikliği. Ben orada hem Türkiye’deki Mavi Hilal Vakfı’nı temsil ediyorum, hem de Amerika’daki vakfımızı. Son 2 ayda planlama safhasında yaptığımız toplantılarda çok ilginç şeyler yaşadık; Uluslararası Atom Enerji Komisyonu Başkanı Dr. El Baraday davet edilmişti, büyük mücadelelerden sonra bunu diğer sivil toplum örgütlerinin de itirazı ile programdan çıkarıldı. 3. veya 4. veya 2. dünya ülkelerinden gelen 1600-1800 kişiye nükleer endüstrinin propagandası yapılacaktı, “karbondioksit salımına çaredir” diye. Bunu çıkardığımız gibi, ilk defa böyle büyük bir toplantıda, 2000 küsur insanın geldiği toplantıda workshop düzenledik. Bunu düzenleyen ve konuşmacılarından biri benim, az önce size bahsettiğim karbondioksit emisyonu ve nükleer çevrimdeki bütün basamakları gelen bütün STK’lara anlatacağımız bir workshop olacak ve ilk defa oluyor bu.
 
2005 yılında Moskova’da Uluslararası Atom Enerji Komisyonu büyük bir konferans düzenledi, nükleer reaktörlerin 50 yıllık geleceğiyle ilgili, bu rönesansın bir parçası olarak. Burada yaptığı konuşmada El Baraday karşılaştırmalar yaptı, nükleer reaktörlerle diğer reaktörleri karşılaştırdı. Bir defa yanıltıcı olarak, “nükleer reaktörlerin çevrimi sırasında 2-6 gram karbon açığı çıkıyor” diyor, karbon dioksit demiyor. Bu çok önemli, çünkü karbon çıktıktan sonra, okside olduğu an, 3,6 ile çarptığınız zaman bu gerçek karbon dioksit miktarı ortaya çıkıyor. Çok ilginç, bizim yaptığımız hesaplarla, El Baraday’ın söylediği rakamları karşılaştırınca bizim rakamlarımız doğru çıkıyor.

Şu anda 443-445 tane sivil –askerleri bırakıyoruz- nükleer reaktör çalışıyor. Bunların bir senede 3375 bin GW elektrik ürettiğini kabul ediyoruz, bu müddet zarfında çevreye yayılan karbon dioksit miktarı 1 milyar tonun üstünde. El Baraday veya bütün nükleer endüstri veya Türkiye’de sayın bakanımız diyor ki, “nükleer reaktörler çevre dostudur, nükleer reaktörler çevreye karbon dioksit salmazlar.”
 
ÖM: Dünyadaki bütün nükleer tesislerden toplam 1 milyar ton karbon dioksit salımı? Toplam 7 milyar zaten değil mi?
 
HK: Evet.
 
ÖM: Yani 1/7’si.
 
HK: Şu anda 9 milyar. 2050 yılına kadar da 25 veya 30 milyar olacağı hesaplanıyor.
 
ÖM: Oldukça dikkat çekici. Sizin kitabınız yeni yayımlandı değil mi?
 
HK: Evet, 2 hafta evvel yayımlandı.
 
ÖM: Bil Yayınları tarafından yayınlanan Nükleer Destan, tarihçesinden küresel iklim değişikliğine etkileri ve bir nükleer rönesans olabilir mi, olamaz mı konularını ele alan kapsamlı bir kitap. üzerinden kalkarak sizinle konuştuk.

HK: Bu kitap benim son 17-18 yıldır yayınladığım makaleleri içeriyor. Sayın Melda Keskin tercüme etti, çok teşekkür ediyorum kendisine. Titiz bir editör ve gazeteci arkadaşım İbrahim Güner de editörlüğünü yaptı. Nükleer reaktörlerle ilgili sorabileceğiniz her soruya cevap vermeye çalıştım. Çernobil’den tutun Ermenistan’daki Matzamor’dan veya savaş alanlarında şu anda kullanılan, gümüş mermi dediğimiz seyreltilmiş uranyım 338’den yapılan mermilere kadar.

Şu ana kadar hangi nükleer reaktörler nasıl gelişti, üçüncü nesil nükleer reaktörler nedir, dördüncü nesil nükleer reaktörler nedir, toryum hakikaten geleceğin yakıtı mı?
 
ÖM: Evet bor ve toryum konuşuluyor.
 
HK: Ben nükleer fizikçiyim, ama halktan birisi benim bunun biyolojik ve sağlık etkilerini de bildiğimi kabul eder ve hep bu soruları bana sorarlardı. Bilhassa Akkuyu’da yaptığımız bir toplantıda sordular ve ben oturdum nükleer reaktörlerin biyolojik etkilerini çalıştım yaklaşık bir yıl. Şunu fark ettim, nükleer fizikçiler veya bilimciler bu olayın biyolojik kısmını iyi bilmiyoruz, biyolojiciler veya kimyacılar da nükleer kısmını bilmiyorlar. Bu kitapta onların hepsini biraraya getirmeye çalıştım.

Mesela Türkiye’de bilim insanlarının, politikacıların bilerek ya da bilmeyerek yaptığı yanlış bir karşılaştırma var; halen diyorlar ki, “Çernobil’den aldığınız radyasyon miktarı bir göğüs röntgeni çektirdiğiniz kadardır.” Bu bilim adına büyük bir yanlış. Çünkü bir nükleer patlamada veya bir nükleer reaktör kazasında ortaya çıkan radyoaktif partiküllerin vücudun hangi organlarına, hangi yollarla, nasıl gideceğini veya ömrünü röntgen karşılaştıramazsınız, bunun ikisi tamamen apayrı şeyler. Maalesef bunu hâlâ Türkiye’de söylüyorlar. Çernobil’den çıkan, diyelim stronyum 90 veya sezyum 130-135’i aynı kefeye koyuyorlar, tamamen yanlıştır bu.

Bu kitapta dozların tarifi, şu ana kadar yapılan yanlışlıklar, ölçü aletleri vs. de var. Sonuçta ekonomisi, politiği, ekolojisi, herkesin anlayabileceği bir şekilde hazırlanmış bir kitap.
 
ÖM: Elinize sağlık. Sizi 10 yıl bir kez daha bu stüdyolarda ağırlamaktan da mutlu olduğumuzu söylemek isteriz.
 
HK: Ben de teşekkür ederim. Ayrıca Bil Yayıncılık’a da buradan teşekkür ediyorum. Matbaa da daha bu kitabın düzenlemesi yapılırken çoğu kimsenin de okuduğunu söylemek istiyorum, daha kitap bitmemişti, bilhassa bu kitabı düzenleyen Hasan Bey bu kitabı basılmadan 2-3 defa okuduğunu söyledi.



Bu haber 421 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,682 µs