En Sıcak Konular

"Mumcu'nun başına silah dayanmış gibi..."

0 0 0000 00:00 tsi
"27 Nisan'da verilen muhtıranın hemen sonrasında, Sayın Mumcu'nun söyledikleri, ancak bir insanın kafasına silah dayanarak söylenebilir: Erkan Mumcu gibi bir siyasetçinin bu sözleri söylemesi imkansız." Bu sözler Anavatanlı bir siyasiye ait.

27 Nisan 2007 tarihinde 11. cumhurbaşkanının seçiminde Anavatan Partisi'nin oylamaya katılmama kararı, tayin edici bir etki yaptı. AK Parti'nin Erkan Mumcu'nun taleplerini kabul etmesine rağmen, Mumcu'nun Mehmet Ağar ile müştereken aldığı seçimlere girmeme kararı kamuoyunda şaşkınlık yarattı. Seçimlerin ilk turunda 367 sayısının tutturulamadığı şeklindeki iddia bu şekilde hayata geçti ve Anayasa Mahkemesi'nin önü açılmış oldu. 27 Nisan gecesi Genelkurmay'ın bu sürece müdahalesini içeren bildirisi ve bu bildiri karşısında Anavatan Partisi ile DYP'nin tasvip etme anlamına gelebilecek sessizlikleri, bu iki partinin birleşmesiyle beraber dikkatlerin bu cenaha çevrilmesine yol açtı. Hüseyin Kocabıyık ile Anavatan Partisi Merkez Karar Yönetim Kurulu üyesi olarak içinde yer aldığı ve istifasıyla sonuçlanan demokrasi mücadelesini konuştuk. Dr. İrfan Yıldırım

AK Parti'den Abdullah Gül'ün 11. cumhurbaşkanlığına adaylığının oylandığı 27 Nisan günü öncesinde ve sonrasında yaşananlar Türk siyasi hayatında mühim bir kırılmayı ifade ediyor. Siz bu süreci Anavatan Partisi içinde yaşadınız. Bize bu süreci anlatır mısınız? Mumcu neden beklentilerin hilafına TBMM'ye girmeme kararı aldı?

Artık Anavatan Partisi içinde değilim, dolayısıyla dışarıdan daha rahat değerlendirebilirim. Bir defa bunun adını doğru koymak lazım. 27 Nisan tarihi merkez sağ için de Türkiye için de bir "Kara Nisandır..." Bu süreç merkez sağ olarak bilinen iki partinin ne merkezle, ne sağ ile bir ilişkisinin olmadığını göstermiştir. Bu iki partinin kimliksiz, kişiliksiz, tarihsiz, halksız ve hafızasız olduğu ortaya çıkmıştır. Böyle olmasa idi kendi meşruiyet şartlarını, yani milli iradeyi böylesine hançerlemezlerdi. Meclis'in muhabbetini böylesine ucuza satmazlardı, kâbe-i milleti CHP'den bir aferin almak için takas etmezlerdi. Merkez sağın bu süreçte oynadığı rol enteresandır. İlk kez askerin siyasete müdahalesini meşrulaştırmışlardır ve askerin yayınladığı bildirideki talepleri yerine getirmişlerdir. Tarihte ilk oldu bu, örneği yok.

Peki niye böyle oldu?

Bir kere bu neydi ve niye böyle yaptılar sorusunu birlikte cevaplandırmak lazım. Bir kere bu süreç hukuku falan da kullanarak parlamentoya bir suikasttır. Hedefi AK Parti gibi görünse de, bedeli parlamento ve milli irade ödemiştir. Açık seçik bir Anayasa maddesi eğilip büküldü, CHP, Anayasa Mahkemesi'ne gittiği gün Genelkurmay bildiri yayınladı. Bu, dünyanın neresinde görülebilir? Bu duruma da en başta Anayasa Mahkemesi itiraz etmeliydi, bu da olmadı. Milli iradenin temsil makamı olan TBMM'nin yetkileri açıkça başka bir anayasal kuruma devredildi. Siyasetin zemini, Meclis dışına kaydırıldı. Bu, Cumhuriyet'in özünü ve parlamento fikrini yozlaştırma yönündeki bir kötü niyetin hayata geçirilmesidir. Buradan yeni krizler çıkacaktır. Meclis'e, milli iradeye, Anayasa'nın hükümlerine ve anayasal düzene açıkça bir sadakatsizlik vardır. Olan şey budur.

"Peki bu iki merkez sağ partisi niçin böyle davrandı?" sorusuna gelince: Bu iki merkez sağ lideri yıllardır tanırım, çeşitli dönemlerde teşrik-i mesaimiz olmuştur. Bu insanlar demokrasiye gerçekten inanırlardı. Benim bildiğim normal süreçlerde de böyle bir hata veya ben ona suç diyorum, suç işlemezlerdi. Benim tanıdığım sürede gördüğüm budur. Ancak son süreçte benim gözlemim şudur ki, bu iki genel başkan yüksek şiddette bir askerî harekât konusunda uyarılmışlardır. Bu yönde gelen telkinlere inanarak ve bu olacak askerî müdahaleye göre yeniden tavırlarını belirlemişlerdir.

Yani henüz 27 Nisan bildirisi ortaya çıkmadan, bu bildirinin ötesinde bir askerî müdahale bekliyorlardı.

Evet, bu bildiriden daha öte bir müdahale bekliyorlardı. Bu insanlara çok kuvvetli bir telkin geldiğine ilişkin ciddi işaretler de vardır. Bunlar konuşuluyor. Bazı eski kulağı kesik politikacıların bu mesajları veya telkinleri getirdikleri söyleniyor. Onlar da devredeler. Tuhaf olan şey, askerlerin siyasi alana müdahalesinin, Menderes ve Özal'ın partileri tarafından meşru kabul edilmesidir. 27 Nisan'da verilen muhtıranın hemen sonrasında, Sayın Mumcu'nun söyledikleri, ancak bir insanın kafasına silah dayanarak söylenebilir: Erkan Mumcu gibi bir siyasetçinin bu sözleri söylemesi imkansız. "Bu bildirinin katıldığım tarafları var, katılmadığım tarafları var, katılmadığım taraflarında da eksik bulduğum tarafları var." gibi...

Peki burada müdahaleden bir korku mu yoksa bir siyasi hesap mı var?

Bence fırsatçılık yapılmıştır. Bu bildirinin AK Parti ile seçmen arasında bir kopma yaratması ve ortaya çıkacak bu boşluğun doldurulması için, AK Parti tecrit edilerek kolay bir hedef haline getirilmiştir. Tamamen böyle bir hesap vardı; ama tabii yanlış hesap Bağdat'tan döner.

Siz bu hesabın Mumcu tarafından yalnız değil, Mehmet Ağar'la müşterek yapıldığını söylüyorsunuz.

Tabii. DYP ve Anavatan Partisi müştereken yaptılar. Bu insanlar aslında demokrasiye inandıkları için büyük gelgitler yaşadılar, kolay karar vermediler bu işe... Gözümün önünde cereyan eden hadiseler bunlar. 25 Nisan Anavatan Merkez Kararı'nda tartışma oldu, girelim diyenler oldu, girmeyelim diyenler oldu. Sayın Mumcu girelim diyenler tarafındaydı. Hatta "Büyük bir ekonomik kriz çıkar bu 367 meselesinden dolayı süreç işlemezse." dedi... Saat 16.30 ile 17.00 arasında Sayın Mumcu bazı telefonlar aldı. O andan itibaren her şey değişti bence. Çünkü o andan itibaren çok önemli gelişmeler oluyor, YÖK Başkanı Erdoğan Teziç'e saldırı olmuş, bundan sonra artık her şey değişmiştir, her şeyi yeni baştan düşünmek gerekir demiştir Merkez Karar'da. Gerçekten ondan sonra da her şey değişti.

Evet Murat Yetkin de köşesinde Mumcu ve Ağar'ın Teziç'e suikast teşebbüsünden sonra kararlarının değiştiğini yazmıştı. Fakat bu tavır değişikliği çok tehlikeli bir süreci başlatmaz mı? Bundan sonra şiddetle veya şiddet tehdidiyle siyasi sonuç almanın önü açılmaz mı?

Size tamamen katılıyorum. İki tecrübeli genel başkandan söz ediyoruz. Yakın siyasi tarihimize her kademede tanık olmuş iki siyasetçi... Böyle bir suikast olayından sonra fikir değiştiriyorlarsa, şunu bilmeleri lazım o suikastı yapan veya yaptıran her kimse amacına ulaşmıştır.

Ama anlaşıldığı kadarıyla o suikast teşebbüsünün ötesinde bir tertip, o çerçevede bir telkin var...

Doğru bir telkinle, tertiple kandırılmışlardır.

Peki aynı zamanda bir hesap da yapmış olmalılar...

Bana göre bu iki parti de 3 Kasım 2002'de partilerinin aldıkları oy oranının gerisine düşmüşlerdir. Bunun yarattığı ciddi bir rahatsızlık vardı. Buradan kendi lehlerine olabilecek bir sonuç çıkabileceğini düşündüler. Bu hırsa kapıldılar ve bunun için sahip oldukları geleneği, şahsen kendilerinin ilkelerini bir yana bırakmakta bir mahzur görmediler.

Bunu topluma izah edeceklerini düşündüler. Bunun beklentilerinin hesaplarının doğru çıkması halinde topluma izah edebileceklerini düşündüler. Fakat toplum hadiseyi onların bekledikleri şekilde algılamadı.

Şimdi hesapları tutmadı mı?

Kesinlikle tutmadı. Birleşme fikrinin birden gerçekleşmesinin sebebi de budur. Her iki parti de baraj altında kalacaklarını gördü, barajı aşmak için birleşmeye çalışıyorlar.

Siz daha önce Tansu Çiller'le de çalıştınız. Merkez sağın meselelerini de biliyorsunuz. Merkez sağın sıkıntısı birleşememek miydi? Yoksa başka bir şey miydi?

Bu birleşme merkez sağın problemlerini aşmaz, niçin aşmaz? Problem; perspektif, proje, fikir ve asıl olarak temsil problemidir. Merkez sağ bu haliyle kendi geleneğini temsil etmiyor. Artık herkesin görmeyi arzu ettiği refleksleri gösteremiyor. O kadar gösteremiyor ki, milli iradenin Meclis'te tasfiyesine aracılık etmek bile mümkün olabiliyor bu partiler için... Türban konusunda bile merkez sağ partilerin net bir kanaati yok.

Halbuki vaktiyle Anavatan bu meseleyi çözmek için kanun çıkarmıştı.

Öyle ama bu partilerin kadroları da fikirleri de adeta değişti. Geleneksel çizgisini geliştirecek yerde, CHP çizgisine benzeyen bir evrim içindeler. O yüzden de Türk halkı merkez sağa yönelik muhabbetini, ilgisini kaybediyor.

Bu neden böyle oldu? AK Parti'nin ortaya çıkışı merkez sağı büyük bir sıkıntıya mı soktu? Merkez sağın tabanını ve geleneklerini AK Parti mi tevarüs ediyor?

Bu önemli bir soru... Önümüzdeki dönem siyaseti de bu konu etrafında şekillenecek. Özellikle 27 Nisan öncesi ve sonrası olan hadiseler, merkezdeki ve merkez sağdaki seçmeni AK Parti'ye biraz daha yaklaştırmış, merkez sağ partilerden biraz daha uzaklaştırmıştır. Zaten bu yüzden panik halinde bir birleşme meydana gelmiştir. Önümüzdeki seçimde ve seçimden sonra AK Parti daha bir merkeze doğru hareket edebilir ve kadrolarını da merkez sağı temsil edecek şekilde tanzim edebilirse... Söyleminden tutumuna kadar bir dizi değişikliğe gidebilirse, hiç şüpheniz olmasın ki AK Parti çok uzun yıllar varlığını sürdürerek bir merkez sağ partiye dönüşecektir. Merkez sağdaki boşluğu doldurabilecek yegane parti AK Parti'dir. DP adı altında birleşmek üzere karar alan DYP ve Anavatan ise böyle bir genişleme yaratabilecek gibi görülmüyorlar. Çünkü merkez sağın refleksine uygun bir tutum takınmıyorlar. Daha bir hafta önce bir demokrasi suçu işlemişlerdir. Bu iki partinin birleşmesinden sonra merkez sağın kitleleri yeniden temsil etmesi mümkün olmakla beraber, çok zordur. Önce milletten bir af dilemeleri gerekiyor ve milleti bunda samimi olduklarına inandırmaları gerekiyor. Bu kadrolarla bu iş neredeyse imkansızdır...

Tandoğan, Çağlayan mitingleri, merkez sağ liderlerden sessiz bir destek alıyor, en azından bir tepkileri yok. Tavandaki bu destek, tabanda da olabilir mi? Merkez sağ seçmen kendini nerede hissediyor, nerede duruyordur?

Tamamen tabandan bir kopma söz konusu. Merkez sağ dediğimiz yapı, bir süredir siyasi pozisyonunu CHP'ye göre belirliyor. O mitingleri bir hak kullanımı olduğu için olumlu karşılayabiliriz ama o mitinglerin gittiği bir istikamet var ve hiç de hoş değil... Kutlu Doğum haftasına yönelik eleştiriler var, türbana karşı bir tavır var, Darwincilik var... Bu mitingler artık Türkiye'yi bölmeye başladı. Bu hususa herkesin dikkatini çekerim. Ellerindeki bayraklarla, bayrak sadece kendilerininmiş gibi davranan insanlar var. Bu hisse katılmayanlar da adeta düşman olarak görülüyor. Daha enteresanı, merkez sağ siyasetçilerin burada olup bitene gözlerine kapamalarıdır. Bu da tabanlarından, halktan ne kadar koptuklarını gösteriyor. Tepede ve sadece Ankara'da yapılan siyasetle sınırlı kaldıklarını gösteriyor.

Merkez sağ siyasetçiler bu muhafazakâr-mütedeyyin seçmenleri artık temsil etmiyor mu?

Kesinlikle öyledir, bunu en veciz şekilde Sayın Aydın Menderes ifade etmiştir. Merkez sağın sembol ismidir. "Yeter söz milletindir" misyonundan vazgeçerek "Yeter söz devletindir" çizgisine gelmişlerdir. Bu, kelimenin tam anlamıyla tuhaftır, bunun hakikaten izahı yoktur. Bu, sayın genel başkanların şahsî hırsıyla izah edilebilir...

Siz Anavatan Partisi dışında, 2004'te DYP'nin mahalli seçimler kampanyasını yürüttünüz. Bu iki parti, 3 Kasım 2002 seçimlerinden dersler çıkardı mı sizce?

Hayır. Üstelik ben iki sayın genel başkanla görüştüğüm her dönemde şunu söylemişimdir. Her seçimin bir mesajı vardır. 3 Kasım seçiminin de vardır. Bu mesajları alıp yeni bir siyaset tarzı stratejisi benimsemezseniz, siyasette gidebileceğiniz hiçbir yer yok diye anlatmaya çalıştım. Her iki lider de değerlendirmemize katıldıklarını söylüyorlardı ;ancak gereklerini yaptılar mı diye bakarsak, yapmadıklarını görüyoruz. Çünkü bunun gereklerini yapmak çalışmayı, terlemeyi gerektiriyor. İlkeli davranmayı gerektiriyor. Ama yapmadılar, dar alan siyasetini tercih ettiler.

Küçük Türkiye'ciler Abdullah Gül'e karşı çıktı...

Siz kamouyu araştırmaları da yaptınız. Abdullah Gül'ün adaylığı merkez sağ tabanda nasıl karşılanmıştır?

Abdullah Gül'ün merkez sağı rahatsız edecek hiçbir yanı yoktu. Refah Partisi'ndeyken bile rahatsız edici değildi. Refah'tayken bile merkez sağa yakın bir politikacı olarak kaydedilirdi. Bunu herkes biliyor. Benim bir türlü anlayamadığım mesele, hem merkez sağ açısından hem de Gül'ün cumhurbaşkanlığına karşı çıkanlar açısından, hatta bildiri yayınlayan çevreler açısından da anlayamadığım şey zaten budur. Gül, o makama gelebilecek sadece TBMM'de değil, bütün Türkiye'de en makul insanlardan birisiydi. Bir kere birleştiriciydi, bugün yapılan anketlerde arkasında %70 halk desteği olduğu görülüyor. Nitekim 27 Nisan'da merkez sağın gösterdiği tutumu eleştiren ve kınayan seçmen, bilhassa Gül'e bu muamelenin reva görülmesinden rahatsız olmuştur. Bunu iyi anlamak lazım. İşte bu durum, Abdullah Gül'ü, AK Parti'yi ve kendisini aşacak bir şekilde bir milli proje haline getirmiştir. Herkesin sıcak baktığı bir isimdir. Bunun ardında yatan dinamik, devlet millet zıtlaşmasının Gül ile sona ermesi ihtimalidir. Devletiyle barışmak isteyen bir halk, halkıyla barışmak isteyen ama bunu beceremeyen bir devlet var. Gül, bu iki hissiyatı bir araya getirebilecek bir siyasi kişilik. Millet bunu anladı; ama öbür tarafın bir kesimi bu pırıltılı çözümü şimdilik anlayamadı. Aslında bu mücadele 'Büyük Türkiye'yi isteyenlerle Küçük Türkiye'yi isteyenler arasındadır. Küçük Türkiyeci'ler Abdullah Gül'e karşı çıkmışlardır.

zaman



Bu haber 266 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,022 µs