En Sıcak Konular

Şener, Erbakan ziyaretini anlattı

16 Ağustos 2010 14:35 tsi
Şener, Erbakan ziyaretini anlattı Mine Şenocaklı, Eski Başbakan Necmettin Erbakan'ı evinde ziyaret ederek merakları üzerine çeken Abdüllatif Şener'le konuştu. Erbakan'dan Kurtulmuş'a, Erdoğan'dan Gülen'e kadar bir çok konuya cevap verdi.

Mine Şenocaklı / Vatan

Necmettin Erbakan ile sürpriz bir görüşme yaptığı için çaldım kapısını Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener’in... Sıcak mı sıcak bir havada, üstelik ikimiz de oruçluyken... Saat 3’tü, susuzluk kavurmuştu içimizi... Hemen konuya girdim, bu görüşmeden önemli bir haber çıkarma düşüncesiyle... Şener, “Görüşmeyi sonraya bırakalım. Önce referandumla başlayalım” dedi. İlk tespitini yaptı hemen; “Bu anayasa değişiklikleri 1990’da yapılan değişikliklerin yanında önemsiz. Hükümet, bir bardak suda fırtına koparıyor. Muhalefet de bu tartışmaya katılıyor. Oysa ki bu anayasa, 12 Eylül Anayasası olmaya devam edecek. Başbakan her ne kadar 12 Eylül Anayasası değişecek dese de...”

Yine de Türkiye Partisi’nin referandumda tutumu “evet”ten yana... Küçük de olsa olumlu bir adım olduğundan... “Evet” derken neredeyse her maddede bir “ama”sı var, ama Şener’in! “Mesela geçici 15. Madde’yi kaldıracağız. Böylece 12 Eylül darbecilerini yargılayacağız” diyor iktidar, “Ama bu bir kandırmaca” diyor Şener... Sonra çok daha şaşırtıcı bir soru soruyor: “Hükümet neden 28 Şubat ve 27 Nisan e-muhtırasıyla yüzleşmiyor?” Cevabını da hemen vererek; “Yüzleşmez! Tam tersine 27 Nisan e-muhtırasını yazdığını söyleyen Büyükanıt’a madalya takar, altına trilyonluk zırhlı araç verir.”

Şener’e göre ortada bir danışıklı dövüş var. Gerginlik gibi görünen, aslında bir işbirliği... Bu konudan çok emin... Bu kez sözü 28 Şubat’ın baş mimarı Çevik Bir’e getiriyor. “Çevik Bir Paşa şu anda nerede? Ne yapıyor? Başbakan’a yakın firmalarda danışmanlık yapmıyor mu? Bir araştırın!”

Öyle iddialı sorular ki bunlar, neredeyse Erbakan ile görüşmesini unutacaktım! Sözü oraya getiriyorum... Cevabı çok kısa, “Beş-altı ay önce görüşme talep etmiştim, olmadı. Ramazan başlamadan önce yine istedim, denk geldi. Hepsi bu...”

Hepsi bu mu? Sıkıştırıyorum şaka yollu: “Hiç Numan Bey’i, Başbakan’ı çekiştirmediniz mi?” Cevabı sadece Numan Kurtulmuş’a yönelik: “İnanın ima yollu bile olsa adı geçmedi. Saadet Partisi ile ilgili de tek söz etmedik!” Bu tamam!

Peki ya Başbakan? Cevabı önce hafif bir tebessüm! Bu tebessümden bir şeyler çıkartacağım ama son anda bir nokta koyuyor: “Tabii ki Türkiye meselelerini konuşurken adı geçti!” Nasıl geçti? Önce bir sessizlik, sonrası zehir zemberek... “Erdoğan’ı çekiştirdiniz mi diyorsunuz. Hiç ilgisi yok. Bizim ele aldığımız, tartıştığımız, paylaştığımız konuların cesameti, büyüklüğü karşısında
Erdoğan olayı küçük kalır!”

Şener’in ağzından o sohbete ilişkin başka bir şey alamadım ama söyleşide Erdoğan’a ilişkin öyle bir saptaması vardı ki, en az bir önceki kadar ağır: “2007’de yüzde 47 ile iktidar olan bir partinin liderinin, son üç yılda Türkiye için yaptığı tek olumlu şey söyleyin, ben de bütün meydanlarda anlatayım. Ama yok! Bence Erdoğan Türkiye tarihinin en başarısız siyasetçisidir!”

* Erbakan’la görüşmenizden başlayalım mı konuşmaya?
Yok. Önce referandumdan başlayalım...

* O zaman doğrudan sorayım, oyunuz ne?

Biz parti olarak kamuoyuna “evet” eğiliminde olduğumuzu açıkladık. Ancak bunu bir kampanya konusu olarak görmüyoruz. Çünkü bazı siyasi partiler, bazı aydınlar, hatta geniş halk kitlelerinde bu referandumun hükümet ve iktidar için bir “evet” veya “hayır” anlamı taşıyacağı şeklinde bir algı var. Paketin içinde ne olduğu, ne olmadığı hiç önemli değil. Onların hiçbir değeri, hiçbir anlamı yok. Önemli bir kesim “Bu çıkan sonuç mevcut iktidara ‘evet’ ya da ‘hayır’ anlamına gelecek” diyor. Benim olaya böyle bakanlar açısından evet diyenlere de, hayır diyenlere de bir itirazım yok. Ama bizim bir siyasi parti olarak olayı böyle değerlendirmemizin doğru olmayacağını düşünüyoruz. Dolayısıyla arkadaşlarla paketin içindekilere göre bir değerlendirme yaptık. Gördük ki, çok önemli bir anayasa değişikliği değil bu. Hatta 1982 Anayasası’nda yapılacak en önemli değişiklik de bu değil. 1990’lı yıllarda yapılan Anayasa değişiklikleri 12 Eylül Anayasası’nda daha köklü değişiklikler meydana getirmişti. O zaman daha ileri adımlar vardı. Bu Anayasa paketi o derece bile sayılamayacak bazı değişiklikleri içeriyor. Bununla birlikte küçük de olsa bunu bir adım olarak nitelendirdik. Ama bir kampanya konusu haline getirmenin de çok gerekli olduğunu düşünmedik ve “evet” dedik.

* Peki ya yargının bağımsızlığı konusu? Sizce bu değişiklikler gerçekten önemsiz değişiklikler mi?
Olaya şöyle bakalım, bu Anayasa iktidarın bir oyunudur... Üç yılı aşkın süredir iktidar, yapmış olduğu siyaset tarzıyla ülkeyi gerçek gündeminden koparıyor, uzaklaştırıyor ve insanları ayrıştırmaya çalışıyor. Bu ayrışma neticesinde de kendi siyasi tabanını pekiştirmeye ve genişletmeye çaba harcıyor.

Kulvar değişti!

* Referandumla ayrıştırmaya çalışılan ne o zaman?

İnsanlar “Evetçiler” ve “Hayırcılar” diye kamplaştılar bile... Paketin içinde ne olup olmadığı çok önemli değil. Karşılıklı ithamlar, hakaretler, aşağılamalar, sertleşmeler... Ülke açısından baktığımda, bu pakette ne iktidarın ne de muhalefetin bir iddiasının olduğunu düşünmüyorum. Ne diyor iktidar? “12 Eylül Anayasası’nı değiştiriyoruz” diyor. Hayır, 12 Eylül Anayasası’nı değiştirmiyorlar. Bu değişiklikler yapılsa dahi, yani referandumdan “evet” çıksa dahi, Türkiye’de yürürlükte bulunan bu Anayasa, 12 Eylül Anayasası olmaya devam edecektir. Anayasa’nın 12 Eylül Anayasası olma niteliği değişmeyecektir. O halde neden Başbakan doğruyu söylemiyor? “12 Eylül Anayasası bitecek” diyor. Aslında 12 Eylül Anayasası devam edecek. Bu referandum, 12 Eylül Anayasası’nı sürdüren bir 12 Eylül referandumu niteliğindedir.

* Prof. Sami Selçuk da, “Hiç kimse kendini kandırmasın bu referandum 12 Eylül’ü silmiyor, tasfiye etmiyor” demişti...

Evet. Bence çok önemli bir değişiklik de getirmiyor.

* Ama onun yargının tarafsızlığı konusunda da endişeleri var. Bu yüzden de “Referanduma evet demem olanaksız” diyor...
Yargıya daha sonra geleceğim... Dolayısıyla tablo ortada. Bu anayasa paketinin referanduma gidiyor olması, bu paketin önemli olduğundan kaynaklanmıyor. Paket önemli olduğu için referanduma gitmiyor iktidar, halk da önemli olduğu için sandığa gitmeyecek. Ya niçin gidecek? Bu paket Meclis’te oylanırken yeterli oy alamadığı için, Anayasa gereği olarak zorunlu olarak referanduma gidecek. Bu taraftan olaya baktığımızda, paketin içinde 26 madde var. “İşte, hiç kimse itiraz etmiyor canım bu 26 maddenin 24’üne” diye takdim ediyor iktidar. İyi güzel de bu 24 maddenin çoğu zaten olsa da olur, olmasa da olur niteliğinde... Geçen akşam bir bakanı dinliyorum, sayıyor, kadınlara, engellilere, çocuklara varıncaya kadar, şu şu değişiklikler oluyor diye... Ne değişmiş? Yazdığınız şeyler Anayasa’ya girmese bu ülkede çocuk haklarıyla ilgili, engellilerle ilgili, kadın haklarıyla ilgili ne eksik olacak? Eksik olacak bir şey yok. Zaten uluslararası sözleşmelerle, Anayasa gücünde hukuki metinlerle ülkemizde yürürlükte olan, hukuk düzeninin bir parçası haline dönüşmüş olan konular tekrar muğlak, etkisiz bir şekilde Anayasa’ya yerleştirilmiştir ve maddelerin çoğu da geçiştirilmiştir.

Mesela, “Geçici 15. Madde yürürlükten kaldırılıyor. 1980 darbecileri yargılanacak” diyor Başbakan. Geçici 15. Madde yürürlükten kaldırıldığında 12 Eylül’deki müdahaleler, müdahaleciler yargılanabilecek mi? Hayır. Bu bir sembolik düzenleme. Bunun dışında somut bir şeyin ortaya çıkması söz konusu değil. Ben bu söylediklerimle iktidarın bu pakete verdiği önemin olmayışını anlatmaya çalışıyorum. Şimdi buna karşılık çok da garip şeyler var. 27 Nisan e-bildirisi var mesela. Bunun bir askeri müdahale anlamı taşıdığını hükümet kabul etmiştir. Karşı bir açıklama yapmıştır. Öyleyse 27 Nisan’la niye yüzleşmiyorsunuz? Üstelik “27 Nisan e-bildirisini ben yazdım” diyen Büyükanıt’a madalyalar takıyor, altına zırhlı araçlar veriyor Başbakan. İyi geçiniyor, işbirliği halinde. Askerlerle arasında problem var gibi görünse de... Veya yakın dönemde yapılan ve hukuki sonuçları da olabilecek 28 Şubat süreci... 28 Şubat’ın bir postmodern darbe olduğu konusunda genel bir mutabakat var. Niye 28 Şubat’la yüzleşmiyor bu hükümet? Çünkü hukuken sonuç alınabilecek bir süreç. Hatta başka bir şey söyleyeyim, Başbakan 28 Şubat’la ittifak, işbirliği halindedir.

* Nasıl?

Gelişmelere baktığınız zaman süreçler bunu doğruluyor. 28 Şubat’ın en fazla bilinen isimlerinden biri Çevik Bir Paşa şu anda nerede, ne iş yapıyor, hükümet ve Başbakan’la ilişkisi ne? Başbakan’a yakın bazı firmalarda danışmanlık yapıyor mu, yapmıyor mu? Veya 28 Şubat’ta Sincan’da tankları yürüten bir askerin şimdi çok hızlı bir şekilde terfi etmiş olmasını neye bağlıyorsunuz? Önce Birinci Ordu Komutanlığı’na, arkasından Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanmıştır bu YAŞ sürecinde. Bu neyin nesi? Ve bazı çevreler ‘Evet, bu YAŞ kararlarına Başbakan damgasını vurdu’ diyor. Nasıl bir ilişkidir bu o zaman?

* Siz o bahsettiğiniz dönemde Erdoğan’la birlikte çalışıyordunuz... İşbirliği içinde derken o zamandan ipuçları var mıydı bunun?

O gün yaşanan süreçler, asker ve hükümet ilişkileri ben bıraktıktan sonra başka bir kulvara girdi. Bu kulvarda Türkiye demokratikleşiyor diyenler var. Ben de diyorum ki ne değişiyor? Bir kavga var, Türkiye savruluyor. Ben şunu kastediyorum, ikide bir askerin içinde olduğu garip operasyonlar oluyor. İşte Balyoz davası... YAŞ kararları öncesinde bir-iki subay hakkında tutuklama kararı verildi, arkasından hepsi kaldırıldı. Veya Ergenekon sürecinde yaşananlar... Daha sonra Iğsız Paşa’nın tam da terfisi öncesinde olanlar... Bütün bunlar asker-hükümet ilişkilerinde bir yerlere konuluyor. Ben de diyorum ki, hükümet 12 Eylül’ü yargılanamaz hale getiren geçici 15. Madde’yi değiştiriyorum derken kamuoyunu yanıltıyor. Sadece bu Anayasa paketiyle değil kamuoyunu yanıltması, aynı zamanda bu asker-hükümet ilişkilerinde Türkiye’nin demokratikleştiği gibi bir izlenim verilmeye çalışılıyor ama ben ortaya çıkan tabloya baktığımda başka bir şey görüyorum. 27 Nisan e-bildirgesini yayınlayanlarla bu yakın işbirliğiniz nereden geliyor? Bunca yaşanan sürece rağmen... Veya 28 Şubat sürecinin aktörleriyle ilişkiniz nedir? Bu yakınlık nereden geliyor? Yani “Biz geçici 15. Madde’yi kaldırıyoruz. 12 Eylül Anayasası’nı hazırlayan o dönemki darbecilerden hesap soracağız” deyip kamuoyunu yanıltmayın.

* Peki sizce askerle bu işbirliği Ergenekon sürecinde de bir işbirliğini içeriyor mudur? Ve bu işbirliği nasıl bir işbirliği? Bir de Erdoğan ile Büyükanıt’ın hâlâ muamma olan Dolmabahçe görüşmesi var...

Bu işbirliğinin ticari işbirliği olup olmadığı da başka bir şey, siyasi bir işbirliği olup olmadığı da... Ama bu konunun ayrıca bir yere konulması lazım.

Hoca’yla Numan Bey’i çekiştirmedik ama...


* Peki Erbakan’la buluşmanıza gelirsek... Kaç yıl sonra gördünüz Erbakan’ı?

Vallahi, uzunca bir süredir ziyaretine gitmemiştim ama değişik vesilelerle karşılaşıp konuşuyorduk. Çoktan beridir bir ziyaret düşünüyordum. 5-6 ay öncesinden bir randevu talebim vardı. Kendisi Ankara’da olmuyor her zaman, bazen Altınoluk’a gidiyor. Denk düşmemişti...

* Yani talep sizden gitti?

Evet. Zaten görüşmek istiyordum. Ramazan’ın da başına rastladı, iyi oldu.

* Bu görüşmenin Saadet Partisi’nde yaşananlarla ilgisi yok diyorsunuz...
Hayır, hiç ilgisi yok. Yani ben orayla bağlantılı bir planlama yapmış değilim.

* Siz yapmamış olabilirsiniz ama size verilen randevu tarihi, tam da Saadet Partisi’nde olağanüstü kongrenin görüşüleceği güne denk getirilmiş olabilir mi?

Yok. Tarih önceden belliydi. Dolayısıyla oradaki gelişmelerle bağlantılı değildi. Erbakan, bu ülkede yıllardır siyaset yapan ve ekol oluşturmuş önemli bir devlet adamıdır. Başbakanlık yapmıştır. Onun Başbakanlık yaptığı kabinede ben de Maliye Bakanlığı yaptım. Aynı partide iktidar ve muhalefet dönemlerinde beraber çalıştık. Yardımcısı konumunda bulundum. Dolayısıyla gerekli buldum ve ziyaret ettim. Hoş bir sohbet oldu. Görüşmemizin başlangıcı basına açıktı. Bir saat kadar süren ikinci kısımda ise kısa konuşmalar geçti.

* Nasıl?

Hatıraları konuştuk.

* Birini paylaşabilir misiniz bizimle?

Erbakan, yoğun çalışmaktan söz ederken, insanın kendine de vakit ayırması gerektiğini söyledi. Ben birden, “1992’den 1997’nin sonuna kadar beni o kadar çok çalıştırdınız ki, ne cumartesim vardı, ne pazarım... Gece gündüz koşuşturmaktan evi ve çocukları ihmal ettim. 1997’de bakanlık görevim bittikten sonra şöyle kafamı doğrulttuğumda bir baktım ki, çocuklar büyümüş, her şey elimden gitmiş. Neden o zaman da biraz kendinize zaman ayırın demediniz?” dedim. “O zaman öyle söyleseydim sizi nasıl çalıştırabilirdim” dedi. (Gülüyor)

* O da sizin gibi güldü mü böyle?

Evet. Şunu düşünebilir misiniz? Sabah kahvaltı yapmadan alelacele evden çıkıp, gece ikide döndüğümde o gün hiç yemek yemediğimi hatırladığım olurdu. Defalarca olmuştur bu... Ama başarı nedir biliyor musunuz, sonuç almak demek değildir. Yani o sandıktan şu kadar oy aldı başarılı oldu, öbürü başarısız oldu diyenlere hiç katılmıyorum ben. Bulunduğunuz konumda, sorumluluk alanınız çerçevesinde ne kadar faydalı olabiliyorsanız o kadar başarılısınız demektir. Bana göre bugün Türkiye’nin en başarısız insanı Erdoğan’dır.

* Neden?

2007’de almış olduğu yüzde 47 oya, tek başına hükümet kurmasına rağmen, bu ülkeyi perişan etti. Ekonomi savruluyor, terör zirve yaptı, sadece toplumu ayrıştırarak, kavga ederek seçmenlerinin zihninde kalmayı ve yerleşmeyi biliyor. Bu tavrıyla da ülkeyi felakete götüren bir adamdır bence.

* Yaptığı hiç iyi bir iş yok mu peki?

Biliyorsanız söyleyin ben onu meydanlarda konuşurum. Son üç yılı söylüyorum... Bakıyorum, ortada hiçbir şey yok

Fethullah Gülen gibi düşünmüyoruz

* Erbakan’a dönersek... Başka ne konuştunuz peki?

Sohbet ettik. Günümüz sorunlarını değerlendirdik. Öngörüleri, deneyimleri var, birikimlerini paylaştı bizimle. Erdoğan’ın görevini yapmadığını, sahip olması gereken sorumluluklara uygun bir hükümet kurma anlayışının bulunmadığını, ülkede bir iktidar sorunu bulunduğunu ve bunun aşılması gerektiğini kendi üslubuyla anlattı. Ben de arada görüşlerimi söyledim.

* Erbakan’la Erdoğan’ı karşılaştırdığınızda ikisi arasında en temel fark nedir sizce?

Bana göre Erbakan bir ekoldür ama Erdoğan bir şey değildir.

* Bu görüşmenizden sonra Erbakan’ın, Saadet Partisi’nde kongre savaşının kaybedilmesi halinde sizin partinizi ekibi için Saadet Partisi’nin bir yedeği olarak düşündüğü konuşuldu kulislerde...

Türkiye Partisi hiçbir partinin yedeği değildir. Bunların hepsi lüzumsuz, gerçekle ilgisi olmayan değerlendirmelerdir.

* İyi ama bu toplantının bir amacı olmalı diye düşünülüyor.Erbakan, “Türkiye Partisi’ni lağvet. Buyur gel Saadet’e, birlikte Kurtulmuş’a karşı ittifak yapalım” demiş olabilir gibi... Bu şekliyle olmasa da bunları hiç konuşmadınız mı?

Hayır.

* Peki Numan Kurtulmuş’u hiç çekiştirmediniz mi?

Numan Bey’in ima yollu dahi adı geçmedi. Saadet Partisi’nden de hiç söz etmedik. Bu konulardan o kadar uzak durduk ki... Görüşme atmosferimiz bambaşkaydı.

* Peki Erdoğan’ı çekiştirmediniz mi?

(Sadece gülüyor)

* Önümüzdeki seçimlerde Saadet’le bir işbirliği olabilir mi? Yoksa yolunuza tek başına mı devam edeceksiniz?

“Ne konuştunuz?” diye sordunuz. Türkiye’yi ve dünya meselelerini konuştuk. Türkiye ve dünya meseleleri deyince bir saat yetmez. “Erdoğan’ı mı çekiştirdiniz?” diyorsunuz, hiç ilgisi yok. Bizim ele aldığımız, tartıştığımız, paylaştığımız konuların cesameti, büyüklüğü karşısında Erdoğan olayı küçük kalır. Ama iktidar ne yapıyor, Türkiye nereye gidiyor derken ister istemez Erdoğan’ı da konuştuk.

* Referandumda sizin vereceğiniz evet oyunun Erdoğan’ın elini siyaseten güçlendireceğini düşünmüyor musunuz?

Biz ülkemiz açısından neyin doğru olduğunu düşünerek bakıyoruz sadece bu olaya. “Evet” ve “Hayır”ın arkasından kimlerin nasıl siyasi istismar çıkaracağıyla hiç ilgilenmiyoruz. Evet, Başbakan da bu sonuçlar üzerinden siyasi istismar yapacaktır. Muhalefet partileri de... Ama biz ülke meselesi söz konusuyken parti çıkarlarını bir tarafa bırakıp halkın oylayacağı metne göre konuşuruz. Tamam çok önemli bir metin değil ama küçük de olsa bir adım var. O yüzden eğilimimiz “evet”ten yana. Ama kampanyasını sürdürmeye, bir kavganın içine dalmaya değer görmüyoruz.

* Yani “İmkan olsa mezardakileri bile kaldırıp evet oyu kullandırmak lazım” diyen Fethullah Gülen gibi de düşünmüyorsunuz...

Hayır, düşünmüyoruz. 



Bu haber 885 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,758 µs