En Sıcak Konular

Üretilmiş yalanlara dikkat!

13 Nisan 2010 14:56 tsi
Üretilmiş yalanlara dikkat! Gazeteci Alper Görmüş uyarıyor: Yalan temelli propagandaları niçin ciddiye almalıyız...

Bu köşede çıkan son iki yazımda, ulusalcı kesimlerdeki uydurulmuş bilgi temelinde yürütülen propagandanın yaygınlığından söz etmiş, çarpıcı birkaç örnek vermiştim.

Örnekleri anlatırken tutturduğum “dalgacı” üsluba bakıp da benim bu propaganda biçimini ciddiye almadığım gibi bir sonuca varılmasın. Hayır, tam tersine, ikinci yazının son paragrafında vurguladığım gibi, bu tür örneklerle eğlenmek ve dalga geçmekle yetinmemeli (doğrusu bu pespaye pratik böyle bir muameleyi hak etmiyor değil), etkileri üzerinde düşünmeliyiz de... Bu yazıda bunu yapmaya çalışacağım.

Kavramdan başlayalım: Bazı politik kesimlerde “yalan” ya da “uyduruk bilgi” temelli propagandanın bu kadar yaygınlık kazanmasında, genel olarak “propaganda” kavramının algılanışındaki çarpıklığın önemli bir yer tuttuğu kanaatindeyim. Özellikle siyasi propagandadan söz edildiğinde, bazı zihinlerde otomatik olarak “yalan”a ya da en azından “çarpıtılmış bilgi”ye dayanan bir şeyler canlanıyor; propagandanın hakikat temelli (de) olabileceğini algılamakta zorluk çekiyorlar. (Bunun da önemli ölçüde “siyaset”in ve siyasetçilerin “kirli” bir alanın parçaları olduğuna dair, bilinçli çabalarla oluşturulmuş bir hissiyattan kaynaklandığı kanaatindeyim.)

Mavi Kitap örneği

Hiç unutmuyorum, CHP milletvekili Şükrü Elekdağ, İngiliz tarihçi Toynbee’nin, müellifi olduğu Mavi Kitap’ın İngiliz Dışişleri Bakanlığı tarafından “propaganda amacıyla kullanılmasından duyduğu üzüntü”yü dile getirdiğini bir yerlerden okuyunca (Aralık, 2006) soluğu TBMM’de almış, bu ifadeyi Mavi Kitap’ın “yalan”dan ibaret olduğunun kanıtı olarak sunmuştu.

Oysa mesele şuydu: Evet, Lord Bryce ve Arnold Toynbee, Mavi Kitap’ı, “Bize, 1915’te ne olduğunu anlatan bir kitap yazar mısınız?” diyen İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nın talebi üzerine yazmışlardı; evet, Toynbee anılarında kitabın daha sonra propaganda malzemesi olarak kullanılmasından rahatsız olmuş ve bunu dile getirmişti ama bunların hiçbiri, kitabın içeriğinin “yalan” olduğunu göstermezdi.

İngiltere’nin 2006’daki Türkiye büyükelçisi Sir Peter Westmacott’un dediği gibi: “Yazarlar Lord Bryce ile Arnold Toynbee’nin bu kitapta propaganda amacıyla gerçekleri çarpıttığına dair ciddiye alınabilecek bir eleştiri, bir tesbit yapılmamıştı ve savaş koşullarında böyle bir kitabın yayımlanması, propaganda anlamında bir işlev görmüş olsa da, kitapta anlatılan şeylerin doğru olmadığı anlamına gelmezdi.”

Propaganda deyince zihinlerine refleks olarak “yalan”ın geldiği birilerinin, aynı atmosferi soluyan başka birilerinin üzerine “aleyhte propaganda” gazı salmak istediklerinde, propagandalarını, hedef aldıkları kişi ya da kurumların hakikatlerinin eleştirisi temelinde yapacaklarını düşünmek abesle iştigal olur. Nitekim onlar da öyle yapıyor: Propaganda deyince akıllarına ilk olarak çarpıtma ve üretilmiş yalanlar geliyor.

Hakikat er geç ortaya çıkar ama...

Komplocu yalan üretiminin özünde bir dezenformasyon çabası olduğu unutulmamalı, mesele bu yanıyla da önemsenmelidir.

Buradaki temel soru şu: Yalan üretme kaynakları, yalanlarının er geç ortaya çıkacağını biliyor olmalılar, hele ki ürettikleri malzemenin zavallılığı düşünülürse... Peki, gerçek ortaya çıktığında, elde etmek istedikleri sonucun tam tersini elde etmekten korkmuyorlar mı?

Hayır korkmuyorlar, çünkü, evet, “hakikatin er geç ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır” ama insana umut ve sabır telkin eden bu sözün bazen hiçbir pratik değeri yoktur.

Irak’a müdahale (2003) için bu ülkede nükleer bomba yapılmaya çalışıldığı propagandasını yürüten ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın Birleşmiş Milletler’de (BM) yaptığı “power point” sunumlu ikna konuşmasını hatırlayın... Televizyonların heyecan dolu canlı yayınına katılan gazete genel yayın yönetmenlerinin nasıl gaza geldiklerini, ertesi gün gazetelerine atacakları “Powell ikna etti” manşetlerini nasıl ballandıra ballandıra anlattıklarını...

Sonrasını biliyorsunuz: Bush yönetimi “Irak’taki nükleer silahları bulup yok etme” amacıyla girdiği Irak’ın altını üstüne getirdi, yüz binlerce insanın canına mal olan büyük bir işgal gerçekleştirdi.

Daha sonrasını da biliyorsunuz: “Irak’taki nükleer silahlar” iddiasının bütünüyle temelsiz ve yalan olduğu, Powell’ın BM’de yaptığı konuşmada sunulan “deliller”in tamamen uydurma olduğu çıktı ortaya. Irak’ta tek bir nükleer silah yoktu, silah geliştirmeye yönelik bir tesis de yoktu. Powell, emekli olduktan sonra CIA’in kendisini aldattığını, BM’deki sunumda delil diye kendisine verdiği bilgilerin gerçeğe tekabül etmediğini anlattı.

Anlattı da ne oldu? Hakikat ortaya çıktı da ne oldu? Yalan, kendisinden beklenenin tamamını yerine getirdikten sonra hakikat ortaya çıksa ne olur çıkmasa ne olur? Bugün kim, Irak işgalinin temelinde bir yalanın olduğunu tartışıyor?

Hiç kuşkusuz CIA’ciler de biliyordu uydurdukları yalanın fazla uzun ömürlü olamayacağını... İki ihtimal vardı: Hakikat ya işgalden sonra ortaya çıkacaktı, ki böylece yalandan umulan maksimum fayda elde edilmiş olacaktı (ki öyle oldu), ya da hakikat işgal gerçekleştirilemeden ortaya çıkacaktı ki bu da sadece “kârdan zarar” anlamına gelecekti.

Kârdan zarar, çünkü CIA, bütün dezenformasyon kaynakları gibi dezenformasyonda “ilk etki”nin belirleyici önemini gayet iyi biliyordu. Buna göre, hakikat hızla ve çok güçlü bir şekilde ortaya çıksa bile, çok sayıda insan bundan haberdar olamayabiliyor ya da olsa bile bu defa da onun hakikat olup olmadığını sorguluyor, zihninde mutlaka bir tortu kalıyordu.

En kolay yalan, inanmak isteyene söylenen yalandır

Yalana inanma ve şüphe duymama eğilimi, korkmuş, ürkmüş, endişe içindeki kitlelerde çok daha belirgindir; tıpkı benzer yoğun duygular içindeki bireylerde olduğu gibi...

Nasıl ki mâşukun aşkından emin olmayan bir âşık yalan da olsa bazı şeyleri duymak ister... Nasıl ki, gerçeğin çölünde soluksuz kalmış bir çaresizin gözlerine hep bir vaha görünür, toplumsal değişimin getirdiği belirsizliklerden bunalan ve ürken kitleler de, yaralarına merhem etkisi yapacak yalanlara sarılma eğilimindedirler.

Korkularına ve endişelerine yol açan değişim yanlılarının “kötülüklerini” teşhir eden her yeni bilgi, onların yüreklerini soğutur. Dolayısıyla kendilerine sunulan yeni bilgileri şüphe süzgecinden geçirmeyi reddederler.

Yalan üretmede ve bunları insanların üzerine boca etmede uzmanlaşmış çevreler, korkutulmak suretiyle siyaseten alıklaştırılmış kitlelerin, onların yalanlarına ne kadar açık olduklarını gayet iyi bilirler.

İşte bütün bu nedenlerle, üretilmiş her yalanın iş göreceğini unutmamalıyız; yalan ne kadar saçma ve çocukça olursa olsun...

Alper Görmüş / Taraf



Bu haber 698 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,538 µs