En Sıcak Konular

Ermeni tasarısı hiç bu kadar işe yaramamıştı

15 Mart 2010 08:26 tsi
Ermeni tasarısı hiç bu kadar işe yaramamıştı “Türkiye ve Ermenistan arasında imzalanan protokollerle ilgili gelinen noktada Türkiye kendisini üzgün, ama bir o kadar da kandırılmış hissediyor” diyen Laçiner, ABD ve İsveç’te kabul edilen tasarının Türkiye’ye nefes aldırabileceğ

Sedat laçiner

Doç. Dr. USAK (Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu) Başkanı

Diplomaside bildik kuraldır, eğer imzalanan belgenin arkasında tarafların iradesi yok ise o belgelerin değeri ancak üzerine yazıldıkları kâğıt kadardır. Yani değersizdir. Bu tür anlaşmalar sadece zaman kazanmak için imzalanır ve elbette bu süre içerisinde çözümden çok sorunların kronikleşmesine hizmet ederler. Türkiye ile Ermenistan arasında 10 Ekim’de Zürih’te imzalanan protokollere bu açıdan bakıldığında ciddi bir irade sorunu olduğu ortaya çıkar: Öncelikle Ermenistan tarafı protokollerin arkasında duramayacağını daha imza töreninde belli etmiştir. Gecikme ve metni imzalayan Ermenistan Dışişleri Bakanı Nalbantyan’ın yüzündeki ifade Ermeni tarafının memnuniyetsizliğini gözler önüne sermektedir. Nalbantyan sanki isteyerek değil de, törende imzacıların arkasında saf tutmuş olan ABD Dışişleri Bakanı Clinton, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Solana ve Fransa Dışişleri Bakanı Kouchner’in baskısı ile orada zorla duruyor gibiydi.

Nitekim imza töreninden sonra Nalbantyan çeşitli kapalı toplantılarda kendisinin aslında protokollere karşı olduğunu, bunun Türkiye’yi zorlamak için sadece bir taktik olduğunu söylemiştir. Şurası kesin ki Ermenistan tarafının protokollerden beklentisi sınırların tanınması, Karabağ sorununun halli veya soykırım iddialarının tartışılması değildir. Ermenistan’ın protokolleri imzalarkenki tek derdi Türkiye ile sınırların açılması ve diplomatik ilişkinin kurulmasıdır. Eğer bunu herhangi bir taviz vermeden başarabilirse Ermenistan bu sayede Türkiye ile Azerbaycan’ın arasını açmayı da elbette hesap etmiştir. Buna karşın Türkiye’nin protokollerden beklentisinin Ermenistan’ın beklentileri ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur.

Protokollerden beklenen

Türkiye bu protokoller sayesinde iki ülke sınırları konusundaki tartışmaları sona erdirmeyi, soykırım iddialarını bir komisyonda görüşmeyi ve daha da önemlisi Karabağ sorununun iki ülke ilişkilerini ipotek altına almasını engellemeyi hedeflemiştir. Elbette sınırların açılması ve ilişkilerin normalleşmesi de bir hedeftir, ancak ilk üç madde ile kıyaslandığında normalleşme bir numaralı hedef olmamıştır. Türkiye’nin hedeflerine baktığımızda üç alanda da Ermenistan’dan geri adım atmasının beklendiği görülür. Ermenistan toprak taleplerinden vazgeçecektir, işgal ettiği Azeri topraklarından geri çıkacaktır ve soykırım iddialarında da yumuşayacaktır. Bunun karşılığında ise Türkiye sınırlarını açıp, ilişkilerini normalleştirecektir. Türkiye’ye göre sayılan maddeler aslında birer önşart değil, normal iki devlet ilişkisinde olmazsa olmaz doğal koşullardır. Eğer komşunuzun evini tanımıyorsanız, komşularınızın evlerini işgal ediyor ve komşunuza karşı en ağır hakaret kampanyalarını yürütüyorsanız bu durumda komşularınızdan nasıl saygı beklersiniz ki? Kısacası Türkiye, Ermenistan’dan beklentilerini taviz olarak değil, en doğal hakkı olarak görüyor. Buna karşın Ermeniler de kendilerini bu derece haklı görüyorlar. İşgal ettikleri yerlere ve Türkiye’nin doğusuna Tanrı’nın kendilerine bahşettiği Ermeni yurdu olarak bakıyor ve soykırımdan zerre kadar şüphe etmiyorlar. İki tarafın protokoller öncesinde ne kadar ayrı yerlerde durduğunun asıl göstergesi ise Başbakan Erdoğan ve Başkan Sarkisyan’ın Karabağ açıklamalarıydı. Erdoğan her fırsatta “Karabağ’sız sınır açılmaz” açıklamaları yaparken Sarkisyan “Karabağ ile sınır arasında hiçbir ilişki yok” diyordu.

Bu şartlar altında protokoller imzalanırken dahi Ermenistan’ın hiçbir kazanımı olmadan tüm iddialarından bir anda vazgeçeceğini, Türkiye’nin tüm isteklerini sadece iki protokol imzalayarak kabul edeceğini düşünmek saflık olurdu. Dahası Ermenistan bunu kabul etse dahi sözlerini yerine getiremezdi. Örneğin Sarkisyan Yönetimi Karabağ’dan tamamen geri çekilmeyi taahhüt etse bu emrine itaat edecek kaç Ermeni generali bulabilirdi? Veya soykırım iddiaları komisyonda tartışmaya başlansa Sarkisyan, yönetimde ne kadar kalabilirdi?

Aynı şekilde Ermenistan Anayasası’ndaki ‘Batı Ermenistan’ kavramı kaldırılıp, Erivan tüm irredentist hedeflerini tarihe gömdüğünü söylese bunun neden olacağı kamuoyu baskısına hangi Ermenistan hükümeti dayanabilir ki? Nitekim protokoller imzalanır imzalanmaz diaspora milliyetçileri ile Erivan arasında gerilim had safhaya ulaştı. Ermeni bloğu bir anlamda bölünmeye başladı. Süreç devam ettikçe bölünmenin derinleşeceği ve artık güçlü ve tek bir Ermeni cephesinin olmayacağı görülüyordu.

Belki de Türkiye’nin protokollerden en önemli beklentisi de buydu, yani Ermenilerin Türkiye karşıtlığı etrafında birleşememesi.

Erivan’ın pişmanlığı

Ancak gelişmeler Erivan’ı alarm durumuna geçirdi ve üzerlerindeki yükü Ankara’ya atmanın yollarını aradılar. Bir yandan milliyetçileri protokollere gerçekten inanmadıkları, sadece bir taktik-araç olarak kullanacakları yönünde ikna etmeye çalıştılar, diğer taraftan da Ermenistan Anayasa Mahkemesi kararı ile protokollerin içini boşalttılar. Anayasa Mahkemesi kararına göre protokoller Ermenistan’ın sınırlarının mevcut halde kalmasına onay verecek bir şekilde yorumlanamayacak, Karabağ ile protokoller arasında hiçbir ilişki olmayacak, kurulacak hiçbir komisyon soykırım konusunu ele alamayacak ve Erivan Hükümeti tüm dünyada soykırım iddialarını kabul ettirme misyonundan geri adım atamayacaktı.

Kısacası Anayasa Mahkemesi kararı Türkiye protokollerden ne bekliyorsa hepsini öldürdü, protokolleri boş birer kâğıda çevirdi. Ermenistan bununla da yetinmedi ve Türkiye üzerinde markaja başladı. Türk tarafının protokolleri onaylamak için hiçbir girişimde bulunmadığını, Türkiye’nin bu süreci bir tür oyalama süreci olarak gördüğünü öne süren Erivan, protokollerin en geç 24 Nisan’a kadar TBMM’de onaylanması gerektiğini uluslararası arenada seslendirmeye başladı. Üstelik Ermenistan’ın bu girişimi Rusya, ABD, İsviçre, AB ve Fransa’dan da destek buldu. Tüm bu ülkeler “Ermenistan haklı. Anayasa Mahkemesi kararında hiçbir sorun yok” demeye başladılar. Dahası Ermenistan, Türkiye’nin protokoller ile Karabağ arasında bağlantı kurma çabalarını da boşa çıkardı: Rusya başta olmak üzere tüm ‘arabulucular’ Karabağ’ın protokoller ile ilişkilendirilemeyeceğini açıkladılar. Böylece Türkiye kelimenin tam anlamıyla köşeye sıkışmış oldu: Bir yandan uluslararası kamuoyu içi boşaltılmış bir belgeyi onaylaması için baskı yaparken, Türkiye kendisine Karabağ konusunda verilen sözlerin de yerine getirilmeyeceğini çok acı bir şekilde anlamış oldu. Üstelik Hükümet tasarıyı TBMM’de oylamaya soksa da geçmeyeceği, onaylanmaması halinde dahi sadece oylamanın bile genel seçimler öncesinde muhalefet tarafından istismar edileceği, Azerbaycan ile ilişkileri ise derin bir şekilde yaralayacağı açıktı.

24 Nisan baskısı sona erdi

Böylece hem içeride, hem de dışarıda protokoller Türkiye’yi köşeye sıkıştırmış oldu. Ermenistan, üzerindeki tüm yükleri Rusya, Fransa ve ABD’nin de desteğiyle Ankara’nın sırtına yüklemiş oldu. Bu sıkıntılı durumu bozan sihirli gelişme ise ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’ndeki oylamadır. Oylama protokol sürecine şans tanımayan, süreci adeta baltalayan bir tarzda yapıldı. Üstelik onay için Türkiye’ye baskı yapan Obama da oylamaya ciddi bir müdahalede bulunmadı. Amerikalıların hesabı bir yandan Obama üzerindeki 24 Nisan baskısını kaldırabilmekti, diğer taraftan da Türkiye’yi protokolleri 24 Nisan’a kadar onaylaması için baskı altına almaktı. Ayrıca Ermenistan da hükümet olarak oylamaya tam destek vererek protokollerle yakalanan uyumu adeta baltaladı. Ermeni bakan “kararı büyük bir memnuniyetle karşıladık” dedi. Temsilciler Meclisi’nden gelen karar Türkiye’ye adeta beklediği fırsatı verdi ve Ankara sert bir tepki ile üzerinde kurulmaya çalışılan kuşatmayı püskürttü. Karar Ankara’nın elini öylesine güçlendirdi ki Türkiye protokolleri onaylamak için 24 Nisan baskısını üzerinde çok daha az hissetmeye başladı. Türkiye gelinen bu noktada kendisini üzgün, ama bir o kadar da kandırılmış hissediyor. Sürece katılan neredeyse hiçbir ülke sözünü tutmadığı gibi, süreci gizliden gizliye baltalamaya da çalıştı. Örneğin arabulucu olan İsviçre dahi sürecin en hassas günlerinde Ermeni iddialarını kabul etmeyen Türkleri hapis ve para cezasına çarptırdı.

Biz nerde hata yaptık?

Protokoller sürecinde Türkiye’nin de geleceğe dönük dersler çıkarabileceği bir dizi hataları oldu. Bunların başında aşırı iyi niyetli olmak ve diğer ülkeleri de kendisi gibi bilmek vardır. Önemli bir eksiklik de 100 yılı aşkın bir süredir kök salmış, sorunları bir çırpıda çözebileceğini düşünmektir. Protokoller metin olarak öylesine Türkiye’nin lehinedir ki, bu metinlere “gerçek olamayacak kadar iyi” demek dahi mümkün. Bu durumda protokollerin arkasındaki niyetleri (sadece Ermenistan’ın değil, diğer ülkelerin de) daha iyi okumak gerekirdi. Ayrıca Rusya, Fransa, ABD, AB ve İsviçre’nin imza töreninde hemen arkada yer alması da manidardır. Eğer bu ülkeler bir gecede değişmedi ise ortada başka hesapların olduğunu kesin. Özellikle Rusya’nın planları süreci tamamen Türkiye’nin aleyhine kurgulamıştır. Gürcistan Savaşı ile Kafkasya’daki müttefiki Ermenistan’a Abhazya ve Osetya’yı da ekleyerek bölgede 3 müttefik devlete ulaşan Rusya’nın savaş sonrası en önemli hedefi Türkiye-Azerbaycan ittifakını çökertmek ve Gürcistan’dan geriye kalanı da yalnızlaştırmaktır.

Rusya bir taraftan Ermenistan-Türkiye normalleşme sürecine destek vermiş, iki tarafı da süreç konusunda verdiği sözlerle rahatlatmış, diğer taraftan görüşmelerin tüm sırlarını Bakü’ye el altından ulaştırmıştır. Ermenistan’ın adeta tapusuna sahip olan, bu ülkenin sınırların açılmasıyla Batı’ya geçemeyeceğini adı gibi bilen Ruslar sürecin sonunda Türkiye-Azerbaycan hattının kırılacağını, yalnız kalan Gürcistan’ın da kendi etki sahasına düşeceğini hesap etmiştir. Azerbaycan’ın sadece Türkiye’den değil, ABD’den de kopacağı düşünülmüş ve iki Türk devletinin Batı’dan uzaklaştırılması ve Rusya’ya yakınlaştırılmasında Ermeni süreci önemli bir kaldıraç olarak görülmüştür. Bizleri bu noktada şaşırtan ise ABD’nin, müttefikleri olan Türkiye ve Azerbaycan yerine Moskova’nın değişmez ortağı Ermenistan’ı desteklemesidir. Daha çok iç siyaset ile açıklanabilen, ancak dış politika açısından hala rasyonel olmayan bu tutum bölgede ABD’nin ve ortaklarının zarar görmesine neden olmuştur. ABD’nin tavrından çok daha şaşırtıcı olanı ise Türkiye’nin bir süreliğine de olsa Rusya’nın değişmiş olabileceğine inanmış olmasıdır.

star



Bu haber 918 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,410 µs