En Sıcak Konular

Ak Parti'nin anayasa paketinin ipuçları

20 Ocak 2010 15:31 tsi
Ak Parti'nin anayasa paketinin ipuçları Ak Parti Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ, Anayasa değişikliği hazırlığı olarak yorumlanan son hamleleri ile ilgili önemli açıklamalar yaptı, anayasa paketinden ipuçları verdi. Ak Parti'nin referandum hamlesinin amacı:

Nuriye Akman'ın röportajı
 
Dün Ak Parti Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ'ın verdiği referandum süresinin kısaltılmasında dair yasa teklifi, Meclis komisyonunda kabul edildi.

Öyle anlaşılıyor ki, Ak Parti, anayasa değişikliği konusunda muhalefetle uzlaşmayı bir kez daha deneyecek, uzlaşmazlığı topluma teşhir ederek, "Günah bizden gitti" deyip konuyu halkoylamasına sunacak. Anayasa değişikliği paketinin içeriğini öğrenmek için Bozdağ'ın kapısını çaldım. Hem ilahiyatçı, hem de hukukçu olan Bozdağ, bu iki branşın birbirine çok yardımcı olduğuna inanıyor ve "Keşke her ilahiyatçı hukuk okusa" diyen bir politikacı.

Odasının iki duvarında iki Tayyip Erdoğan fotoğrafının karşılıklı birbirine tebessüm ediyor, adeta kendi görüntülerini klonluyordu. Kütüphanenin üzerindeki bir çerçeveden üçüncü bir Tayyip Erdoğan fotoğrafı da bu tebessüme eşlik ediyordu. Eh bu şartlar altında, Sayın Bozdağ'ın biraz ketum davranması normaldi. Neyse ki, paketi bana tamamen açmasa da ambalajını biraz şeffaflaştırdı.

-Referandumun süresinin kısaltılmasına dair yasa teklifiniz ortalığı karıştırdı. Bu teklif, anayasayı değiştirmenin ilk adımı mı?

- Anayasa değişikliği için halkoylamasına gitmeyi zorunlu kılması veya Cumhurbaşkanı'nın Anayasa değişikliğini halkoyuna sunması halinde bu değişiklik uygulanacak. Dört aylık bir halkoylaması süresi oldukça uzun. Halkoylaması, adeta halkın oyalanmasına dönüşüyor. Her an bir yol kazası da mümkün. Ayrıca değişikliğin lehindeki ve aleyhindeki düşünceler gündemden düşüyor, YSK'nın ilanları olmasa neredeyse halkoylaması hatırlanmayacak hale geliyor. Lehte ve aleyhteki kanaatlerin oluştuğu ve olgunlaştığı bir dönemde, referandumdan beklenen amaca uygun ve en kısa sürede halkoylamasının yapılabilmesi için bu teklif verildi.

-Siz bir referandum hamlesiyle kaç kuş vurmayı hedefliyorsunuz?

-Hayır. Birden fazla kuş vurma amacımız yok. Amacımız, yasadaki bir yanlışlığı düzeltmek, bir eksikliği gidermek. Türkiye'nin bir anayasa değişikliğine ihtiyacı olduğu çok açık. Bugün yaşadığımız pek çok sorunun, mesela demokratikleşme, hukukta bağımsızlık ve tarafsızlık, siyasetin alan darlığı...bu sorunların kaynağı hep anayasa.

-Siyasetin alanını anayasa mı darlaştırıyor?

-Bir örnek vereyim, Anayasanın 68 ve 69'uncu maddeleri var, siyasi partilerle alakalı. Siyasi partiler kanunumuzda buna uyum maddeleri var. Şimdi CHP'nin tüzüğü, MHP'nin tüzüğü, Ak Parti'nin tüzüğü, İşçi Partisi'nin veya başka ne kadar birbiriyle zıt partilerin tüzükleri varsa, alın koyun yan yana. Göreceksiniz ki, neredeyse sadece kelimelerdeki tercihler farklı. Onun dışında madde sıralamaları aynı, birbirinin tıpkısının aynısı tüzükler. Ve bütün organların fonksiyonları da birbirinin aynısı. Bizim anayasamız siyasi partileri birbirinin tıpkı basım tüzüklerle çalışma hayatına zorlayan, farklı bir tüzük yapımına imkân vermeyen bir yapıda. Siz bu tıpkısının aynısı tüzüklere müsaade eden bir yapıda demokrasiyi derinleştirip kökleştiremezsiniz.

-Sadede gelirsek, siz iki sandığı yan yana koymaya mı hazırlanıyorsunuz?

-Milletvekili seçiminde iki sandık yan yana koymak teknik ve yasal olarak mümkün. Ancak bizim böyle bir düşüncemiz yok. Bu bizim dışımızda yapılan bir beklenti değerlendirme.

-Ama Ak Parti'nin yeni stratejisi, anayasa değişikliğini halkoyuna sunmak. Öyle değil mi?

-Anayasa değişikliği için gerektiğinde halkoyuna başvurmak Ak Parti'nin bir stratejisi değil, Anayasa'nın 175'inci maddesinin öngördüğü bir usul. Anayasa iki halde halkoylaması öngörüyor. Birincisi, Cumhurbaşkanı'nın Anayasa değişikliğini halkoyuna sunması. Cumhurbaşkanı 550 milletvekilinin oyuyla kabul edilen bir değişikliği bile halkoyuna sunabilir. İkincisi 367'den az ama 330 ve daha fazla milletvekilinin oyuyla kabul edilmiş bir Anayasa değişikliğinin zorunlu halkoyuna sunulması.

-Yani Mecliste uzlaşma sağlanamayacağı açıksa, istisnai hallerde kullanılan bir hükmü işletiriz diyorsunuz.

-Esasında Anayasa; Anayasa değişikliklerinin Meclis zemininde karara bağlanmasını esas usul, Mecliste veya Cumhurbaşkanı nezdinde bir tıkanma olması halinde ise tıkanmayı aşmak için halkoyuna başvurulmasını istisnai bir usul, istisnai bir çözüm yolu olarak düzenlemiştir. Anayasa değişikliklerinin Meclis zemininde büyük bir konsensüsle çıkmasından yanayız. Ama konsensüs sağlanamadığı ve Anayasa değişikliğinin de zorunlu bir ihtiyaç olduğu halde referandum seçeneğinin kullanılması da Anayasal bir usuldur. Türkiye, gerektiğinde halkın hakemliğine başvurmalıdır. Millete gitmekten, milletin görüşünü almaktan ve sonuçta milletin iradesine uymaktan kimse korkmamalıdır. Bu demokratik bir usuldür. Bizim için bunun tek istisnası insan hak ve hürriyetleridir. İnsan hakları ve hürriyetlerini referandum konusu yapmak, bir insanın nefes alıp almamasını referandum konusu yapmak anlamına gelir ve abesle iştigalden başka bir şey değildir.

-Hazırladığınız anayasa değişikliği paketinde neler var?

-1982 Anayasası güvensizlikler üzerine kurulu, hiç kimseye güvenmiyor. Cumhurbaşkanına güvenmiyor, yürütmeye güvenmiyor, yasamaya güvenmiyor, yargıya güvenmiyor ve millete güvenmiyor. Milletin temel sözleşmesi, millete güvenmiyor. Bugün demokrasi, hukuk, insan hak ve hürriyetleri alanında yaşadığımız bütün sorunların kaynağı Anayasa. Bunda herkes müttefik. Öyleyse gelin vatandaşına, hükümetine, cumhurbaşkanına, yasama organına, yürütme organına, yargı organına güvenen, güven esaslı olan bir anayasayı hayata geçirelim, endişeler, korkular, vehimler üzerine kurgulanan bir yaklaşımdan vazgeçelim dediğinizde, ideolojiler devreye giriyor ve bir uzlaşma bulunamıyor.

-Türkiye'nin yeni bir Anayasa'ya, bu mümkün olmadığı takdirde köklü bir Anayasa değişikliğine ihtiyacı açık. Siz bana hangi maddeleri değiştirmek istediğinizi söyleyin.

-Ak Parti bu ihtiyacı sürekli gören ve gidermeyi hedef alan bir parti. Bu maksatla yeni Anayasa için bir taslak çalışma yaptırdık. Daha sonra da kısmi değişiklikler içeren beş ayrı çalışma yaptık. Ancak bu çalışmaların yasalaşması için konsensüs ortamı oluşmadığı için kamuoyu ile paylaşmadık. Önümüzdeki günlerde kısmi Anayasa değişikliği içeren önerilerimizi kamuoyunun tartışmasına açabiliriz. Ancak şu aşamada bu değişikliklerin kapsamı ve adedi netleşmediği için somut açıklama yapma imkanım yok.

-Aaa! O zaman ben niye geldim size? Siz ipucu vermezseniz ben size daha açık sorarım. Hiç değilse şahsi görüşünüzü söyleyebilirsiniz. Benim anladığım kadarıyla Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu'ndaki kriz, yani yüksek yargının "hizaya getirilememesi", bu referandum önerisinde etkili oldu. Şimdi bunları konuşmayacaksak ne konuşacağız?

-Bizim yargıyı veya yüksek yargıyı hizaya getirme düşüncemiz hiçbir zaman olmamıştır. Bu konuda istediğimiz, demokratik hukuk devletlerinde olanın Türkiye'de de olması. Yani; yargının bağımsızlığı, yargının tarafsızlığı, hukukun üstünlüğü, yargının siyasallaşmaması ve siyasallaştırılmaması, yargı mensuplarının dünya görüşlerini kararlarına yansıtmaması ve kararlarını dosya, anayasa ve yasalara uygun vermesi ve kendi dünya görüşünü yasa ve anayasa yerine koymaması, hiçbir şeye bekçilik yapmaması sadece adaletin terazisini doğru tutması ve tartması. Bunları istemek yargının hizaya gelmesini istemek değil, yargının hukuk devletinin gereklerine uygun davranmasını istemektir. Bu da benim hem insan olarak ve hem de siyasetçi olarak demokratik bir hakkımdır. Çünkü yargı benim adıma karar veriyor. Benim adıma karar veren yargı hakkında düşüncemin ve talebimin olması gayet doğaldır.

-Siz HSYK'nın yasala meşruiyetini sorguluyor musunuz?

-Bana göre; HSYK'nın yasal meşruiyeti var, ama demokratik meşruiyeti yok. Mahkemeler millet adına karar veriyor; fakat kurulda milletin temsilcilerinin seçtiği bir üye yok. Demokratik meşruiyeti temin için Meclis, HSYK'ya üye seçmelidir. HSYK'nın yargının tamamını temsil vasfı da yok. Çünkü 250 üyeden oluşan Yargıtay'dan üç üye, 94 üyeden müteşekkil Danıştay'dan iki üye HSYK'da var; ama onbir binden fazla hakim ve savcının tek bir temsilcisi bile kurulda yok. Kurul, bütün hakim ve savcıların mesleğe kabul, tayin ve terfileri ile disiplin suçları hakkında kesin karar veriyor, kararları da yargıya kapalı. Böyle bir temsil adaletsizliği, kanuna uysa bile hukuka uygun olabilir mi? Elbette uymaz. Bu hukuksuzluk, ilk derece yargısında görev yapanların seçtiği üyelerin de kurulda yer almasını sağlamakla giderilebilir.

-Yargıtay ve Danıştay, kendi kontenjanından boşalan her bir üye için ayrı seçimle ve salt çoğunlukla üç aday seçiyor, Cumhurbaşkanı da bu üç adaydan birini HSYK'ya seçiyor.

-Doğru. Ama Cumhurbaşkanı'nın önüne gelen üç aday da birbirinin tıpkısının aynısı olunca Cumhurbaşkanı'nın seçimi bir anlam taşımıyor, sadece usuli bir işlem olarak kalıyor. Daha sonra da HSYK, Danıştay ve Yargıtay'a üye seçiyor. Görev süresi dolan HSYK üyesi, Danıştay veya Yargıtay'a dönüyor ve isterse orada kendini başka görevlere ve makamlara seçtirebiliyor. Bu, yargıda ideolojik bir kast yapısının ve kısır bir döngünün oluşmasına neden oluyor.

-Demek oluyor ki, anayasa değişikliği paketinde bu konu yer alacak.

-Hukukun üstünlüğünün hakim olduğu ülkelerde HSYK veya benzeri kurullar nasıl oluşuyor ve işliyorsa bizde de öyle olsun istiyoruz. AB'nin standardı ne ise Türkiye'nin standardı da o olsun istiyoruz. Onun için de diyoruz ki; HSYK'nın ayrı binası ve bütçesi olsun, teftiş kurulu HSYK'ya bağlansın, yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı birlikte teminat altına alınsın, HSYK'nın yapısı ve oluşumu da demokratik meşruiyet, bütün hakim ve savcıları temsil edecek biçimde geniş bir temsille oluşsun.

-Adalet Bakanının HSYK üyesi ve başkanı olması ile müsteşarın HSYK'ya üye olması yargının bağımsızlığını etkileyip, yargıyı siyasallaştırmıyor mu?

-Adalet Bakanının HSYK üyesi ve başkanı olması ile müsteşarın kurulda üye olması, yargı bağımsızlığını etkilemez, yargıda siyasallaşmaya yol açmaz. Çünkü kararlar, çoğunlukla alınmaktadır. Çoğunluk ise, diğer üyelerdedir. Bugün Almanya'da, İtalya'da, Fransa'da, İngiltere'de, İspanya'da, Avusturya'da vb. AB ülkelerindeki sistemde Adalet bakanları veya yürütmeyi temsilen birileri mutlaka bu tür kurullarda yer alıyor. Oralarda sorun olmuyor da burada neden sorun olsun? Bu argümanı dillendirenler, bugünkü yapının devamını isteyenler, mevcut imtiyazlarını kaybetmekten korkanlardır. Bugün HSYK tek seslidir. HSYK'nın tek sesli yapısı ve tek sesliliğin asla bozulmasına imkan vermeyecek seçim sistemi, yargıda siyasallaşmanın bana göre ana nedenidir. Türkiye özellikle yüksek yargıda tek sesli bir ideolojik yapılanmaya doğru hızla gitmektedir.

Örneğin geçen yaz kararnamesi sırasında, bazı hakim ve savcılar hakkında soruşturma açılması ve sonucundan kendilerine bilgi vermesini isteyerek, Anayasa ve yasada olmayan yetki kullanmışlar, yetki gaspında bulunmuşlardır. Yine yakın bir zaman önce HSYK'nın Bakan ve müsteşar dışındaki üyeleri, Anayasa ve kanuna rağmen HSYK'nın seçilmiş üyeleri imzasıyla bildiri yayınlayabilmişlerdir. Bir başka HSYK üyesi devam eden soruşturmalarla ilgili beyanda bulunmaktan çekinmemiştir.

 

Yargıtay ve Danıştay Başkanlıklarının kimi bildiri ve açıklamaları hukuki metin olmaktan ziyade siyasi bir metin intıbaı veriyor. Zaman zaman bu bildiriler ile CHP Genel Başkanı ve sözcülerinin açıklamaları o kadar örtüşüyor ki insan dona kalıyor. İnsan sormadan edemiyor, bu kadar benzeşmenin ve örtüşmenin nedeni nedir?

-Ya bu sefer de yargı sizin sesinizi yansıtırsa? Çok sesliliği isteme görüntüsünün altında ya sadece sesin rengini değiştirmek amacı varsa? Bunu yapmayacağınızın garantisi var mı?

-Hayır bu mümkün olmaz. Bunu mümkün kılacak bir düzenlemeye evvela biz karşı çıkarız. Biz kimsenin sesi olmayan, sadece hakkın, hakkaniyetin, adaletin, hukukun sesi olan bir yargı olsun istiyoruz. Buna zarar verecek ne varsa düzeltilmelidir. HSYK'nın yeniden yapılanması kapsamında üyelerin yine yargıdan fazlasını daha demokratik bir usulle ve doğrudan yargı mensupları seçebilecektir. Bugün ilk derece yargısı HSYK'ya üye seçemiyor, üye seçen Yargıtay ve Danıştay ise doğrudan üye seçemiyor. Bugün HSYK'nın ayrı beütçesi yok, ayrı binası yok, teftiş kurulu HSYK'ya bağlı değil, ayrı sekreteryası yok. Biz ne diyoruz? Diyoruz ki; HSYK'nın ayrı binası olsun, ayrı bütçesi olsun, ayrı sekreteryası olsun, teftiş kurulu HSYK'ya bağlansın, Yargıtay ve Danıştay HSYK'ya aday değil doğrudan üye seçsin, ilk derece yargı mensupları doğrudan üye seçsin ve yargı tarafsız, demokratik meşruiyeti temin için milletin seçtiği Meclis ve Cumhurbaşkanı da kurula üye seçsin. Şu anda üyeleri nihai olarak Cumhurbaşkanı seçiyor. Bu düzenleme yargıyı siyasallaştırır diyenler neden buna itiraz etmiyor? 1961 Anayasasına göre HSYK'ya Meclis te üye seçiyordu. Şimdi biz ilk defa yargı camiasına ilk defa doğrudan HSYK'ya üye seçmesin imkan everelim ve çoğunlukta yargının seçtiklerinde olsun diyoruz. HSYK'yı güçlendiriyoruz. Kararlarına karşı da yargı yolunun açılmasının faydasına inanıyoruz. Şimdi sormak lazım; kararlarına yargı yolu açılmış bir HSYK mı siyasallaşır, yargı yolu kapalı olan mı siyasallaşır? Yargıçların doğrudan seçtiği üyelerin çoğunlukta olduğu bir HSYK mı siyasallaşır, yoksa yargı mensuplarının üye seçemediği bir HSYK mı? Ayrı bütçesi, binası ve sekretaryası olan ve teftiş kurulu kendine bağlı bir yargı mı siyasallaşır yoksa bunlara sahip olmayan bir HSYK mı siyasal tesire daha açık olur? Cevabı siz verin. Biz yargının siyasallaşmasının, hakimler devletine yol açacağına bunun ise en büyük felaket olduğuna inananlardanız. Derdimiz, böylesi bir felaket olmasın. Bu yönde yapılan itirazlar, bugün yargıda oluşmuş veya oluşturulmak istenen imtiyazlı konumlarını kaybetmek isteyenlerle bu konumdan kendilerine güç devşirenler tarafından yapılmaktadır. Çünkü bu yönde yapılacak düzenlemeler, bu imtiyazlara da bu güç devşirmelere de son verecektir. Öngörülen düzenleme AB standardını ifade ettiği gibi, her tür siyasi ve ideolojik yapılanmaya son verecek yapıdadır. Aksi iddialar, gerçek dışıdır.

-CHP Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal, "Yargı dışındaki Anayasa değişikliklerini tartışabiliriz." diyor. Sizce bu bir uzlaşma işareti mi? yoksa Yargıya dönük değişikliklerin önlenmesi için bir manevra mı?

-Umarım uzlaşma işaretidir. Ama Sayın Baykal'ın açıklaması bir bütün olarak değerlendirildiğinde, bugüne değin Anayasa değişiklikleri konusunda sadece "hayır" veya "dokunulmazlık ön şartımız" diyen sayın Baykal'ın bu değerlendirmeden bir başka ön şartla vazgeçtiğini gösteriyor. O da yargı ile ilgili Anayasa değişikliği yapılmaması kaydıyla.

-Sayın Baykal bu şartı, ne gerekçeyle ileri sürmüş olabilir?

-Bence Sayın Baykal'ın önşartının nedeni; yargı bağımsızlığının zedeleneceği, hukuk devletinin zarar göreceği ve yargının tarafsızlığını yitireceği kaygısı değil, yargıda mevcut herkesin bildiği ideolojik yapılanmanın sona ereceği korkusudur. Yargının bağımsızlığını güçlendirecek, yargının tarafsızlığını temin edecek, hukuk devletini güçlendirecek bir Anayasa değişikliğinden Sayın Baykal neden rahatsız olur?

-Bunu kendisine sormak lazım. Ama şu açık, referanduma gidildiğinde çok şenlikli bir dönem yaşayacağız.

-Eğer bir konsensüs olmazsa, toplumun ihtiyacı da çok açık, tartışmasız, ertelenemez beklenemezse, toplumu bir çaresizliğe mahkum etmek yanlış olur. Bu durumda halk oylamasına gidilebilir ve topluma bu konuya siz bir karar verin denir. Ve toplum karar verir ve sorunu çözer.

-Anayasa Mahkemesi'nin karar alma mekanizmaları da değiştirmek istediğiniz şeylerin arasında mı?

- Anayasa Mahkemesi'nin bazı talepleri var. Örneğin Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkının tanınması gibi. Bunun yapılmasının doğru ve gerekli olduğuna inanıyorum. Anayasa Mahkemesi'nin yapısı ve işleyişi konusunda değişik bilimsel görüşler, değişik çalışmalar, Anayasa Mahkemesi'nin talepleri var.

-Takvim nedir?

-Şu anda bir takvim verme imkanı yok. Ama her an Türkiye'nin ihtiyacı bir anayasa değişikliği gündeme gelebilir. Bugün olur, yarın olur, ama gelebilir. Bu durumda Meclis zemininde konsensüsle değişikliğin yapılması arzu edilendir. Konsensüs temin edilemezse, tıkanma Anayasal bir usul olan halkoylamasına elbette gidilebilir.

-Gelelim yüzde on seçim barajı meselesine. Yüzde 10 çok yüksek bir rakam değil mi? Barajı kaldırmaya cesaretiniz var mı?

-Bence de yüzde 10 seçim barajı çok yüksek ve doğru değil, aşağıya çekilmesi lazım. Ama tamamen kaldırılması şu aşamada doğru değil. Çünkü Türkiye'de ortalama 14 ayda bir iktidar değişikliği yaşanmış ve 88 yıllık cumhuriyette ise 60 hükümet kurulmuştur. Bu yönetimde istikrarsızlığın göstergesidir. Bunun faturasını milletimiz ödemiştir. Onun için 1995 senesinde Anayasamıza temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkesi kondu. Burada belki yönetimde istikrarı bozmadan, her rengin ve her sesin Meclis'te temsiline imkan verecek ve bu usulle temsilde adaleti kısmen de olsa temin edecek bir düzenleme yapılabilir.

-Türkiye milletvekilliğinden mi söz ediyorsunuz?

-Öyle de denebilir; ama Türkiye milletvekilliği değil. Anayasamıza göre milletvekilleri seçildikleri ili değil bütün Türkiye'yi ve bütün Türk milletini temsil eder. Bir kısım vekillere "Türkiye milletvekili" ve diğer bir kısmına "il milletvekili" demek, vekiller arasında fark doğurur. Bunun yerine örneğin milletvekillerinin dağılımı konusunda bir değişiklik yapılarak elli milletvekilinin, siyasi partilerin Türkiye genelinde aldığı oy oranında dağıtılması mümkündür. Bu yönde düzenleme yapılırsa, hem yönetimde istikrar bozulmamış olur, hem de temsilde adalet temin edilerek her renk ve sesin Mecliste temsiline imkan verilebilir.

-Yani barajı mesela yüzde yüzde beşe düşürmeye niyetiniz yok!

-Yüzde onu, yüzde beşe düşürmek, şu anda tartışılan bir konu değil. Çünkü muhalefette de sivil toplumda da baraj daha aşağı insin diyen çok ama aslında sanki inmemesi konusunda gizli bir konsensüs var. O yüzden, dediğim gibi, belli bir oran bulup yüzde iki, yüzde üç, yüzde beş oy alan parti, işte yüz vekil, elli vekil, yetmiş vekil her neyse bir rakam üzerinde mutabık kalınır, denebilir ki şu kadar milletvekili partilerin aldıkları oy oranına göre dağıtılır. Böyle bir çözüm hem temsilde adaleti hem de yönetimde istikrarı bozmayabilir.

-Bu konuyu, referandumla halka sorulmaya değer bulmuyorsunuz yani?

-Herşey halka sorulmaya değer. Ancak biz temel hak ve hürriyetlerle ilgili konuların referanduma götürülmesine karşıyız.

-Parti kapatmaların önüne geçecek bir düzenlemeniz var mı?

-Anayasamıza göre siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsuru, Ama Anayasa Mahkemesi'ne göre siyasi partiler demokrasinin en kolay vazgeçilen unsuru. Bugüne kadar Avrupa'da sadece üç siyasi parti kapatıldığı halde, bizim Anayasa Mahkemesi bir rekora imza atarak 27 parti kapattı. AİHM siyasi parti kapatma içtihatlarının biri hariç, diğer tamamı Türkiye'dendir. AİHM'in literatürü sayemizde oluşmuştur. Türkiye, Anayasa Mahkemesi kararlarıyla siyaseten katledilmiş partilerin mezarının en çok olduğu bir ülke olmuştur. Bu iftihar edilecek bir tablo değildir, aksine ülkemiz ve demokrasimiz adına utanılacak bir durumdur. İşte Türkiye'yi ve demokrasimizi bu utanılacak durumdan kurtarmak için Anayasanın ilgili maddesinde, AİHM kararları, Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu ve uluslar arası sözleşmelerde yer alan kriterlere göre bir değişiklik yapma ve bu suretle siyasi partilerin demokrasinin vazgeçilmez unsuru olduğu ilkesini yazılı bir cümleden öte teminatlarını da sağlayarak hayata geçirme zarureti ortada. Burada ayrıca Anayasa Mahkemesi'nin de siyasi partileri demokrasinin vazgeçilmezi sayarak, demokrasiden yana tavır koyan ve demokrasinin alanını genişleten bir zihniyet ve içtihat değişikliği yapmalıdır. Aksi takdirde bu değişikliklerin bir anlamı olmaz. Esasında bu konuda siyasi partiler arasında ihtilaf pek yok. Belki ihtilaf, değişikliğin kapsamı üzerinde olabilir. Bu konuda 2001'de DSP-MHP-ANAP hükümeti döneminde, bir Anayasa değişiklik teklifi de verildi, ama yasalaşamadı. Bizimde parti olarak bu konuda değişik çalışmalarımız var. Demokrasi için, milletin sesinin kısılmaması için, 11 kişinin milleti kapatmaması için, milli iradenin kafese alınmaması için mutlaka bir 69. maddede değişikliğine ihtiyaç var. Bu, bugün olur, yarın olur. Ama 69. madde değişmediği sürece Türkiye'de demokrasinin varlığından bahsetmek, tek tip bir demokrasinin dışında bütün kurum ve kurallarıyla işleyen demokrasi bizde var diye övünmek söz konusu olamaz.  

-Yani bu konu anayasa değişikliği paketinde yer alarak halkoylamasına gidecek mi?

-Anayasa değişikliği gündeme geldiği takdirde bence yer alması gerekli konulardan birisi. Meclis'te 367'den fazla oy alarak yasalaşması için demokrasinin ürünü partilerimizin desteklerinin olacağına, halkoylamasına gerek kalmaksızın sorunun çözüleceğine inanıyorum. Çünkü bu konudaki düzenlemenin halkoyuna zorunlu olarak gitmesi ayrı şey, siyasi partiler destek olmadı diye gitmesi ayrı şey. Siyasi partiler destek olmadı diye halkoyuna başvurma zarureti hasıl olursa elbette gidilebilir; ama bu durumda buna demokrasimiz adına, milletimiz adına üzülürüm. Demokrasiden korkan siyaset, demokrasiden korkan parti olmaz, olmamalıdır.

-Örgütlü suçlarda askerin sivil yargıda yargılanabilmesine imkan veren değişikliğin akibeti ne olacak? Yani anayasa değişikliği paketinde bu konu da yer alabilir mi?

-Biliyorsunuz anayasanın 250. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan "hali dahil" ifadesi "dahilinde" şeklinde değiştirildi. Bir defa bu değişiklik, kesinlikle Anayasaya aykırı değildir. Çünkü CMK 250 kapsamında soruşturulan ve kovuşturulan suçlar, askeri yargının değil, sivil yargının görev alanındadır. Bu değişiklik olmasaydı bile terör suçları, anayasal düzene karşı suçlar, örgütlü uyuşturucu imal ve ticareti suçları ile ekonomik çıkar maçlı örgütlenmeler suretiyle işlenen suçlar, sivil yargıda soruşturulur ve yargılanır. Çünkü bunların hiçbiri; askeri suç değildir, askeri mahalde işlenecek suç değildir ve asker kişinin göreviyle ilgili bir suç da değildir. Ben Anayasa Mahkemesi'nin bu yöndeki düzenlemeyi iptal etmeyeceğini düşünüyorum. Ancak 145'inci maddenin de demokratik hukuk devletinin standartlarına uygun olmadığı ve bu uygunluğun teminine ihtiyaç bulunduğu da açıktır.

-Ama CHP aykırılık iddiasıyla yargıya götürdü.

-Götürsün. CHP, Anayasa Mahkemesi iptal kararı verdikçe alkış tutan bir parti. Milletin ne karar verdiğine de baksa iyi olur. Değişiklik, anayasaya kesinlikle aykırı değil. Anayasa mahkemesinin de iptal edeceğini sanmıyorum. Çünkü uyuşturucu işi, silah ticareti, örgütlü suçlar, terör suçları, ülkenin bölünmez bütünlüğü aleyhine suçlar askeri suç değil, asker kişilerin göreviyle ilgili suç değil ve askeri mahalde işlenecek suç değil. Bu nedenle de daha önce ifade ettiğim gibi Anayasaya aykırı değil. Bu yöndeki aykırılık iddiaları, bu düzenlemenin iptalini isteyenlerin görüşüdür, Anayasanın hükmü değildir.

-Darbe de buna dahil tabii.

-Tabii darbe de dahil, bunlar askerin görevi ile ilgili suçlar değil. Bu düzenleme olmasa dahi sivil yargıda yargılanmaları yasa ve anayasa gereği olan suçlardır. Ha o maddede sorun yok mu? O maddede başka sorunlar da var. Sadece bu konudaki tartışmaları doğurmak açısından bakmak yanlış. Başka sorunlar içerisinde barındıran bir yapı var. O yapılar üzerinde değerlendirme yapılabilir. Çünkü anayasanın 145. maddesinin kendi içinde hem çelişkileri var, hem tutarsızlıkları var. Hem demokrasi ile bağdaşmayan, hukuk devleti standardı ile bağdaşmayan yönleri var. Tabii bütün bu yönlerinin bir demokratikleşme, hukukun üstünlüğünü hâkim kılma açısından bir değerlendirme yapıldığında o noktada da bir değerlendirme yapılabilir. Ama bunun 250'deki değişiklikle veya ona anayasal dayanak bulma veya onun anayasaya aykırılığını ortadan kaldırmakla bağlantısının kurulması yanlış.

-Anayasa Mahkemesi'nden dönerse B planınız ne?

-Biz dönmeyeceğini düşünüyoruz. Bir karar versin, ondan sonra bakarız.

-Peki başörtüsü sorununu çözen bir değişiklik olabilir mi?

-İsteyen kadınların başını örtmesi bir insan hakkıdır ve inanç hürriyetinin bir tezahürüdür. Anayasa ve yasalarımız da bu hak ve hürriyeti teminat altına almıştır. Ama ne gariptir ki Anayasa ve yasalara dayanmayan idari düzenleme ve uygulamalar ile ve daha sonra Anayasa ve yasalara rağmen verilmiş mahkeme kararlarıyla bu hak kullanılmaz hale getirilmiştir. Bu uygulama, bir haksızlıktır, bir hukuksuzluktur, bir adaletsizliktir. Yanlış, haksız, hukuksuz ve adaletsiz uygulamalar, mahkeme kararlarıyla haklı, hakkaniyete ve hukuka uygun hale gelmez. Hiçbir haksızlık, ila nihaye devam etmez velev ki mahkeme kararlarına dayansa bile. Bu sorun bir gün mutlaka çözülecektir. Ama şu anda bu konuda bir yasa veya Anayasa değişikliği çalışmamız yok.

-Gazetecilerin, yazarların ifade özgürlüğünü kısıtlayan yasal uygulamaları kaldıracak bir değişiklik gündemde mi?

-Bu konuyla alakalı maalesef uygulamadan kaynaklanan çok ciddi sorunlar var. Orhan pamuk ile ilgili meşhur 301 davası sürerken aynı konuda bir savcı dava açmaya yer olmadığı kararı verdi. Bir başka savcı dava açtı. Olay aynı, ifade aynı, dosya aynı. Biri evet, biri hayır dedi. Maalesef bizim yargıçlarımız ve cumhuriyet savcılarımız ifade hürriyetinden yana bir tavrı ortaya koyamadılar. İspanya'da, Almanya'da, başka ülkelerde bizim 301'den daha ağır hükümler içeren maddeler var. Ama bütün AB toplamında mahkûm olmuş kişi sayısı iki elin parmağını geçmez. Bizim neredeyse haftada bu konuda mahkûm olan adam sayısı kadar onlarca yılın toplamında yok. Bu, oradaki zihniyet ile buradaki zihniyetin arasındaki farkı gösteriyor.

-Sadece zihniyet de değil ama. En son Şamil Tayyar'ın mahkum olması, Mehmet Baransu'nun takibata uğraması, TCK'nın soruşturmanın gizliliğini ihlal, adli yargıyı etkilemeye teşebbüs gibi maddeler yüzünden. Bu konuda yeni bir düzenleme niyeti vardı. Ne oldu?

-Bu konuda bir düzenleme çalışması var. Sayın başbakanımızın, basın hürriyeti ile ilgili maddelerde Türkiye'de sağlanan demokratik havanın durumuna uygun daha ileri düzenlemeler yapılarak, hem basın mensuplarının ceza tehdidi altında tutularak istediğini yazmalarına engel olacak yapıların ortadan kaldırılması hem de bu noktada hakkaniyete uygun bir yapı getirmesi konusunda bir talimatı oldu.

-Ne aşamada bu?

-O çalışmayı ben yürütüyorum. Türkiye'nin ileri gelen ceza hukukçularından bazı arkadaşlarımız çalışma yapıyorlar. Biz de ayrı bir çalışma yapıyoruz. O çalışmalar bir araya geldikten sonra tekrar bir değerlendirme yapılacak. Ve ondan sonrada bu konudaki nihai çalışma bir teklif olarak TBMM başkanlığına sunulacak.

-İçeriği nedir?

-Henüz netleşmedi. Ama bu teklifin içerisinde basın mensuplarına ceza tehdidini, düşünceyi ifade etmelerini engelleyecek boyutunu ortadan kaldıracak, basın hürriyetini güçlendirecek bir mekanizma olacak. Zannedersem şubat ayı içerisinde Meclise gelecek.

-Basın rahatlayacak mı yani?

-Eleştiri yine olacaktır ama en azından beğeni eleştiriden çok olacak.

Zaman

 



Bu haber 699 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,997 µs