En Sıcak Konular

Türkiye'yi yönetenlerin dergahı

0 0 0000 00:00 tsi
Türkiye'yi yönetenlerin dergahı Tayyip Erdoğan'ın olay yaratan afişlerinin sırrı ne? Ecevit'ten Özal'a, Nurettin Topçu'dan Tayyip Erdoğan'a, Erbakan'dan Nazım Hikmet'e Türkiye'nin önde gidenlerinin yolunun geçtiği bir dergah mı? Soner Yalçın o dergahı yazdı... 

O afişlerin kökeni Şeyh Ahmed Ziyaüddin Efendi’ye dayanıyor

Gümüşhanevi Dergáhı’nın kurucusu Şeyh Ahmed Ziyaüddin Efendi’nin, 1838’deki Osmanlı-İngiliz Ticaret Antlaşması’na tepki olarak hayata geçirdiği kampanyası, bugün tartıştığımız "Dindar milliyetçi olur mu?" ve "Türk İslamcılığı" polemiklerine ışık tutuyor.

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan son günlerde, ne zaman milliyetçiliği ağır basan bir demeç verse, muhalefet kendisini hemen "takıyye" yapmakla itham ediyor.

İslamcılar-tarikatlar-dergáhlar ulusalcı/milliyetçi olabilir mi?

Bu soru Yeni Osmanlılar’dan günümüze, 150 yıldır sorulup duruluyor...

"İslamcılık" ve "milliyetçilik"; bu iki kavramın 150 yıllık "ilişkisi" aslında hep işbirliği şeklindedir; çoğunlukla birlikte hareket etmişlerdir. Bazen araya kısa süreli ayrılıklar girse de, iki akım hiçbir zaman "can düşmanı" olmamıştır.

İlginçtir, bu "ebedi dostluğun" temelinde Şeyh Ahmed Ziyaüddin Efendi gibi din adamlarının etkisi vardır.

Bu uzun girişten sonra soru şudur:

Başbakan Erdoğan, "takıyye" mi yapmaktadır; yoksa Gümüşhanevi Dergáhı’nın kurucusu Şeyh Ziyaüddin Efendi’nin "Milli İslamcılık" yolundan mı yürümektedir?...

İstanbul’daki Nakşibendi Gümüşhanevi Dergáhı, özellikle son 50 yılın en ünlü/bilindik tekkelerinden biridir.

KÖŞKTE İKİNCİ CUMHURBAŞKANI

Dergáh, Recep Tayyip Erdoğan Çankaya Köşkü’ne çıktığı takdirde, ikinci kez cumhurbaşkanı çıkaracaktır. Birincisi rahmetli Turgut Özal’dı!

Tekkenin müritlerinin çoğunu siyasi hayattan tanıyorsunuz: Necmettin Erbakan, Korkut Özal, Recai Kutan, Kemal Unakıtan, Hüsnü Doğan, Hasan Aksay, Erdem Beyazıt, Temel Karamollaoğlu, Bahri Zengin, Kahraman Emmioğlu, Yahya Oğuz, Cevat Ayhan, Prof. Cevat Akşit, Prof. Osman Çataklı, Prof. Orhan Okyay, Lütfi Doğan vs.

Listeye baktığımızda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; son 25 yıldır -ufak kesintilere rağmen- Türkiye’yi, Gümüşhanevi Dergáhı yönetmektedir.

Bunun tesadüf olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur.

Biz asıl konumuza dönelim...

Gümüşhanevi Tekkesi’nin kurucusu Şeyh Ahmed Ziyaüddin Efendi (1813-1893), Gümüşhaneli bir tüccarın oğluydu.

Babasının tüccar olmasını istemesine rağmen, İstanbul’a gelerek önce Beyazıt, ardından da Mahmut Paşa medreselerinde okudu.

"Kürt Hoca" lakabıyla tanınan Nakşibendi Şeyhi Abdurrahman el-Harputi’nin öğrencisi oldu.

1844’te müderrislik icazeti aldı; Beyazıt Medresesi’nde dersler vermeye başladı.

1848’de, Üsküdar’daki Alacaminare Tekkesi’nde Mevlana Halid-i Bağdadi’nin halifelerinden Abdülfettah el-Ukari ile tanıştı. Onun aracılığıyla Trablusşam Müftüsü Ahmet Ervadi’ye bağlandı.

"Mecmuatül Ahzab" adlı kitabı derledi.

HER ŞEY FATMA SULTAN CAMİİ’NDE BAŞLADI

Ömrünün 28 yılını kitap çalışmalarına verdi. İçinde 18 bin eser bulunan 4 kütüphanesi vardı. 1859’da Cağaloğlu’ndaki Fatma Sultan Camii’nde ilk irşada başladı ve işte burası zamanla Gümüşhanevi Dergáhı olarak ün kazandı.

Şimdi burada biraz soluklanalım...

Ve Osmanlı Devleti’nin tarihsel bir dönemecine gidelim:

16 Ağustos 1838.

Sadrazam Reşid Paşa, yakın arkadaşı İngiliz Elçisi Lord Stratford Canning’le bugün İstanbul Üniversitesi sosyal tesisi olarak kullanılan İstinye’deki yalısında Osmanlı-İngiltere Ticaret Antlaşması’nı imzaladı.

Benzer antlaşma aynı yıl Avrupa’nın öteki devletleriyle de yapıldı. Bu ticari antlaşmalarla Osmanlı devleti, dış ticaretteki tekel düzenini yıktı; ithalat önündeki -başta vergiler olmak üzere- tüm engelleri kaldırdı.

Özetle; Osmanlı pazarı, ucuz ithal mallar cenneti yapıldı. Bu antlaşmalarla Osmanlı pazarına yabancı sermaye, yabancı bankalar ve borsa geldi.

Dönemin bugünden pek farkı yoktu; Midhat Paşa ve Namık Kemal gibi münevverler bile borsada oynamaya başladılar. Öyle ya bir koyup üç kazanacaklardı!

Tabii hep kaybettiler, tıpkı Osmanlı Devleti gibi...

YABANCI BANKALARA KARŞI İLK DİRENİŞ

Haklı olarak, "tüm bu olanların; -yabancı sermayenin, borsanın- Şeyh Ahmed Ziyaüddin Efendi’yle ne ilgisi var" diye soruyorsunuz?

Anlatayım:

Ahmed Ziyaüddin Efendi, Osmanlı pazarının yabancı sermayenin eline geçişini engellemek; gelen yabancı bankaları fonksiyonsuz hale getirmek ve yerli sermaye birikimi oluşturmak için yardım sandıkları kurdu.

Amacı, yabancı sermayeye karşı ulusal/yerli sermayeyi güçlendirmekti!

Bu nedenle, iş kurmak isteyen yetenekli kişilerle ortaklık yoluyla şirketler kurdu.

İlk kez Nakşibendi bir dergáh, "Türkler Müslümanlığı sadece oruç tutup-namaz kılmak zannediyor" anlayışını yıktı!

Tekkelerin sadece uhrevi dünyayla ilgilendiğini sananları yanılttı! Dinsel olan ile dünyevi olan arasında bir köprü kurmuştu dergáh.

Milli sermayeyi oluşturmayı amaçlayan bu sandıklar, aslında Nakşibendilerin tarihleri boyunca Osmanlı’ya karşı ilk "siyasal" tepkileridir.

Bir tasavvufi tekkenin -Gümüşhanevi Dergáhı’nın- dünyevi işlerle uğraşmasının çeşitli nedenleri vardı kuşkusuz.

FRANSIZ İHTİLALİ DERGÁHI DA ETKİLEDİ

Ama öncelikle bir sebebin üzerinde durmak istiyorum:

Yerli sermaye birikimi oluşturmayı amaçlayan sandıkların kurulma dönemi, milliyetçiliğin Avrupa’da "icat olduğu" 19. yüzyıldır.

Yani: 1789 Fransız İhtilali’yle dünyaya yayılan ulusalcılık/milliyetçilik rüzgárlarının, artık Osmanlı’yı da derinden etkilediği bir dönemdir bu.

"İslamcılık" ve "milliyetçilik" kavramlarının, Osmanlı siyasal düşünce tarihinde yer almaya başladığı ve tartışıldığı bir dönemdir bu yıllar. Dergáh bu rüzgárdan etkilenmişti...

Türkiye’de her siyasal çevrenin kendi milliyetçilik tanımı vardır; doktrin sanki bukalemunvaridir! Oysa terminolojik anlamı nettir: "Kendi ulusal pazarını/piyasanı korumak."

O halde, Şeyh Ahmed Ziyaüddin Efendi, sadece Gümüşhanevi Dergáhı’nı kuran bir din adamı değildi. O, aynı zamanda Osmanlı piyasasını Batı sermayesine karşı koruyan milliyetçiydi.

Şeyh Ahmed Ziyaüddin Efendi’nin ailesinin tüccar olması, halifelerinin-müritlerinin çoğunun esnaflıktan gelmesi de bu "milli duruşun" sebeplerinden biriydi kuşkusuz.

Evet, bu karşı gelmenin altında, dergáhın "şehirli tüccar damarı"nın olduğu gerçeği vardı.

ŞEHİRLİ TÜCCARLARIN MİLLİ İSLAMCILIĞI

Örnek vermek gerekirse; Eğinli Mustafa Feyzi Efendi "Kátip" diye tanınıyordu; Lastikçi Murtaza Ticarethanesi başta olmak üzere İstanbul’daki bazı büyük şirketlerin muhasebe hizmetlerini yürütmüştü.

Yine Şeyh Ahmed Ziyaüddin’in halifelerinden Abdulaziz Bekkine’nin babası Kazanlı tüccar Haris Efendi, Asmaaltı’nda toptan yağ ticaretiyle meşguldü.

Osmanlı ve Cumhuriyet bürokratlarının, öğretim üyelerinin, üniversite öğrencilerinin Nakşibendi Gümüşhanevi Dergáhı’na gitmelerinin nedenleri arasında bu "milli duruşun" payı yok mu sanıyorsunuz?

Ahmed Ziyaüddin Efendi’nin "Milli İslamcılık" yolundan dergáhın diğer şeyhleri de gitti.

Osmanlı’da kurulan "milli sandıklar", Cumhuriyet’te (adını dergáhtan alan) fabrikaya dönüştü.

Gümüşhanevi Dergáhı’nın şeyhi Mehmet Zahid Kotku’nun öncülüğünü yaptığı, tarımsal sulamada kullanılan 5-15 beygir gücünde pompa üreten "Gümüş Motor" fabrikasının kurulmasına, işte tam bu perspektiften bakmamız gerekiyor. Yol benzerdi: Ulusal pazarı koruyan millici bir İslam...

İSLAMİ KALVENİZM BU DERGÁHTA DOĞDU

Tarihe farklı bakmayı öğrenmeliyiz; ezberimizi bozmalıyız.

Gümüşhanevi Dergáhı’nda "uhrevi dünyanın" yanında, "dünyevi iktisadın" bu derece rol oynamasına "tesadüfi" deyip geçemeyiz...

"İslami Kalvenizmi" yani Müslümanlığın kapitalizmle (serbest piyasayla) bağdaşabileceğini ilk telaffuz eden münevver kimdi: Prof. Sabri Ülgener (1911-1983).

Peki Prof. Ülgener nerede dünyaya geldi biliyor musunuz; Gümüşhanevi Dergáhı’nda!

Prof. Ülgener’in anne ve babası, Şeyh Ahmed Ziyaüddin Efendi’nin müridi ve Gümüşhanevi Dergáhı’nın sürekli bakıcısıydılar...

Bu örneklerden sonra Gümüşhanevi Dergáhı’nın sadece "öteki dünyayla" ilgili olduğunu nasıl düşünebiliriz?..

Uzatmayayım: Türkiye’de siyasal İslamcılığın gelişimi ve değişimi üzerinde ulusçuluğun/milliyetçiliğin ciddi etkileri hep oldu.

Afiş tartışmalarının olduğu günlerde Başbakan Erdoğan’ın dünyaya gelen torununa "Mehmet Akif" adını vermesini de bu anlamda düşünmeliyiz.

Kısaca: AKP’nin topoğrafyasını çıkardığımızda güçlü bir milliyetçilik damarının olduğunu görürüz.

Bu arada: Özellikle son 25 yıldır Türkiye piyasasını yabancı sermayeye açan siyasal kararların altında, Gümüşhanevi Dergáhı müritlerinin imzalarının bulunması da, tarihin garip bir cilvesi!..

Názım Hikmet’in anneannesi ile Erdoğan’ın yolu bu dergáhta kesişti

Gümüşhanevi Dergáhı’nın müritleri arasında, Názım Hikmet’in büyükannesi Ayşe Sıdıka Hanım da vardı. Keza dergáhın müritlerinden Prof. Sabri Ülgener’in anneannesi Hatice Hanım, Ayşe Sıdıka Hanım’ın kız kardeşiydi.

Yani; Názım Hikmet ile Prof. Sabri Ülgener kuzendiler. Bu akrabalık bağına Kurtuluş Savaşı’nın ünlü komutanı Ali Fuat Cebesoy’u da eklemek gerekiyor. Cebesoy da Ayşe Sıdıka Hanım’ın torunuydu.

Prof. Ülgener’in bir diğer kuzeni de yine bir ünlü komutandı: Kázım Karabekir!

Prof. Ülgener’in dedesi Hasan Sabri ile Kázım Karabekir’in babası Ahmet Efendi kardeşti...

Bülent Ecevit, Gümüşhanevi Dergáhı’nın kurucusu Ahmed Ziyaüddin Efendi’nin akrabası.

Şeyh Ziyaüddin Efendi, 63 yaşında Havva Seher ile evlendi.

Yazar Mahmut Çetin, "Teyze ile Prenses" adlı kitabında, Havva Seher Hanım’ın, Bülent Ecevit’in anneannesinin teyzesi olduğunu yazdı.

Bugünlerde yeniden doğan "Müslüman sol" hareketin yıllar öncesi lideri, "İslam sosyalizmi"ni savunan, Paris Sorbonne mezunu Nurettin Topçu’nun (1909-1975) hidayetine vesile olan kişi Gümüşhanevi Dergáhı’nın şeyhi Abdulaziz Bekkine idi.

Şeyh Bekkine de "İslam sosyalizmi"ne inanıyor muydu? Bilmiyorum.

Bildiğim, Kazanlı hemşerisi ünlü bir sosyalistti; Vladimir İliç Lenin...

Gümüşhanevi Dergáhı Şeyhi Mehmet Zahid Kotku’nun sohbetlerini merak edenler, Ersin Gürdoğan’ın "Görünmeyen Üniversite" adlı kitabına (İz Yayıncılık) bakabilirler.

Bu kitap, Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’in, Şeyh Mehmet Zahid Kotku’nun konuşmalarından aldığı notlarla derlenmiştir.

Müsteşar Dinçer’in aldığı notlardan bir örnek: "Misvakı kaçımız kullanır, bilmiyorum. Çoğumuz diş fırçasını tercih ediyoruz. Gerçekten efdal olanı misvaktır. Diş fırçası bizim değildir." (s. 65)

hürriyet
 



Bu haber 1,073 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,324 µs