Dağlarca | " /> Dağlarca | "/>

En Sıcak Konular

Büyük bir insan sever: Dağlarca

15 Ekim 2009 16:56 tsi
Büyük bir insan sever: Dağlarca "Dağlarca bir sosyalistti. Yurtseverdi. Türkiye’nin bağımsızlığı ve toplumsal eşitlik üstüne titrediği konulardı. Büyük bir insanseverdi, insanlığa inanıyordu. İnsanların kardeşliğini, ta en eski dönemlerinden, örneğin 'Sivaslı Karınca' (1951) ki

Ahmet Soysal / Cumhuriyet

Anmalardaki o “tiyatro”nun, en içtenleri, en yakınları bile içine kattığını bile bile, bir iki söz söylemeye çalışacağım. Dağlarca bir yıldır yok. Şimdi bir yıl oldu. Bir tek “şimdi” kaldı... “Geriye dönüp bakma” zamanı mı? Oysa yazılar duruyor, çeşitli uzaklıklarda, çeşitli gizliliklerde.

Ve bende kalan, bende yaşayan. Onu yakından tanımış olmak (26 yıldır aralıksız), beni ona ne kadar yakın kılmıştı, bilemem. Son’a kadar, birlikte, kitapları üstünde çalıştık. Şiir üstüne konuştuk. Görmesi azaldığı zamandan başlayarak çok şiirini bana yazdırdı. Şiirin doğuşuna tanık olma deneyimi... Başyapıtlarından biri, uçsuz bucaksız “Uzaklarla Giyinmek (Sığmazlık Gerçeği)”, 1989-1990 yılları arası, Harem’deki evinde, “birlikte” yazıldı. Şiir ile felsefenin buluşmaları gerçekleşirdi. “Uzaklarla Giyinmek”, Dağlarca’nın en düşünsel yapıtıdır. Ne yazık ki yaklaşık 500 sayfalık bu kitabı, yayımlandığında Türkiye’de hiç kimse görmedi.

Hep bu çelişkiyi gördüm: Dünyanın 20. yüzyıldaki en büyük şairlerinden biri, ülkesinde ünlüydü, ama eksik tanınarak (yanlış da tanınarak) ünlüydü. Dağlarca, Bağımsızlık Savaşı şiirlerinin, çocuk şiirlerinin, bir ölçüde de siyasi içerikli şiirlerinin ona verdiği toplumsal görünürlükle tanınıyordu. 50’li yıllara kadar onu izlemiş olanlar, yapıtının öbür yanını, daha derin yanını genellikle biliyordu, sayıyordu, ama sonraki kuşaklar çok az biliyordu. Oysa herkes, o öne çıkmış toplumsal kimliği değerlendiriyordu. Sevenler, onun adına seviyor, yerenler onun adına yeriyordu.

50’li yılların ortalarında belirmeye başlayan İkinci Yeni, genç kuşaklardan Dağlarca’yı saklayan başka bir nedendir. Öyle ki Dağlarca’nın o yıllardan başlayarak yayımlanan deneysel nitelikli yapıtları, örneğin “Hoo’lar” (1960), “Aylam” (1963), vs. az fark edilmiştir (ya da hiç). Bu durumu güçlendiren bir neden de Dağlarca’nın 60’lı yıllardan 80’li yılların ortasına kadar büyük çoğunlukla siyasi, “toplumcu” kitaplarla, çocuk kitapları yayımlamasıdır.

Oysa, Dağlarca şiirinin son dönemeci 1985’te yayımlanan “Dişiboy” ile başlar. Bu son dönemin başyapıtları olan “Şeyh Galib’e Çiçekler” (1986), “Uzaklarla Giyinmek (Sığmazlık Gerçeği)” (1990) ve “İmin Yürüyüşü (Biçimlerle Soyunmak)” (1999) hâlâ eleştirmenlerini ve araştırmacılarını aramaktadır.

Dağlarca’nın sözünü ettiğim toplumsal görünürlüğü isteyerek edindiği kuşku götürmez. Belli bir yanlış anlamayı getireceğini bile bile istemiş olduğu da kuşku götürmez. Hastanedeki son günlerine kadar, o duyarlığı gördüm. Her sabah, hastanede yanından ayrılmayan iki kişiden biri olan ressam Ruşen Eşref (diğeri Ömür Hanım‘dır), ona Cumhuriyet gazetesinden haberler, yazılar okuyordu. Dikkatle dinliyordu Dağlarca. Ama sanki daha da tasalanıyordu. Amcam Mümtaz Soysal’ın kişiliğini ve yazılarını çok beğeniyordu.

Dağlarca bir sosyalistti. Yurtseverdi. Türkiye’nin bağımsızlığı ve toplumsal eşitlik, üstüne titrediği konulardı. Büyük bir insanseverdi, insanlığa inanıyordu. İnsanların kardeşliğini, ta en eski dönemlerinden, örneğin “Sivaslı Karınca” (1951) kitabından beri dile getirmişti. Mustafa Kemal’in devriminin ateşli bir savunucusuydu. Allah’a inanırdı. Bu inanç son anlarına kadar sürdü. Çocuklar, onu en çok sevindiren varlıklardı. Dünyanın en güzel çocuk şiirlerinden bazılarını yazmıştır (bkz. örneğin “Kuş Ayak” 1971). Dağlarca sevinince bir çocuk gibi olurdu. Kızınca da. Ondaki giz, belki bu sonsuz çocukluktu. Belki bu yüzden bu kadar çok şiir yazdı.

Dağlarca’yı anmanın en iyi yolu, onu şiirlerinde, şiirlerinin geleceğinde, bir çocuk gibi keşfetmektir.

(Allah rahmet eylesin demek ne kolay): “Ölmüştü, artık düşünmüyordu, / Öleceğini. / Toprağa bağlamıştı fakir çiftçilerle beraber / Geleceğini. / (...) / Mest idi, yıllardır, alınyazısından, / Meçhul ve büyük ailenin karanlık sofrasında. / Her zaman güzel, sabırlı ve uyanmaz, / Her zaman yeni.” (Çakır’ın Destanı, 1945)

Beyaz dergisinin Dağlarca özel sayısı için lütfen buraya tıklayınız



Bu haber 574 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    11,486 µs