Milliyet nasıl sömürgeye dönüştü? | " /> Milliyet nasıl sömürgeye dönüştü? | "/>

En Sıcak Konular

Koskoca Milliyet nasıl sömürgeye dönüştü?

29 Eylül 2009 16:39 tsi
Koskoca Milliyet nasıl sömürgeye dönüştü? "Ama bir sakatlık var. En köklü kurumlardan biri, markası bir dönem kesinlikle, hatta satın almayanlarca bile "en çok güvenilir" diye onurlandırılmış bir gazete, bir sömürgeye dönüştü."

Umur Talu / HT

SANIRIM, üstüne çok şey yazmaya en çok hakkım olan gazete hâlâ Milliyet.
En azından, hâlâ meslek hayatımın yarısından fazlası olduğu için...
En azından, ekonomi şefliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, genel yayın koordinatörlüğü gibi görevlerin hepsini orada üstlendiğim için...
En azından, Dipsiz Kuyu orada açıldığı için...
En azından, çok eski okuru olduğum, okurken saygı duyduğum, bir gün kovulurken dahi gazeteye içim titrediği için.
En azından, öyle ya da böyle, tarihindeki en büyük virajlarından birinde, yüksek tiraj, yüksek gelir, yüksek kâr ve Hürriyet'in satın alınması sırasında başında olduğum için...
En azından, o dönem sadece bu nicelik büyüklükleri olduğundan değil; habercilikte, kimini kaybettiğimiz arkadaşlarımıza ödüllerle de taçlanan, "Çillerler'in ABD'deki serveti... Temiz Toplum" gibi çok sayıda gazetecilik damgası vurulduğu için...
En azından, oradaki çok kişiyi sevdiğim, saydığım, birçoğuyla yakın çalıştığım, birçoğundan çok şey öğrendiğim, birçoğuna belki başka bir yol da gösterdiğim için.
En azından, çok emeğim geçtiği için ve emeğime çok şey kattığı için.

* * *

Sanırım, şu anda içimi en çok acıtan gazete de Milliyet.
Yine yeniden genel yayın yönetmeni değişti.
Galiba ("ara dönem" denen Turhan Aytul, kısacık M. Ali Birand, Tarhan Erdem devrelerini, emanet devirlerini saymazsak), Abdi İpekçi'den sonraki (Çetin Emeç, Doğan Heper) üçüncü genel yayın yönetmeniydim...
Ben bırakalı 14 yıl oldu...
Altıncı (hatta yedinci) genel yayın yönetmeni tayin edildi.
Tayfun Devecioğlu da sonuçta "eski Milliyetçi"; çok yabancısı sayılmaz. En azından Sevgili Sedat ya da kimileri gibi, Milliyet'in hiçbir kademesinde çalışmadan gelmiş değil.

* * *

Ama bir sakatlık var.
En köklü kurumlardan biri, markası bir dönem kesinlikle, hatta satın almayanlarca bile "en çok güvenilir" diye onurlandırılmış bir gazete, bir sömürgeye dönüştü.
Şöyle:
1994'te Milliyet, Hürriyet'i satın aldığında...
Kısa süre sonra manzara şuraya doğru gidiyordu.
İlk günler, Hürriyet'in şaşaası Aydın Doğan'a çok itici gelmişti; ilk günler Ertuğrul Özkök'ün kovulması hep gündemdeydi ve tuhaf olacağı gerekçesiyle, ben de dahil, buna karşı çıkanlar vardı.
Ama ilk günler çabuk geçti ve "Hürriyet'i satın alabilen Milliyet, Hürriyet'in zihnen, tarz olarak ve kökleri sökerek işgal etmekte olduğu bir gazete"ye dönüşmeye başladı.
Tam o sıra istifa ettikten bir süre sonra, gazetenin sahibine de söylediğim bir şey:
"Osmanlı, çürümüş Bizans'ı fethedip büyüyor ama Osmanlı İmparatoru Konstantin oluyor!"
Kısaca, kabaca buydu!
O "Bizans" Milliyet'in de ruhunu kararttı, köklerini kopardı, vicdanını eritti, içini kuruttu!
Süreç sadece Hürriyet'in Milliyet'i "benzetmesi" değil, grubun da, Milliyet'i yutmaya, yok etmeye, vurmaya uğraşmış o dönemki Sabah ile Hürriyet'in kirine, pasına benzetilmekte olmasıydı.

* * *

Şimdi bence İkinci Bizans dönemi! Ya da çöküşteki Osmanlı ordusunun başına Alman generallerin filan geçmesi gibi!
Bu kez Milliyet artık fethetmekte olan bile değil; köşesinde, gardı düşmüş, içindeki tüm gazetecilik birikimine, bence hâlâ çok iyi haber kadrosuna, yazarlarına rağmen, ensesine vurulup son tarihi surları da yıkılan bir eski anıt şehir.
Bu kez sadece "Özköktenci Hürriyet ideolojisi" değil, önyargılı değilim, belki hayat verir, belki canlandırır ama, o dönem Milliyet'in topyekûn (sadece promosyon, tiraj ve kâr değil), açıkça gazetecilik tarzı adına da mücadele ettiği "devrin Sabah'ı" da "sömürge"ye el attı!
Bu sadece bir gazetenin, benim gözümle elbet, son dönem hikâyesi değil...
Aynı zamanda, bir grup büyürken, onun motoru olmuş, onun itibar (ve hatta büyüme) kaynağı, vicdanı olabilmiş bir gazetenin, içindeki onca onurlu ve iyi gazeteciyle birlikte, makinesiz, haber merkezsiz, yönsüz, "küçücük, fıçıcık" hale gelmesinin ibret öyküsü.
Bir grubun maddi gücü, boyutu ve medya iktidarı Mersin'e giderken, gazetecilik itibarının, elindeki en güvenilir markanın tersine kaçabileceğinin hikâyesi.
Bu hikâyede çok şey öğrendim; öğrenmeye devam ediyorum. Umarım herkesin kendince aldığı bir ders de vardır!



Bu haber 539 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,659 µs