Diyojen'in ordusunda 'Türk'ler ne arıyordu | " /> Diyojen'in ordusunda 'Türk'ler ne arıyordu | "/>

En Sıcak Konular

Diyojen'in ordusunda 'Türk'ler ne arıyordu

9 Eylül 2009 15:37 tsi
Diyojen'in ordusunda 'Türk'ler ne arıyordu Mustafa Armağan’ın Zaman gazetesinde çıkan Malazgirt’te, Alparslan’ın ordusunda Kürtler ne arıyordu başlıklı yazısına, bir tarihçiden cevap geldi.

Mehmet Ümit Necef * / Taraf

Mustafa Armağan Zaman gazetesinde Malazgirt’te, Alparslan’ın ordusunda Kürtler ne arıyordu başlıklı bir yazı yazmış (30 Ağustos.) Yazının sonuna doğru verdiği cevabı da aynen aktarayım: “Görüldüğü gibi Nizamüddin’in asker vermekteki maksadı Selçukluya iyilik etmek değil, taht ve tacını korumak için uğruna çırpınış ve yaranma peşindeydi” (Cümle devrik, ama Türk milliyetçisi eğilimli yazılardaki Türkçe cümleleri düzeltmek benim görevim değil.)

Armağan, Mervani Sultani Nizamüddin’in niyeti konusunda tamamen haklı olabilir. Ama madem tarih çarpıcı başlıklara indirgenebiliyor, biz de soralım: “Malazgirt’te, Diyojen’in ordusunda Türkler ne arıyordu?”

Tarafokuyucularının, “Olur mu öyle şey, atalarımız yapar mı öyle şerefsizlik” filan diyeceğini sanmıyorum, ama ben yine de bana oldukça egzotik gelen bazı bilgileri okuyucularla paylaşayım.  


Kahpe Bizans ironisi

Bizans uzmanı John Julius Norwich’in “Byzantium” (Bizans) adlı üç ciltlik kitabının ikinci cildinde; Bizans saflarında birçok Uz’un (yani Oğuz’un) paralı asker olarak yer aldığını, bunların ve diğer Türkî birliklerin savaşın kızgın bir anında Bizans saflarını terk edip Selçuklulara katıldığını yazıyor. (Norwich 1991: 349)

Başka modern kaynaklardan, Norwich’in kastettiği diğer Türkî birliklerin Peçenekler olduğunu öğreniyoruz. Peçeneklerin Bizans ordusuna hizmetleri konusundaki başka bir kaynak, kadim Ermeni tarihçisi Urfalı Matteos (Matteos Urhayetsi). Urfalı Matteos 11. yüzyılın ikinci yarısında doğmuş ve 1144’de ölmüş. Bu arada, Urfa’ya Ermenilerin Urrha dediğini de ekleyelim. Urfalı Matteos, Kronikler’inde Badzinag diye adlandırdığı Peçeneklerden birkaç defa bahsediyor.

Malazgirt Savaşı ile ilgili olan 103. bölümde Badzinag’larin ve Oğuz Türklerinin kollarından biri olan Uz’ların savaşın en kızgın anında saf değiştirdiğini ve Bizanslara karşı savaşmaya başladığını yazıyor. Modern tarihçiler Bizanslıların, Peçeneklerle 9. yüzyılda müttefik olduğunu ve onları daha tehlikeli aşiretler olan Ruslara ve Macarlara karşı kullandıklarını yazıyorlar.

Biz Türkler zaten Bizanslıların son derece hain olduğunu ve hep ‘Bizans Oyunları’ yaptıklarını doğduğumuz günden beri biliyoruz. Ama ‘Kahpe Bizans’ın bazı atalarımızı da kullanmış olmaları galiba tarihin ironisi.

Şimdi nerden çıktı bu Malazgirt/Peçenek lafları diyen okuyuculara daha birkaç gün önce olmuş bir olayı hatırlatmak isterim: Malazgirt Zaferi’nin kutlama törenlerinde DTP’li Belediye Başkanı’nın konuşmasını askerî ve mülki yetkililer engellemişler. Belediye Başkanı engellenmese, “Biz Kürtler Malazgirt’ten beri Türklerle kardeşiz. Alparslan da zaten ‘20 bin Kürt süvari olmasaydı, ben bu savaşı kazanamazdım’ demiştir, diyecekmiş.” Demek bir bölgenin askeri yetkilileri ve mülki amirleri belediye başkanlarından yapacakları konuşmanın metinlerini denetlemek için önceden talep ediyorlar.

Vermeyi reddedenlere acaba ne yapıyorlar? Falakaya mı yatırıyorlar yoksa Atatürk’ten 250 vecize ezberlemeye mi mahkûm ediyorlar?

Laf Malazgirt kasabasından açılmışken, şunu da ekleyelim: Şanlı tarihimizin dönüm noktalarından biri olan Malazgirt etimolojik olarak Ermenice Manazkert kelimesinden geliyor. Şehir, Ermeni geleneklerine göre Ermenilerin efsanevi patriği Hayk’in oğlu Manaz tarafından kurulmuş ve ilk ismi Manavazkert, yani “Manavaz tarafından kurulmuş.”Zamanla bu uzun isim kısaltılmış ve Manzikert olmuş.

Yoksa bazılarının sandığı gibi, şehri muhasaraya alan Türk akıncılar birliğinin başbuğu, oğluna “Burada mal az, git” deyüp kuşatmayı kaldırmasını istediği için şehrin adı da Mal-az-gi(r)t olmamış.  


Tarihi çocuksulaştırmak

Eminim Taraf’ın bilgili okuyucuları yaptığım bu espriyi çocukça bulacaklardır. Ama bu espri de aslında ciddi bir nokta gizli: Yukarıda bahsettiğim Mustafa Armağan’ın yazısında milliyetçi tarih yazımında görülen bir eğilim çok bariz: çocuksulaşmak ve çocuksulaştırmak.

Okuyucularını çocuksulaştıran bir tarihçi soğuk ve karlı bir kış günü torunlarını sobanın etrafına toplayan bir dede gibi davranıyor: Sobada ıhlamur fokur fokur kaynar ve etrafa nefis kokular saçarken, aksakallı dede de çocuklara bazen masal bazen de malumat dolu menkıbeler anlatıyor.

Böylece ailenin ve aşiretin birliği pekişiyor, kardeşler ve yeğenler birbirlerini daha çok seviyorlar, filan.

Devletin Kürtleri yok sayması, dışlaması ve aşağılamasının yeni bir örneği olan Belediye Başkanı’nın susturulmasına karşı bir tarihçi ana hatlarıyla iki tutum takınabilir: Ya fırsat bu fırsattır denilir ve Kürtlere bir kez daha “giydirilir.” Böylece biz Türkler devletimizle milli birlik ve beraberliğimizi bir kez daha kutlarız.

Tarihçilik, devlet ve onun yaydığı milliyetçiliğe (affınıza sığınarak amiyane bir tabir kullanacağım) amigoluk yapma olarak görülür. Ya da bu susturma olayından rahatsız olunur ve Türk milliyetçiliğini sorgulamak için bir fırsat olarak görülür. Armağan’ın yazısına sinmiş olan muzafferane hava (bu havaya Baıi dillerinde triumphalism deniyor)oldukça rahatsız edici. Halkın seçtiği bir Belediye Başkanı’nın Kürt -Türk birliğini vurgulayan konuşmasını atanmış birtakım kişiler sömürge valisi edasıyla yasaklıyorlar.

Bir Türk tarihçi de susturulmuş Belediye Başkanı’na laf yetiştiriyor.  


Renan: Milletin unutma ihtiyacı

Armağan’ın yazısı ve Malazgirt’te Kürtlerin rolünün ne olduğu tartışması çocuksulaş(tır)manın, yanı sıra başka bir ciddi noktaya da işaret ediyor: Milli kimliğin inşaasında unutmanın önemi. Yani hafıza-i millet nisyan ile malul.

Fransız tarihçisi Ernest Renan bu noktaya daha 1882’de parmak basmış ve “Milletin unutma İhtiyacı”ndan bahsetmişti. Şöyle yazıyordu ünlü “Millet Nedir” makalesinde: “Bir milletin özünde bireylerinin birçok ortak özelliği olması yatar. Ama yine de herkesin bazı şeyleri unutmuş olması da gerekir.”

Ne demek istediğini de şöyle örnekliyordu: “Her Fransız yurttaşı Saint-Berthélemy Hadisesi’ni ve 13. yüzyıldaki Güney Fransa Katliamlarını unutmuş olmak mecburiyetindedir.” Bu cümlelerden edinilen ilk izlenim Renan’ın ciddi ciddi unutmaktan bahsettiği şeklinde, ama daha yakından bakıldığında, işlerin biraz daha karışık olduğunu görüyoruz.

Renan “Unutmak” derken neyi kastediyor? Nasıl oluyor da bir yandan “unutmuş olmak mecburiyet”inden bahsederken, öte yandan da (Fransız) okuyucularının atıfta bulunduğu olayları sanki son derce sıradan şeylermiş gibi hatırlayacağını farz ediyor. Fransız tarihçinin Saint-Berthélemy Hadisesi derken kastettiği 9. Sarl’in 1572’de Hügonot denen Hıristiyan bir mezhep üyelerine karşı başlattığı korkunç katliamıdır. “Güney Fransa katliamları” derken de Pirineler ile Güney Alpleri arasında yasayan Albigensiyelerin kanlı bir şekilde yok edilmelerine atıfta bulunuyor.  


Unutmak değil tarihi çarpıtmak

Renan’ın ne demek istediği belki biraz aydınlanmış olmalı: Kastettiği, unutmak değil, belli bir şekilde hatırlamak. Ona göre tarihi eğip bükmek ve bu çarpıtılmış tarih ile eğitilmiş olmak bir milletin inşasında rol oynayan iki önemli faktör.

Mesela “La Saint-Barthélemy” ve “Les Massacres de Midi” (Güney Fransa Katliamları) paradoksal bir şekilde Fransız milli kimliğini kuvvetlendiren, kardeşler arasındaki basit bir ev kavgası gibi hatırlanmalı.

Şurası ilginçtir ki bu satırları binlerce kişinin öldüğü Paris Komünü’nden 12 yıl sonra yazan Renan, bu olayları Fransız kardeşler arasında gecen en son ev kavgası örneği olarak vermiyor. Bunun nedeni, büyük ihtimalle, Paris Komünü’nün açtığı yaraların henüz efsaneleştirilemiyecek kadartaze olması. Anlaşılan çarpıtılmış ve milli birliği güçlendirecek tarzda hatırlamak için 12 yıldan daha uzun zaman geçmesi gerek.

Benedict Anderson, Renan’ın görüşlerindeki paradoksa Tahayyül Edilen Cemaatler(Imagined Communities) adlı eserinde dikkat çekiyor. Bu yüzden, Anderson her ne zaman bir milletin hatırladığı/unuttuğu tarihi bir olaydan bahsettiğinde, kendi türettiği bu acayip hatırlamak/ unutmak fiilini kullanıyor.  


DTP’li Başkan’a devlet sansürü

Şimdi Malazgirt’te 26 Ağustos 2009’daki “Belediye Başkanını konuşturmama” vakasına dönelim. DTP’li Belediye Başkanı bugünkü Türk-Kürt birlikteliğini vurgulamak için biraz da patetik bir şekilde 1071’de, bazı Kürtlerin Alpaslan’ı desteklediğini “hatırlatıyor” ama belki de bazı ayrıntıları “unutuyor.” Daha doğrusu hatırlatmak/unutmak istemiş ama Devlet izin vermemiş.

Malazgirt’teki devlet erkânı ise milli birlik tahayyüllerinde Kürtlere yer olmadığı için Kürtlerin Alpaslan’ın zaferine katkısını “unutmak/unutturmak” istiyorlar.

Mustafa Armağan ise, etnik Türk kimliğinin yanı sıra dini bir hassasiyeti de olduğu için Kürtlere milli tahayyülünde yer vermek istiyor. Ama Kürtlerin hadlerini bilmelerinden yana.

Bu had bildirmeyi de onlara şu iki noktayı hatırlatarak yapıyor:

Birincisi, Belediye Başkanı’nın iddia ettiği gibi 20 bin süvari değildiniz, sadece 10 bin kadar kişiydiniz, diye “hatırlatarak.”

İkincisi, Kürt Sultaninin Alpaslan’ı desteklemesinin sebebinin öyle pek de fedakârane olmadığını ileri sürerek.

Milliyetçi tahayyülde Türkler hep vatan, millet, din, şeref vs. için savaşırken, öteki milletler - bunlara iş lafa geldi mi et ve kemik gibi olduğumuzu işimize geldi mi belirttiğimiz, din kardeşlerimiz Kürtler de dahil - sadece para, taht, soymak, talan etmek, başka milletlerin veya etnik grupların ülkelerini talan etmekiçin savaşırlar.

Dikkat edilmesi gereken bir nokta, 100 yıl veya bin yıl önceki insanların kimlikleri hakkında konuşurken modern kavramlar kullanmanın çok sorunlu olduğu.

Bu modern kavramlara Türk, Kürt, Türk/ Kürt milleti gibi kavramlar da dahil.

Mesela Alpaslan büyük ihtimalle kendini Türk, yani Türk milletinin bir mensubu olarak görmüyordu. Muhtemelen kendini öncelikle belli bir boyun mensubu, ikinci olarak da Müslüman olarak tanımlıyordu.

Armağan’ın iğrenerek tasvir ettiği Kürt sultanı da herhalde kendini Kürt, yani Kürt milletinin mensubu olarak değil, belli bir aşiretin üyesi ve Müslüman olarak görüyordu.

Bugünün kimliklerini, tarihi insanlara uygularsak sonunda “Alpaslan kolundaki saate baktı ve öz be öz Türk askerlerine, ‘haydi aslanlarım, şu Yunanları Atina’ya kadar surelim’ diye haykırdı” saçmalıklarına varırız.

* Güney Danimarka Üniversitesi / necef@hist.sdu.dk



Bu haber 1,807 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,063 µs