En Sıcak Konular

Kürtler açılıma nasıl bakıyor?

30 Ağustos 2009 10:29 tsi
Kürtler açılıma nasıl bakıyor? Her şeyi anlatan cümle: Ali Kırca, M Ali Birand, Uğur Dündar barış diye diye ihtiyarladı, şimdiki genç spikerler de onlar gibi yaşlanmasalar...

Ruşen Çakır / Vatan

Kardeşi ile iki çocuğu dağa çıkan ve kardeşinin ölüm haberini alan Sinem Arslan, Kürt sorunu ve açılım sürecini çarpıcı cümlelerle özetliyor:

Ali Kırca, Mehmet Ali Birand, Uğur Dündar... Yıllardır ’Terörün kökü kazınıyor’, ’Terör bitiyor’ diye anlatıp durdular. Hep birlikte yaşlandık ama hiçbir şey bitmedi. Bari bir an önce barış gelse de şimdiki genç spikerler de onlar gibi yaşlanmasalar...

Başlarken...

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Güzel şeyler olacak” dediği andan itibaren gündemimize giren “Kürt açılımı”na resmen bir ay önce start verildi. O günden itibaren Türkiye yoğun bir şekilde bu açılımı tartışıyor. Bu tartışmanın ne derece kapsamlı, özgür ve demokratik olduğu da tartışılır. Özellikle son günlerde tartışmanın tek boyutlu seyrettiğini, Kürtlerin sürecin “aktörü” değil “seyircisi” kılınmak istendiğini düşünüyorum. Bu yazı dizisi bu tespitten hareketle gerçekleştirildi. Çünkü eğer Kürt sorununu samimi bir şekilde kalıcı olarak çözmek istiyorsak bu ülkenin Kürt kökenli vatandaşlarının arzu, umut, beklenti, kaygı, endişe ve eleştirilerini gündeme taşımamız, bunları çözüm arayışlarının ana eksenlerinden biri yapmamız gerekir. Aksi takdirde, ülkenin Kürt olmayan çoğunluğunun, Kürtler adına ve sık sık da onlara rağmen birtakım düzenlemeleri dayatmalarıyla karşılaşırız ki bu yaklaşımdan çözüm çıkmayacağı gibi sorun daha da derinleşecektir.

Bu yazı dizisi için foto muhabiri arkadaşım Burak Kara ile birlikte Diyarbakır, Kızıltepe, Nusaybin, Cizre ve Batman’da çok sayıda yerel siyasetçi, kanaat önderi, belediye başkanı ve sıradan vatandaşla görüşmeler yaptık. Gittiğimiz yerleri seçerken DTP’nin en yüksek oy oranına ulaşmış olduğu seçim bölgelerine özel bir önem verdik. Sonuçta gittiğimiz beş yerleşim biriminin PKK’nın geleneksel olarak en güçlü ve etkili olduğu bölgeler arasında yer alması tesadüf değil.

Yazı dizimizin Türkiye’nin Kürt sorununu anlamaya ve bunun çözümüne katkıda bulunması dileğiyle.

Güneydoğu’da herkese yaptığım gibi ona da “Kürt açılım”ı hakkında ne düşündüğünü soruyorum. Türkçe’yi çok iyi anlıyor ama meramını en iyi Kürtçe anlatıyor. Çeviriden sonra fark ediyorum ki oldukça özlü bir cevap vermiş: “İnşallah barış gelir diye bekliyorum, dua ediyorum. Bir kıvılcım var var olmasına ama çok umutlu değilim.”

“Niçin?” diye sorduğumda içinde “Mesut Yılmaz”ın, “Tansu Çiller”in adlarının da geçtiği uzun bir cevap alıyorum, kafam karışıyor. Meğer “Daha önce de Mesut Yılmaz ’Avrupa’nın yolu Diyarbakır’dan geçer’, demişti, Tansu Çiller ’Bask modeli’nden bahsetmişti; hiçbir şey çıkmadı. Şimdi de benzer bir durum olabilir” diyormuş.

Bölgede, Yılmaz ve Çiller’in başbakanlıklarına olumsuz anlamda atıfta bulunulmasına sık sık tanık olmuştum ama bu kez şaşkınım. Zira bizi Batman’daki evinde konuk eden ve birkaç cümleyle nerdeyse tüm Güneydoğu’nun “açılım”a nasıl baktığını özetleyen kişi, yani Sinem Arslan 61 yaşında, 6 çocuklu tipik bir Kürt annesi.

Aslında şaşırmamak gerekir çünkü bölgede insanlar; çocuğu, genci, yaşlısı, kadını, erkeğiyle aşırı politize. Hele durumu Sinem Arslan’ınki gibi olanlar Kürt sorunu ve PKK ile ilgili her türlü gelişmeyi en ince ayrıntısına kadar takip edip tartışıyorlar. Şöyle ki Sinem Arslan’ın en küçük erkek kardeşi 1990’da 30 yaşında dağa çıkıp dört yıl sonra hayatını kaybetmiş ve daha önemlisi 1993 yılında 6 çocuğundan ikisi, 17 yaşındaki oğlu Ümit ile bir yaş büyük ablası Gülçin PKK’ya katılmış ve aileleri kendilerinden bir daha hiçbir haber alamamışlar.

Bize tercümanlık yapan kızı Narin Erol, annesinin sadece Kürtçe okuyabildiğini, bu yüzden sadece Azadiya Welat adlı gazeteyi takip ettiğini, ancak televizyonlardaki Türkçe haber bültenlerini kaçırmamaya dikkat ettiğini söylüyor. Kızı daha sözünü bitirir bitirmez annesi bizim aracılığımızla medyaya bir mesaj yolluyor:

“Ali Kırca, Mehmet Ali Birand, Uğur Dündar... Yıllardır ’Terörün kökü kazınıyor’, ’Terör bitiyor’ diye anlatıp durdular. Hep birlikte yaşlandık ama hiçbir şey bitmedi. Bari bir an önce barış gelse de şimdiki genç spikerler de onlar gibi yaşlanmasalar.”

Ardından gözleri dolarak devam ediyor: “Terörist dedikleri benim çocuklarım. Üçü de melek gibi insanlardı. İnanın bana, her asker cenazesi geldiğinde ağlarım. Şehit asker anneleri en azından mezar taşlarına başlarını koyup ağlıyorlar, ama bizim o şansımız da yok.”

Adım kaldırıldı ama ayak hala havada duruyor

Sinem Arslan’a “Kürt açılımı”nda hangi noktaya gelinmiş olduğunu sorduğumda yine çok özlü bir cevapla karşılaşıyorum: “Bir adım kaldırılmış ama atılmıyor.” Ve devam ediyor: “Çok bedel ödedik, bu yüzden umutluyum. Allah’a inanıyorum ve ’inşallah’ diyorum. Ama kusura bakmasınlar, onlara inanmıyorum. Mesela AKP’li milletvekilleri kesinlikle Kürtleri temsil etmiyorlar. Zaten onlar güç neredeyse oraya giden insanlar, AKP yerine başkası olsaydı orada olurlardı. Ama nedense açılımdan sonra bir numaralı Kürt kesildiler.”

Arslan’ın evinde herkesin anlatacak acılı bir anısı, Kürt açılımı üzerine ilginç yaklaşımları var. Ama dönüp dolaşıp aynı kavram, aynı beklenti, aynı umut karşımıza çıkıyor: Barış.

Örneğin Sinem Arslan’ın oğlu Lokman şöyle konuşuyor: “En azından her iki taraftan evlatlarını kaybeden ailelere bir şans tanısınlar. Çünkü barış, en çok savaş acısını bizzat yaşayanlar arasında gerçekleşebilir. Türk halkı Kürtlerin acısını, yarasını görebilse onu saracak erdemi gösterebilir.”

Öğretmen olan eşi dört aydır cezaevinde mahkemeye çıkmayı bekleyen, kızı Narin Erol da, sırf dağa çıkan kızkardeşine benzediği için 28 gün gözaltına işkenceye maruz kalmış olduğunu hatırlatıp şöyle devam ediyor: “Ben eğer bugün bana bütün bunları yaşatanları affediyorsam bu barış fırsatını kaçırmasınlar.”

Zaten Güneydoğu turumuzda, Diyarbakır, Kızıltepe, Nusaybin, Cizre ve Batman’da kimle görüştüysek (yerel siyasetçi, belediye başkanı, DTP üyesi, yöneticisi, kanaat önderi, sıradan vatandaş) söz dönüp dolaşıp “barış”a geliyor. Yani silahların susması, çatışmaların durması ve nihayet PKK’nın silahları bırakması.

“Bunu sadece Kürtler değil tüm Türkiye istiyor” diyenler çıkabilir, ancak Güneydoğu’da halkın çoğu bu barışın “PKK’ya rağmen” değil “PKK’nın rızası ve katılımı” ile olmasını istiyor ve bunun er ya da geç gerçekleşeceğine inanıyor.

“Barış” Güneydoğu’nun gündeminde o kadar merkezi bir yer işgal ediyor ki, Kürt sorununun çözümüne yönelik tartışmalarla pek sık karşılaşılmıyor. Şöyle bir yaklaşımın bölgede egemen olduğunu pekâlâ ileri sürebiliriz: Hele bir silahlar sussun, akan kan dursun, oluşacak olan barış atmosferinde Kürt sorununu daha rahat ve özgürce tartışır ve demokratik bir şekilde çözebiliriz.

‘İngilizler karda yürürken farklı ses mi çıkarıyor?’

Bu noktaya varılmış olmasının hiç kuşkusuz temel nedeni “Kürt kimliği” ve “Kürt realitesi”nin küçük bir azınlık dışında, geri dönülmez bir şekilde kabul edilmiş olması. Sonuçta Sinem Arslan gibi kimliklerinin kabulü için çok ağır bedel ödemiş olanlar, Kürtlerin varlığının inkar edildiği günlerle artık şöyle dalga geçiyorlar:

“Bizim için, ’onlara, dağlarda, karda yürürken kart-kurt diye ses çıkardıkları için Kürt derler’ diyorlardı. Allah için, bugün dağda karda kim yürüse, Alman’ı, İngiliz’i, Fransız’ı, onların da ’kart-kurt’ dışında ses çıkarmaları mümkün mü? Yani onlara da mı Kürt demeliyiz?”

Kürt sorununda ortayolun formülü: Kürt’le Türk Türk’le Kürt olmak

Son yıllarda Türkiye kapatma davası, türban, Ergenekon gibi çok çetin konuları yaşıyor ve tartışıyor. Bütün bu sorunlar toplumumuzu birbirine daha da kaynaştırmak yerine zaten var olan kamplaşmaları daha da keskinleştiriyor. Bir gazeteci, akademisyen vb. için kuşkusuz en kolay yol saflardan birinde yer alıp bilinen klişeleri, iddiaları, suçlamaları tekrarlayarak çatışmayı daha da körüklemek. Zor olansa, tarafların hepsine belli bir mesafede durmaya çalışıp bu ülkeyi oluşturan insanların “ayrılık” değil “birliktelik” paydalarını yakalamaya ve onları öne çıkarmaya çalışmak.

Bu iş çok zor çünkü, makul olanı arayan ve özleyen toplumun çoğunluğunun sesi nedense çok az çıkıyor. Öte yandan çatışma yanlıları köşeleri tutmuş bir şekilde, hiçbir tarafta yer almayıp “üçüncü bir yol” arayışına girenlere elbirliğiyle ateş saçıyorlar. Her ucun asıl amacı ortada kalanları yanlarına çekkek. Böylece haklı olduklarını kanıtlayabileceklerini düşünüyorlar. Bu yüzden en çok “ortada olma”yı bir “çaresizlik” değil “özgür ve doğru bir tercih” olarak gören ve göstermek isteyenlerden nefret ediyorlar.

Kürt sorunu hakkında yıllardır yazan çizen biri olarak, “ortayolculuk”un en çok bu konuda zor olduğunu çok iyi bilirim. Birileri sırf adını “Kürt sorunu” olarak koyduğunuz için sizi “vatan haini” ilan ederken, bir diğeri de PKK’yı, Öcalan’ı, DTP’yi eleştirdiğiniz için sizi “çözümsüzlük yanlısı” olarak lanetleyebiliyor.

İçinden geçtiğimiz süreçte en çok ihtiyacımız olanın “ortayolculuk” olduğuna inanıyorum. Zira çok hassas, kırılgan bir süreç yaşıyoruz ve en ufak bir hata bir çuval inciri berbat edebilir ve bugünkü gibi bir fırsatı bir daha kolay kolay yakalayamayız.

Peki bu “ortayolculuk” nasıl mümkün olabilir? Bunun çok basit bir formülü olduğunu düşünüyorum: Kürt’le Türk, Türk’le Kürt olmak. Yani Kürt olmayanlara Kürtlerin; Kürtlere de Kürt olmayanların hassasiyet, beklenti ve kaygılarını anlatmak, bunlara dikkat etmeleri, önemsemeleri gerektiğini izah etmek, onları ikna etmeye çalışmak.

Bu dizi için Güneydoğu’da görüştüğüm herkesle, bir gazeteci olmanın dışında bir vatandaş olarak da sohbet etmeye çalıştım ve kendilerinin de tanıklık edeceği gibi onlara Türkiye’nin kendilerinden ibaret olmadığını, toplumun geri kalan kısmını da dikkate almaları gerektiğini anlatmaya çalıştım.

İşte bu yazı dizisi de esas olarak Kürt olmayanlara Kürtlerin dünyasını anlatmak ve bu yolla sağduyuya, barışa, kardeşliğe katkıda bulunmak için hazırlandı.

Bu dizide neler bulacaksınız?

- Güneydoğu’da Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan’a bakış değişti mi?

- Erdoğan’ın 11 Ağustos’ta Meclis’te yaptığı konuşma nasıl yankılandı?

- MHP ve CHP’nin çıkışları nasıl karşılanıyor?

- Genelkurmay bildirisinin ne etki yarattı?

- Bölgede DTP-AKP rekabetinde son durum ne?

- DTP nasıl sosyal bir harekete dönüştü?

- DTP’nin İslam konusundaki tavır ve üslup değişikliği...

- PKK ve Öcalan’a neden ve nasıl sahip çıkılıyor?

- “Kürt açılımı” nasıl bir heyecan yarattı?

- Kısa süren ümitlerin yerini neden endişeler alıyor?

- Açılımın başarısı için hükümetten neler bekleniyor?

- Şu ana kadar en fazla bedel ödemiş kişiler açılıma neden daha fazla inanıyor?

- “Kürtçe eğitim”, “özerklik” vb. talep ve tartışmalar neden çok gündemde değil?

- Ayrılma isteyen var mı? Bunların gücü ne?

- PKK ve Öcalan hakkında hassasiyet ne?

- Neden terör ve terörist terimlerinden rahatsızlar?

- Açılımın “Amerikan planı” olduğuna inanıyor mu?

- Ya süreç başarısız olursa?..

 



Bu haber 471 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,853 µs