değişiyor | " /> değişiyor | "/>

En Sıcak Konular

Türkiye değişiyor

24 Ağustos 2009 15:30 tsi
Türkiye değişiyor 'Bir genelkurmay başkanının bile “hep aynı askeri yöntemi dayatarak, sorunu sadece silahlı mücadele paradigmasının içine yerleştirerek bu sorunun çözüm haritasını üretemezsiniz” dediği bir döneme girdi Türkiye.'

Neşe Düzel / Taraf

‘İspanya’daki ‘kısmi af’ gelebilir’

NEDEN: İHSAN BAL
Türkiye şu anda Kürt açılımı konusuna odaklanmış vaziyette. Etnik vurgunun barış sürecini zedelememesi için, kimilerinin “demokratik açılım” da dediği bu büyük değişim projesi, İçişleri Bakanı’nın Polis Akademisi’nde bazı gazetecilerle konuşmasından sonra daha hızlı tartışılmaya başlandı. Biz de o buluşmayı organize eden ve açılım sürecinin içinde yer alan polis Akademisi’nin öğretim üyesi ve Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu yöneticisi Doç. Dr. İhsan Bal’la konuştuk. Gazetecilerle yapılan çalıştayın iki moderatöründen biri olan İhsan Bal bu açılımın hazırlıklarının üç yıldır sürdüğünü, bu konuda deneyimi olan başka ülkelerin yetkilileriyle görüş alışverişi yapıldığını, devletin Abdullah Öcalan’a nasıl baktığını, gelişmelerin hangi duraklara uğrayarak devam edeceğini anlattı. Polis Akademisi’ni bitiren, uluslararası terörizm ve güvenlik uzmanı olan İhsan Bal İngiltere’de Leicester Üniversitesi’nde kriminoloji üzerine yüksek lisans, terör üzerine de doktora yaptı.

* * *

NEŞE DÜZEL: Siz, İçişleri bakanı ile gazetecilerin Kürt açılımını görüştüğü toplantıya ev sahipliği yaptınız. Bu görüşmeden tam olarak ne bekleniyordu? 

İHSAN BAL: Demokratikleşme süreci sanki son bir ayda ortaya çıkmış, devşirilmiş gibi bir algı var. Bu doğru değil. ‘12 kötü adam’ benzetmesiyle dile getirilen çalıştay çok ses getirdi ama Polis Akademisi olarak bizim bu konudaki çalışmalarımız üç senedir sürüyor. Mesela Kürt sorununun demokratik çözümüyle ilgili olarak bir buçuk yıl önce Güneydoğu’daki valiler, kaymakamlar ve güvenlik bürokrasisiyle mülakatlar yapıldı. 

Daha önce de Kürt açılımı toplantıları yaptınız mı siz? 

Sorunun çözümündeki ‘demokrasi’ vurgusu öyle sabah akıl edilip öğlen yapılmış bir vurgu değil ki. Gazetecilerle yapılan toplantıdan önce iki toplantı daha yapıldı.

Hangi toplantılar bunlar?

Bu çalıştaydan iki ay önce, Kürt kökenli vatandaşların yoğun olarak yaşadığı Güneydoğu’daki illerin emniyet müdürlerinin ve güvenlik bürokrasisinin katıldığı terör ekonomisiyle ilgili bir toplantı gerçekleştirildi. Terör örgütünün, illegal para kazanan yapıların ve devletin içindeki çeteleşmelerin iç içe geçtiği bir yapılanmanın uyuşturucudan sigaraya kadar varan her türlü kaçakçılığı bu toplantıda konuşuldu. Arkasından güvenlik ve terörizm konusunda uluslararası bir çalıştay yapıldı. Bu çalıştayda, terör örgütlerinin müzakere süreçleriyle ilgili zayıf ve güçlü noktalar da ele alındı.

Barışçı çözümde, terör örgütünün müzakere sürecindeki yeri mi konuşuldu? 

Bir konu başlığı olarak tartışıldı... Dağdan inme süreci nasıl formüle edilebilir ve bu süreç nasıl yönetilebilir, silah bırakma nasıl sağlanabilir konuşuldu. İrlanda barış sürecini yöneten kişi de bu toplantıdaydı. Amerikalı uzmanların da katıldığı bu çalıştayda, deneyimler paylaşıldı.

Bu çalıştayların sonuçlarını içişleri Bakanlığı’na mı verdiniz? 

Tabii. Burada bir bakıma İçişleri Bakanlığı’nın beyninden bahsediyoruz. Bu çalıştayları yaparsınız, süreçleri analiz edersiniz, onları raporlaştırırsınız ve bu raporlaştırdığınız çalıştay sonuçlarını, ‘yol haritalarını çizerken ve politika belirlerken yardımcı olsun’ diye bürokrasiyle paylaşırsınız. Çalıştaylar, sempozyumlar tamamen bununla ilgilidir. Gazetecilerle yapılan ‘Kürt meselesinin çözümünde Türkiye modeline doğru’ isimli çalıştay da bu serinin üçüncüsüydü işte. 

İçişleri Bakanı, gazetecileri ikna etmeye mi çalışıyordu yoksa onların önerilerini mi duymak istiyordu? 

Önerilerini duymak istiyordu. İçişleri Bakanı sadece dinleyiciydi. Sonuçta davet edilenlerin maksimum şekilde dinlendiği, davet edenlerin ise aşağı yukarı hiç konuşmadığı bir tartışma ortamı yaşandı.

Gazetecileri hangi kriterlere göre davet ettiniz? 

Sorunun çözümü konusunda yazıp çizmiş, ciddi birikimi ve alt yapısı olduğuna inandığımız gazetecilerdi bunlar. 

Çok fazla Kürt açılımına muhalif gazeteci yoktu bildiğim kadarıyla o toplantıda. Bu bir eksiklik değil miydi? 

Hayır değildi. Çözümün nasıl olabileceğini tartıştığınız bir çalıştayda çözüm isteyenleri çağırmanız kadar doğal bir şey yoktur. Kaldı ki gazetecilerle İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde yapılan ikinci çalıştaya, aralarında Oktay Ekşi, Sabahattin Önkibar’ın da bulunduğu 35 köşe yazarı ve gazeteci davet edildi ama çok azı katıldı. Bunlar tam bir tepkisellik içindeler. Türkiye’nin yeni söylemine, demokratikleşme sürecine, çalıştaylarla bulmaya çalıştığı kendi çözüm modeline, her şeye karşı çıkıyorlar. Zaten olan biten her şeyi olağanüstülüklere ve komplolara atfetmek, aklı ermeyen ülkelerin ve insanların huyudur. Bütün olayı bir komployla izah etmek gibi bir hastalık var burada. Bunlar, kendi yapabilme güçlerine ve yeteneklerine güvenmezler.

Sizce, Kürt açılımı nasıl bir gelişme gösterecek? 

Bu açılımda olumlu faktörler fazla. Bir kere sorunun demokratikleşmeyle çözümü konusunda ülkede önemli bir uzlaşı var. Türkiye, geniş halk desteği olarak hiç bu kadar barışa yakın olmamıştı. 1991’de Turgut Özal barışı dillendirdiğinde, ona cinnet geçiren devlet yöneticisi tarifesi uygulandı. Ve süreç, Bingöl’de 33 erin öldürülmesi provokasyonuyla bitirildi. 1999’da Öcalan’ın yakalanmasıyla gene bir çözüm fırsatı doğdu ama Türkiye onu da kullanamadı. Ama Türkiye artık değişti.

Ne değişti? 

Toplum zihniyet olarak ilk kez bu kadar barışa yakınlaştı. Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök bile “kafanızı hep aynı yere vurarak sorunu çözemezsiniz” dedi. Bir genelkurmay başkanının bile “hep aynı askeri yöntemi dayatarak, sorunu sadece silahlı mücadele paradigmasının içine yerleştirerek bu sorunun çözüm haritasını üretemezsiniz” dediği bir döneme girdi Türkiye. Yani bu ülkeye sadece ölerek hizmet edilmeyeceği, yaşayarak da bu ülkeye hizmet edilebileceği anlayışı öne çıktı. Önceki Türkiye, ölmenin kutsandığı bir ülkeydi.

Şimdiki Türkiye nasıl sizce?

Şimdiki Türkiye barış, özgürlük ve hukuk isteyen bir Türkiye oldu. Türkiye’yi 21’inci yüzyılın dev ülkesi yapmanın da vatana büyük bir hizmet olduğu kabul edilmeye başlandı. Türkiye bugün, daha çok demokrasi sayesinde herkesin kendisini birinci sınıf vatandaş olarak hissedeceği, bu devleti ve bayrağı daha çok sahipleneceği bir noktaya doğru gidiyor.

Hükümetin bir programı var mı Kürt meselesini çözmek için? 

Hükümet’in sorunu çözme iradesi var ama baştan sona oluşturduğu bir çözüm haritası bana göre henüz yok.

Hükümet çözüm için hazırlıklarını yaptı mı peki? 

Hükümet uzun süredir sorunu çözmek için hazırlıklar yapıyor. Sıfırdan başlanılan bir durum yok ortada. Demokratik açılım sözcüğünü Hükümet, daha önce de her MGK toplantısından sonra kurul kararı olarak dile getiriyordu. Dağlıca gibi büyük terör baskınlarından sonra bile Hükümet, “biz sorunlarımızı demokrasi ve hukuk öncelikli olarak çözeceğiz” demişti. Nitekim şehit cenazelerinin geldiği bir ortamda TRT Şeş’in açılış hazırlıkları Meclis’e sevkedildi. Faili meçhul cinayetlerin araştırılmasının arkasında duruldu. Unutmayın ki Ergenekon davası ve soruşturması Kürt sorunun çözümünde önemli bir eşiktir.

Sorunun çözümü için öncelikle, bütün vatandaşların Türk olduğunu söyleyen Anayasa’nın 66. maddesinin değişmesi gerekiyor. Anayasa değişikliği yapılabilecek mi? 

Hayır. Çözüme anayasa değişikliğinden başlanacağını düşünmüyorum. Seçimlere iki yıl kala anayasa değişikliği yapılmaz. Sürece, sembolik adımlarla ve değişikliklerle başlanacak. Zaten bu tür sorunların çözümünde, yapılabilir olandan zor olana doğru süreç yönetilmelidir. Yapılabilir olanlar, devletin vatandaşına onu onore edici jestler yapmasıdır. Mesela Cumhurbaşkanı’nın gidip Norşin demesidir. Başbakan’ın kendi memleketinde Potomya demesidir. İçişleri Bakanı’nın herkese çözüm için fikrini sormasıdır. Yani devletin dilinin değişmesidir, devletin kucaklayıcı olmasıdır. Nitekim bu ilk etaba başlandı.

İkinci aşamada neler yapılacak sizce?

İkinci etapta yapılması gerekenler ise yasal değişikliklerdir. Mesela Kürdoloji enstitülerinin kurulmasıdır, yerlere eski isimlerinin verilmesidir, TRT dışında başka kanalların da Kürtçe yayın yapmaya başlamasıdır. Demokratikleşmeye karşı çıkanlar bu açılımlar nereye kadar gidecek diye soruyorlar. 

Nereye kadar gidecek? 

Bu ülke üniter yapısını bozmayacak, toprağını bölmeyecek ve bayrağını değiştirmeyecek. Ama yerel yönetimlerin haklarının genişletilmesi, Kürtçe dilinde eğitim hakkı gibi demokratikleşme ve hukuk merkezli bir açılım yapılabilecek. Açılımlar kendi anadilinde eğitime kadar varacak. Demokratikleşmeye karşı çıkanlar, “bu haklar verildikçe iş federasyona, sonra konfederasyona, sonra da bağımsızlığa gider” diyorlar. Aksine bir ülkede özgürlükler genişledikçe, o ülkenin insanları o ülkenin bayrağı altında yaşamaktan onur duyuyorlar. Bu yüzden biz yapılmaya çalışılan bu açılımla bölünmüyoruz, tersine birleşiyoruz. Şimdiki süreçte bayrak kılıcın üzerinde yükselmiyor. Bayrak, onun altında olmaktan onur duyan kalplerin ve beyinlerin onayıyla yükseliyor. Dolayısıyla ülkede her vatandaşı birinci sınıf yapmaktan eşit ve özgür kılmaktan korkmayalım. 

Eğer Kürt sorununun çözümü sizin de dediğiz gibi aslında bir demokratikleşme sorunuysa, 1982 darbe anayasası değiştirilmeden Kürt sorunu ve demokratikleşme meselesi çözülebilir mi? 

Yasaların değiştirilmesinden önce, yasaları uygulayanların demokratikleşmenin ve hukukun erdemine inanmaları ve bunun için de bir zihniyet reformundan geçmeleri gerekiyor. Anayasanın değiştirilmesinden önce Türk Ceza Yasası’nın 221. maddesi genişletilebilir. Kısmi bir af uygulanabilir. Bunda başarı elde edildikten sonra da bu af daha genişletilebilir. 

Kısmi af ne demek? 

Dağdan inecek örgüt mensuplarının af edilmesiyle ve rehabilite merkezleriyle ilgili bir düzenlemedir bu. Bunun için anayasa değişikliği gerekmiyor. İyi yönetilirse kısmi af başarılı olabilir. İspanya örneğinde kısmi aflar oldu. Öncelikle, suça bulaşmadığı, eyleme katılmadığı düşünülen militanları kapsayan bir af çıkarıldı. Daha sonra af kapsamı genişletildi. Eylem yapmış olup da bu eylemleriyle ilgili bir kısım bilgiler verenler de kapsama alındı. Daha sonra da eylem yapmış olup da bilgi verme durumunda olmayanlar af sürecine dahil edildi. İngiltere de benzeri bir şey yaptı. Ve bu süreç orada sekiz yıl sürdü. 

Anayasa değişikliğinden önce bu mu yapılır? 

Bunun için anayasayı değiştirmek gerekmiyor. Özel Kürtçe televizyon kurmak için de, Kürt enstitüsü açmak için de, yerleşim yerlerine eski isimlerini vermek için de anayasa değişikliği gerekmiyor. Ama okullarda seçmeli Kürtçe ders koymak için gerekiyor. Bu yüzden demokratikleşme sürecine daha çözülebilir konulardan başlanmalıdır. Çünkü Türkiye’de en büyük direnç noktası psikolojiktir ve bu direnç, acaba birileri bizi oyuna mı getiriyor korkusudur. Biz, somut sorunları çözmeye çalışırken, ‘Amerika’nın oyunu, Almanya’nın oyunu’ gibi hayali korkulara teslim oluyoruz. Komplo teorileri, bizim gerçek sorunla yüzleşmemizi engelliyor.

Bütün vatandaşların Türk olduğunu söyleyen Anayasa’nın 66. maddesine geri dönersek... Abdullah Öcalan da bu maddenin değişmesini istiyor. Öcalan’ın son açıklamalarını okudunuz mu? 

Evet okudum.

Öcalan’ın taleplerini nasıl buluyorsunuz? 

Sorunun çözümüne yardımcı olmayan çok sert talepler bunlar. Kürt sorunun çözümünden ziyade, sürece ana aktör olarak dahil olmaya ve süreci kendi lehine manipüle etmeye çalışıyor. ‘Federasyon istemiyorum’ deyip, kendi polisiye gücünden özerk meclisine ve kendi amblem ve simgelerine kadar bir federasyonun bütün unsurlarını çağrıştıran taleplerde bulunuyor.

Öcalan’dan böyle talepler bekliyor muydunuz? 

Böyle sert talepler bekliyordum. Çünkü Türkiye’nin her atılım yaptığı dönemde Öcalan sert çıkışlar yaptı. Hatırlayın, DTP’li milletvekilleri ilk parlamentoya girdiklerinde, “Biz 1991’deki yanlışlıkları yapmayacağız. O ayrıştırıcı ve ajite edici dili kullanmayacağız. Ülkemizin sorunlarını beraberce çözeceğiz. Milli maçlara da gideceğiz” dediler. MHP ve CHP’yle, iktidar partisiyle el sıkıştılar. Öcalan o zaman ne dedi? “Bırakın bu şarlatan siyaseti” diye onları azarladı. Ve, geri adım atıldı. 

1991’de barışa gene çok yaklaşılmıştı. Öcalan ateşkes ilan etmişti. O zaman da sert miydi Öcalan? 

O zaman da 33 asker şehit edildi. Öcalan 33 er öldürüldüğünde o eylemi kınamadı. Bugün Öcalan, Kürtlerin sorununun çözümünden ziyade kendi sorununun çözümünü istiyor. Kendi sorunu da İmralı cezaevinden çıkmaktır.

Sertleşerek çıkabilir mi? 

Sertleşerek taviz koparacağını zannediyor. Ne kadar taviz koparabilirim diye şimdi kamuoyunun tansiyonunu ölçüyor. Bakın şu da var. Öcalan yumuşadığında dağdaki militan çözülür. Sertleştiğinde ise çözülmez. Operasyonlar oluyorsa, çatışmalar sürüyorsa, militan dağdan inmez.

Öcalan artık bağımsız bir devlet istemediklerini, cumhuriyetin kazanımlarına saygılı olduklarını ama demokratik bir cumhuriyet istediklerini söylüyor. Bu Türk aydınlarının da dile getirdiği bir istek. Öcalan’ın aklındaki demokraside Kürtlerin statüsü ne olacak sizce?

Öcalan’ın kafasında önce Öcalan var, sonra Kürtler var. O, önce kendisini dışarıda ve siyasetin içinde görmek istiyor. Kendisinin merkezde olduğu bir yapı istiyor. Bugün biz Türkiye’de bir Kürdistan devleti ya da Kürt federe bölgesi kursak ve Öcalan’ın da sonuna kadar İmralı’da kalacağını deklare etsek, Öcalan militanlarını dağdan indirmeyecektir. Çünkü onun önceliği Kürtlerle ilgili düzenlemeler değildir. Önceliği kendisidir. Bakın...

Evet...

Cumhuriyet tarihinde Kürtlerle ilgili kazanımların, TRT Şeş’in açılması dahil, en fazla olduğu dönem 2004-2006 dönemidir. Bu dönemde terör eylemleri niye arttı? Bütün tarihsel süreç bize bunu gösteriyor. Öcalan’ın Kürtlerle ilgili olumlu gelişmeleri alkışladığı olumlu bir demeci hiç olmadı.

Kürtler için nasıl bir statü düşünüyor peki? 

Sızan bilgilere göre, demokratik özerklik adı altında, bölgede bir kısım hâkimiyetlerin belediyelerde kurulduğu, bazı sembolik flamaların yerel bayrak gibi kullanılacağı tamamen özerk bir Kürt bölgesi, otonom bir yapı istiyor. Biraz Belçika, biraz İspanya derken dünyadaki her örnekten derlenmiş bir şey bu. Öcalan’ın demokratik özerklik, demokratik cumhuriyet gibi ifadelerinin içi aslında şöyle doluyor. O, belediyeleri ayrıştırıcı bir yapı olarak düşünüyor. Bu arada Öcalan kavramları karıştırıyor. Federasyon istemem diyor, federasyondan öte talepte bulunuyor, ‘halk kendi savunma gücünü oluşturacak. Gerektiğinde bayrak da kullanabilir’ diyor. Bir ülkede ikinci bir bayrağa geçiş, ayrılmanın ifadesidir.



Bu haber 818 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,371 µs