Leyla Zana'ya ne dedi? | " /> Leyla Zana'ya ne dedi? | "/>

En Sıcak Konular

Türkeş Leyla Zana'ya ne dedi?

24 Temmuz 2009 08:59 tsi
Türkeş Leyla Zana'ya ne dedi? Başbakan Demirel HEP'lilerin görüşme taleplerini reddederken, heyet İnönü, Ecevit, Erbakan,Yılmaz ve Türkeş'le görüştü: Türkeş Zana ile özel ilgilendi...

Hüseyin Yayman / Yeni Şafak

Kürt açılımı'nın Psikolojisi

Bu açılımın yürütülmesinde ne söylendiği kadar, muhataba nasıl davranıldığının, kelimelerin ve cümlelerin vurgusunun, özenli ve yapıcı siyasi dilinin de sembolik ama önemli bir etkisi vardır. Türkiye bu meseleyi bir probleminin çözümünden çok geleceğini tayin edecek bir psikolojik eşik olarak ele almalıdır. Unutmamak lazım ki 'usul, esası belirler'.

''Toplumlar için büyük tehlike geçiş dönemlerinde dengeyi kaybetmektir. Değişmemekte ve statik kalmakta direnen memleketler kadar dengeyi kaybedenlerde tarihin harabelerine gömülmüşlerdir.”

Cevdet Paşa

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Çek Cumhuriyeti dönüşünde: “İster terör, ister Güneydoğu, isterseniz Kürt sorunu deyin; bu Türkiye'nin en önemli sorunu. Yeni şeyler olacak.” açıklamasıyla başlayan süreç Kürt açılımı tartışmalarıyla konuşulmaya devam ediyor. İç dinamikler kadar uluslararası konjonktürün de olumlu etkisiyle süreç yeni bir yol ayrımına gelmiş durumda. Bazı köşe yazarı, milletvekili ve kanaat önderlerinin 'Abdullah Öcalan'ı muhatap alma' tezi, çözüm sürecinin yavaşlamasına ve toplumsal gerginliklerin yükselmesine neden olsa da uluslararası dengeler hadisenin çözümü noktasında ümitvar bir havanın esmesine neden oluyor.

Ülkenin son 25 yılına damgasını vuran, toplumsal hafızada ciddi yaralar açan ve birçok acıyı bünyesinde barındıran bir mesele hakkında daha temkinli ve yapıcı bir siyaset dilinin geliştirilmesine ihtiyaç var. Sürecin karmaşık, psikolojik eşikleri olan ve hem çok zor hem de çok kolay bir hadise olduğunu akıldan çıkarmadan alt yapısı iyi hazırlanmış bir takvim doğrultusunda yürütülmesi gerekiyor. Bu sürecin anahtar kavramları 'diyalog ve müzakere'. Eğer müzakereci siyaset terk edilmez ve diyalog kapıları açık tutulursa mesele kendiliğinden hal yoluna girecektir.

Çözüm isteyenlerin daha yapıcı bir tavır, daha dikkatli bir dil ve daha nesnel bir terminoloji kullanmaları gerekiyor. Bu meselenin toplumda yarattığı 'dip dalgaları' görmeden atılacak adımlar şiddetin son 25 yılda yapamadığı ayrışmaya ve çatışmaya yol açabilir. Türkiye eğer Kürt meselesini çözecekse daha çok ortak aklı kullanmalı, ilmi siyasetle hareket etmelidir. On beş gün önce DTP'nin Mersin Kampı sırasında Hamit Geylani'nin bir çay bahçesinde yaşadıkları dikkate alınmalı ve meselenin sosyo-psikolojisi iyi okunmalıdır.

DEĞİŞİM VE STATÜKO ARASINDA

Hamit Geylani'nin Taraf Gazetesi'ne yazdığına göre bazı vekil arkadaşlarıyla birlikte Erdemli'de akşamüzeri dinlenmek ve sohbet etmek üzere bir çay bahçesine gitmiş. Bir müddet sonra çay bahçesi sahibinin yanlarına gelip nazik biçimde 'Şehidim var. Beni anlayışla karşılayın ve lütfen burayı terk edin' demiş ve vekiller orayı terk etmişler. Genele teşmil edilmese de aslında bu tekil örnek dahi meselenin nasıl nazik ve hassas bir konu olduğunu bütün açıklığıyla ortaya koyuyor.

Her gün belki onlarca Kürt'e hizmet veren ve işyerine gelen insanlara hangi kökenden olduğunu sormayan hatta belki Kürt birini yanında çalıştıran ya da kız alıp veren dükkân sahibinin DTP vekillere yüklediği manayı iyi tahlil etmek lazım. Olayı tekil bir hadise olarak ele almanın ötesinde yaygın bir psikoloji olarak mütalaa etmek lazım. Bu meseleyi konuşurken evlatlarını kaybeden anaların ve babaların, ağabeylerini yitiren kardeşleri ve babalarını kaybeden çocukların ne düşündüğünü doğru anlamamız gerekiyor.

Siyasetin 'Kürt realitesini tanıyoruz' sözünden sonra somut adımlar atıp süreci yönetememesi, meseleyi 'güvenlik bürokrasisine' havale ederek işin içinden çıkması farkında olarak veya olmayarak konunun sürüncemede kalmasına ve kamuoyunun ikiye bölünmesine neden oldu. Sadece Türkiye kamuoyunun değil aynı zamanda bu süreç Kürtlerinde ikiye ayrılmasına sebep oldu. Geldiğimiz noktada meselenin adlandırılmasından, çözümüne farklı düşünen ve farklı algılara sahip iki Türkiye var. Birinin problem dediğine, diğeri değil diyor. Birinin çözüm paketi olarak gördüğünü, diğeri bölünme olarak görüyor. Türklerin ve Kürtlerin algılarının farklılaşmasından öte Kürtlerin kendi aralarındaki tercihlerinin ve değerlendirmelerinin de farklı olduğunu ifade etmemiz lazım.

Kürtler arasındaki ayrışmayı Doğu Ergil 'Kürt Raporu'nda şöyle izah ediyor: “...silahlı çatışma ve örgütsel bağın yarattığı radikalleşmiş bir grup, DTP odaklı bir grup oluşturmuştur. Onun karşısında radikalizmi ve silahlı çatışmayı benimsemeyen Kürtlerde başka bir küme oluşturmuştur. Bu 'ılımlı' kümenin iki özelliği vardır. Bu küme tercih ve değerlendirmelerinde Türk çoğunluğa benzemekte ancak yineden Kürt olmanın bilinciyle hareket etmektedir. Bu 'ılımlı' kümenin ikinci özelliği ise DTP odaklı kümenin radikalizmini yumuşatan ve hatta engelleyen bir rol oynamalarıdır.” (Kürt Raporu, Timaş Yayını, s.325).

Böylesine bölünmüş ve polarize olmuş bir toplumsal yapının doğru yönetilmesi ve açılımın bir parti siyaseti olarak değil devlet siyaseti olarak takdim edilmesi gerekiyor. Aksi takdirde önce 'ayrışma, sonra çatışma ve daha sonra da bölünme' kendiliğinden olacaktır. Son dönem Osmanlı aydınlarının önemli isimlerinden biri olan Cevdet Paşa'nın dediği gibi “...toplumlar için büyük tehlike geçiş dönemlerinde dengeyi kaybetmektir. Değişmemekte ve statik kalmakta direnen memleketler kadar dengeyi kaybedenlerde tarihin harabelerine gömülmüşlerdir.” Türkiye bu meselede ne dengeyi kaybetmeli ne de statükoya teslim olmalıdır.

TÜRKEŞ LEYLA ZANA'YA NE DEDİ?

Meselenin nasıl bir haleti ruhiyeye ve hangi arka plana dayandığını daha iyi görebilmek için 1990'lı yılların 'düşük yoğunluklu savaş' yıllarından bir anıyı nakletmek isteriz. 1992 yılının olaylı geçen Nevroz Kutlamalarıyla beraber Türkiye'de siyasi tansiyon iyice yükselmiş ve HEP'e karşı ciddi bir toplumsal muhalefet yükselmişti. 21 Mart kutlamalarına tepki olarak ülkenin Batısında Türkler ve Kürtler arasında ciddi gerginlik yaşanıyordu. Fethiye'de çatışmalarda şehit olan bir Yüzbaşının cenazesinde çıkan olaylar gerginliğin had safhaya ulaştığını gösteriyordu. Toplum yükselen tansiyonla her an patlamaya hazır barut fıçısına dönmüştü. Olayları yerinde incelemek üzere Fethiye'ye giden HEP heyeti yaptığı incelemeler sonucunda 'Türk-Kürt çatışması ihtimaline' dikkat çeken bir rapor hazırlamış ve gelişmeyi parti liderlerine anlatmaya karar vermişti.

Olayı, Faruk Bildirici'nin Leyla Zana'nın hayatını anlattığı 'Yemin Gecesi' isimli kitaptan devam edelim: “Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel HEP'lilerin son olaylarla ilgili görüşme taleplerini reddederken, heyet Erdal İnönü, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Mesut Yılmaz ve Alparslan Türkeş'le görüştü. HEP heyetinde Genel Başkan Feridun Yazar, Ahmet Türk, Orhan Doğan, Mahmut Kılınç ve Leyla Zana yer alıyordu. HEP heyetinin en ilginç görüşmesi MHP lideri Alparslan Türkeş'le oldu. Randevu alma konusunda yaşanan tereddüt Türkeş'le yapılan görüşmede yerini sıcak bir atmosfere bırakmıştı. Yarım saatlik randevu bir buçuk saate uzamış ve Türkeş HEP'lilerle yakından ilgilenmişti. Türkeş sohbet boyunca, daha çok kızım dediği Leyla Zana'yı muhatap aldı ve Türklerle Kürtlerin kardeşliğinden bahsetti. Türkeş heyete '...biz 900 yıldır kardeşiz. Benim yeğenlerim Kürt'tür. Kız kardeşim Kürt'le evli. Bizim birbirimizden ayrılmamız mümkün değildir.' diyerek heyeti rahatlatan bir konuşma yaptı.”

Türkeş ülkede yükselen toplumsal gerilim hakkında ise “Bu ülke Türk-Kürt çatışmasıyla bölünür. Kürtlere karşı reaksiyonun ülkücülerden geleceği hesaplanıyor. Ben tabanıma hâkimim ve sözümü geçiriyorum. Sizde tabanınıza hâkim olun. Bu tür çatışmaları elbirliğiyle engelleyelim. Size telefon numaramı veriyorum. Eğer bir olay çıkarsa öncelikle beni arayın. Yirmi dört saat arayabilirsiniz. Bize düşen Türkiye'yi dış güçlerin müdahale edebilecekleri bir iç savaş alanı olmaktan çıkarmaktır.” Türkeş'in bu olumlu ve sıcak tavrı HEP'lilerde şaşkınlıkla karşılanırken, Türkeş'in heyeti kapıya kadar uğurlaması tam bir sürpriz oldu. Bu görüşmeden sonra Fethiye ve Alanya'daki olayların son buldu ve toplumsal tansiyon düştü.

Türkiye'de milliyetçilerin önemli bir kısmının Kürt din âlimi Muhammed Raşit Erol'un bağlısı olmaları ve MHP tabanında çok sayıda Said Nursi gönüllüsünün olması aslında meselenin nasıl iç içe geçtiğini çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Bunun tersinden örnekleri de vermek mümkün. Din faktörü hadiseyi yumuşatan ve bir nevi tutkal işlevi görüyor. A.Melik Fırat'ın da dediği gibi bugün iki halk et ve tırnak gibi iç içe geçmiş ve kız alıp vermiştir. Bırakın kızlarımızı veya oğullarımızı geri almayı torunlarımızı kendi aramızda nasıl pay edeceğiz. Normal vatandaşlar bir yana DTP'lilerin ne kadarı bir Türk kızı almış veya gelin vermiştir. Onun için bu meseleyi bir etnik mesele olmaktan çok bir demokratikleşme meselesi olarak görmek ve bir babanın çocuklarına haklarını vermesi gibi mütalaa etmek gerekiyor.

KİMİ İKNA EDECEĞİZ: DTP'Yİ Mİ MHP'Yİ Mİ

DTP'nin 22 Temmuz 2007 seçimleri sonrasında meclise girmesi sonrasında Ahmet Türk ve Devlet Bahçeli el sıkışmasının yaratığı olumlu havayı göz önüne aldığımızda aslında meselenin nasıl bir psikolojiye yaslandığını çok daha iyi görüyoruz. Bu örnekler MHP'nin ve onun liderliğinin süreçte ne kadar önemli ve tarihsel bir sorumlulukla karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Kürt açılımının neticeye varması hükümetin kararlılığı kadar aynı zamanda milliyetçilerin ve MHP'nin alacağı tavra bağlı. Bu meselenin çözümünde DTP'den daha çok MHP'nin ve Devlet Bahçeli'nin iknası çok daha önemli.

Türkiye'nin bugün içine girdiği küresel entegrasyon, üretim ilişkileri, şehirleşme, yaşanan nüfus hareketleri ve demografik yapı Kürt meselesinin çözümünde MHP'yi kilit konumuna getiriyor. Öcalan'ın idamı konusunda yaşandığı gibi MHP'nin evet demediği bir çözümün hayata geçirilmesi oldukça zor. Bugün Ege ve Akdeniz'de bir dip dalga olarak yükselen milliyetçilik ve iki toplumun iç içe geçmişliği meselenin çözümünde nasıl bir diplomasi ve ustalık gerektiğini ortaya koyuyor.

Kamuoyunu yüksek bir beklentiye sokmadan, bir partinin veya hükümetin değil, devletin öncülüğünde belli bir takvim doğrultusunda bir yol haritası tayin edilmelidir. Bir yarayı iyileştirmek isterken yeni yaraların açılmasına izin verilmemeli ve süreç diplomatik bir anlayışla yürütülmelidir. Son tahlilde bu açılımın yürütülmesinde ne söylendiği kadar, muhataba nasıl davranıldığının, kelimelerin ve cümlelerin vurgusunun, özenli ve yapıcı siyasi dilinin de sembolik ama önemli bir etkisi vardır. Türkiye bu meseleyi bir probleminin çözümünden çok geleceğini tayin edecek bir psikolojik eşik olarak ele almalı. Unutmamak lazım ki 'usul, esası belirler'.

 



Bu haber 757 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,826 µs