Vatikan olmaz | " /> Vatikan olmaz | "/>

En Sıcak Konular

İstanbul'un ortasında Vatikan olmaz

10 Temmuz 2009 16:58 tsi
İstanbul'un ortasında Vatikan olmaz Ruhban Okulu konusunda çözüme yaklaşıldığına dair emareler artarken, Fener Rum Patrikhanesi'nden açıklama geldi

Ayça Örer / Taraf

Ruhban okulu da Anadolulu

Heybeliada için alametler belirdi
Önce Kültür Bakanı Ertuğrul Günay “Açılabileceği konusunda bir izlenim var” dedi. Ardından Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu bürokratlarına iki alternatifli bir çalışma hazırlattı. Son olarak da Türkiye’yi ziyaret eden Rus Patriği Kirill “Açılacağı konusunda bilgi aldım” dedi.

Açılması konusunda yeni bir sürece girilen Heybeliada Ruhban Okulu için son açıklama Başbakan Erdoğan’dan geldi.

İtalya ziyareti öncesinde havaalanında soruları yanıtlayan Başbakan, “Ruhban Okulu konusu ile ilgili bize gelmiş herhangi bir teklif, talep söz konusu değil. Gelirse onu da ayrıca değerlendiririz” dedi.
Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasına bir yeşil ışık da okulun bağlanması planlanan YÖK Başkanı’ndan geldi. Dün toplanan YÖK Genel Kurulu’nda konuyla ilgili soruyu cevaplayan Başkan Yusuf Ziya Özcan, “Bizce açılabilir. Biz olumlu bakıyoruz’’  dedi.

Bir gazetecinin, “Milli Eğitim Bakanlığı’nın bazı önerileri var. Örneğin, meslek okulu olması tartışılıyor’’ hatırlatması üzerine ise Özcan, “Bize yüksek okul olarak gelirse, ancak öyle ilgilenebiliriz. Öyle bir teklif de gelmedi. Gelsin karar veririz’’ dedi.

Ruhban Okulu da Anadolulu
1844 yılından 1971’e kadar hem Türkiyeli hem de yurtdışından gelen Ortodokslara din eğitimi veren Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması gündemde. “Başbakan Erdoğan, Türkiye’de sorunları isimleriyle zikreden ilk politikacı” diyen Fener Rum Patrikhanesi Sözcüsü Peder Dositeos konunun bu kez çözüme ulaşacağına inanıyor. Peder Dositeos’a göre, okul açılırsa yalnızca siyasi bir kriz çözülmeyecek, aynı zamanda, Anadolu zihniyetini taşıyan bir ruhban okulunun varlığı, dinler ve mezhepler arasındaki anlaşmazlığı da ortadan kaldıracak.

Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması gündemdeyken, Fener Rum Patrikhanesi’nin bu konudaki görüşü nedir?
1971 yılında Ruhban Okulu kapandıktan sonra yaşanan tartışmalar içinde en önemli şey şudur: Bu konu her seferinde konuşulur ama kimse gelip bize sormaz. Dolayısıyla bizim de yaptığımız bir açıklama yok, çünkü bir muhatabımız yok. Dışişleri Bakanı “Öyle olmaz başka türlü olur” manasında bilgiler vermiştir, demeçler vermiştir; neticede somut bir teklif yok hükümetten. Bizim de bir hatamız olabilir, biz de oturup bir dilekçe yazmadık bugüne kadar, farkındayım. Resmî dilekçe yazmadan önce oturup konuşmak bence daha makul, daha yaratıcı.

Sizin öneriniz vakıf statüsünün yeniden kazandırılması...
Evet, bakın Heybeliada Okulu bir vakıftır, Heybeliada Manastırı da bir vakıftır. Şimdi o manastır vakfının bir okul kurabileceği veya o okulu vakıf olarak açıp açamayacağı konusunda hukukçuların bilgisine ihtiyacımız var. Bir masada uzmanların oturup bugünkü Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre bu okul nasıl çalışır, bu konuda bir yazı yazmaları ve bunun da Patrik Hazretleri ve Milli Eğitim Bakanlığı nezdinde onaylanması şarttır.

Ruhban Okulu üzerine yaşanan tartışmalar bu kadar canlı hale gelmişken ve hükümet kanadından da umut verici sözler sarf edilirken, sizin bu konuda bir girişim hazırlığınız var mı?
Bu okulun açılması için çabalar başladığı zamandan beri biz bir konuşma ya da müzakere yapmaya hazırız. Biz ne arzu ettiğimizi veyahut oradan mezun olacak kimselerin hangi vazifelere ve bilgilere sahip olması icap ettiğini biliyoruz. Bu konuda bizim bir düşüncemiz, bir projemiz var. Şimdi bu proje bu kanunlara uyuyor mu, uymuyor mu, mesele budur. Bizim başlangıçta düşündüğümüz şuydu; 1971 senesinde şu statüyle kapatılmıştır, eğer o statüyle devam etme olanağı varsa çok iyi olur. Yoksa, “Olmuyor, olamayacak, bu hiçbir zaman Türkiye’de olamaz” demek yerine, oturup bir tartışma ya da açık bir müzakere yapmak daha iyi olur kanaatindeyiz. Ben şimdi size şu çözüm yolu doğrudur, bunu hemen yapmak icap ediyor diyemem. Çünkü bizim arzumuz papaz yetiştirmektir.

Ruhban Okulu Ortodoks camiası içinde de çok önemli bir okul. Bu anlamda ne gibi bir eksiklik yaratıyor okulun kapalı olması?

Bu okul 1844 senesinde kurulmuştur. Eski binanın içindeydi, kilise dokuz yüzyıldan beri orada durmaktadır. 19. yüzyılın sonundan beri bu okul çalışmaya devam ediyor. Lozan Antlaşması’ndan sonra da devam etmiştir ki, bu Lozan Antlaşması’na da aykırı olmadığını gösterir, ta ki 1971 senesine kadar. İstanbul patriklerinin büyük bir kısmı oradan mezundur. Antakya Patrikhanesi’nin bundan evvelki son iki patriği, İskenderiye Patrikhanesi’nin bundan evvelki patriği. Atina Baş Piskoposluğu’nda da buradan mezun olanlar vardı. Şu anda bizim Almanya’daki Metropolitimiz de buradan mezundur, İskandinavya, Avustralya ve Yeni Zelanda’dakiler de. Bu insanların şimdiye kadar muvaffak olduğu bir konu vardır, Müslümanlarla, Musevilerle, Katoliklerle diyalogları bu insanlar yürütmüş, bu insanlar başlatmıştır. Demek ki bu okul fanatizmle ilgisi olmayan insanlar yetiştirmiştir. Başka Teoloji Fakültesi yok mudur? Vardır, bunlar ilmî bilgi veren fakültelerdir, meslek okulu değildir. Herhangi bir din profesörü bilgi verirse bu halka ulaşmaz ama bir papazın yaptığı vaaz çok mühimdir. Eğer papaz fanatik bir ortamda öğrenim görmüş bir şahıssa, mesajı gelmez. 1991 senesinden beri Patriğimiz, başka dinlere bağlı kimselerle diyalogu başlatıp yürütmekte olan Bartholomeos’tur. Ne Rus Patriği ne başka patrikler bunu yapmıştır.

Bu Türkiye’de hep söylenegelen çok kültürlülük düşüncesine denk gelmiyor mu?
Eski Osmanlı İmparatorluğu’nda Anadolu halkının bir kısmı Hıristiyan, bir kısmı Müslüman’dı. Bu halklar tarihî evrimden dolayı birbirleriyle yaşamasını öğrenmiş insanlardı. Anadolu’da gittiğim hiçbir yerde düşmanlık görmedim, hatta saygı bile gördüm. Hatta elimi öpen Müslümanlar da vardı. Hoşgörü diyoruz, bu kelime güzel değil, “ötekini kabul etmek” diyelim. Bu, Anadolu topraklarında vardır. Dolayısıyla Anadolu zihniyetini taşıyan bir ruhban okulunun varlığı, dinler ve mezhepler arasındaki anlaşmazlığı bile ortadan kaldırabilecek kapasitededir. Bu geleneğin devam etmesini istiyoruz, en önemli tarafı budur.

Patrikhane’nin sürekli karşısına çıkan bir diğer sorun da ekümeniklik statüsüyle ilgili.
Patrikhane’nin hukukî yönden var olduğunu iddia edemeyiz. Artık Patrikhane’ye kurumsal bir karakter vermenin zamanı gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu teokratik bir cumhuriyetti, dolayısıyla orada tüzel bir kişiliğe gerek yoktu, patrikhane patrikhaneydi. Türkiye Cumhuriyeti laik bir cumhuriyettir. Dolayısıyla bu laik cumhuriyet içerisinde bütün diğer dinlerin herhangi bir şekilde tüzel kişiliği kazanması, insan haklarına uygun bir arzumuzdur. Gelelim ekümeniklik kelimesine. Bu kelimenin siyasî manası yoktur ve olmayacaktır. Türkiye’de yanlış anlaşılan bir konu var. İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet, Gennadios’un seçilmesine müsaade eder ve yeni patriğe milletbaşılığı unvanı verir. Bu kelime, bu unvan Osmanlı imparatorluğu zamanında doğmuş bir unvandır, Kilise’yle hiçbir ilgisi yoktur. Gayrimüslimlerin başında birisinin olması ve onun da sultana karşı sorumlu olması mantıklı bir düşüncedir. Türkiye’de bu ortadan kalkar. Dolayısıyla Kilise ekümenikliğin yerine geçemez. Ortodoksluk’ta en kıdemli kilise İstanbul’dur. Ama Papa’yla mukayese edilemez. Çünkü Papa, kilisesini tek başına idare eder. Burada tek başına bir patrik yoktur. Burada ve diasporada yaşayan Ortodoksların dinî reisi her zaman İstanbul Patriği’dir. Patriğin Türkiye dışındaki vazifeleri lağvediliyor diye bir konu yoktur Lozan Antlaşması’nda. Patrik diasporada yaşayan Ortodoksların ruhanî reisidir. Şu anda Patrikhane’ye bağlı Türkiye dışında yaşayan nüfus 10 milyondur. Bunlara da papaz yetiştirmek lazım.

Bu statü getirilirse İstanbul’dan bir Vatikan çıkmaz yani...
İmkânı yok. Çünkü Ortodoks ya da Doğu Hıristiyanlığı daha farklı Batı’ya göre. Dünya üzerinde İsa Efendimizin bir devleti kurulabilir mantığı Doğu’da yoktur. Kilise İmparatora bağlıydı ama ne İmparator Kilise’ye ne de Kilise İmparatora karışırdı. Batı’da prensler kendilerini aynı zamanda Kilise başkanı kabul eder. Yalnız politikayı kastetmiyorum, dinî anlayışı da kastediyorum. Bizim için ise ileride bütün insanlığı idare edecek tanrısal bir yönetim şeklinin gelmesi önemli. O zamana kadar ne olacak, başka mesele. Mühim olan bu dünyada Hıristiyan Ortodoks Devleti kurulamaz, nokta.

"Rusya’yla münasebetler hep zordu"

Rus Patriği’nin ziyaretini nasıl algılamamız gerekiyor?
Ortodoks kiliseleri içinde en kıdemlisi İstanbul’dur. Dolayısıyla yeni seçilenler İstanbul’a gelip bir sevgi gösterisinde bulunur. Tabii siyasi koşullar uygun olursa, her zaman uygun olmuyor çünkü. “El almak” gibi bir şey diyebiliriz. Seçilen şahsın saygı gösterisinde bulunması bir gelenektir. Bu en kıdemli şahsı, kiliseyi ziyaret etmek, birlikte dua etmek bir nevi iman birliği göstergesidir. Nitekim akşam yemeğinde Rus Patriği, “Biz sizi seviyoruz Bartholomeos Hazretleri” demiştir. Yalnız Rusya’yla münasebetler her zaman zordu. Sovyetler döneminde oranın patriğinin buraya gelmesi kolay değildi. Bir nevi unutulmakta olan bir geleneğin devamıdır bu. Bu çok önemli bir cepkendir. Bunun altında her şeyin çözülmesi mümkündür.

"Başbakan Erdoğan tarihe geçecek"

Ruhban Okulu’nun kapatılmasına yol açan süreçten bu yana siyasal eğilimde  farklılaşma yaşandı. Şimdi İslamî hassasiyeti ön planda olan AKP hükümeti iktidarda. Bu size bir ılımanlaşma olarak yansıdı mı?
Tabii. Ben 1968-2003 seneleri arasında Almanya’da yaşadım ama gidip geliyordum. Dolayısıyla Türkiye’deki değişimi hissettim. Bir de bunu yaşamak var. 2003 senesinde buraya geldikten sonra konuşmaya başladım. Fark ettim ki eskiden çok tehlikeli sayılabilecek fikirleri söylediğim zaman karşımda mantıklı düşünen bir insan var ve cevap veriyor. 30 sene önce “Bu adam Türk düşmanı” diye başım belaya girerdi. Hakikaten Türkiye demokratikleşiyor. Benim bildiğim ve takdir ettiğim bir şey varsa, o da şudur: Türkiye’de şu anda politik düşüncesi ne olursa olsun Erdoğan mutlaka tarihe geçecek bir şahsiyettir. Çünkü bu insan Türkiye’de sorunları isimleriyle zikreden ilk politikacıdır. Bir Kürt probleminden söz etmiştir, ekümenikliğin bir kilise problemi olduğunu Meclis’te söylemiştir veya daha sonra ‘Faşist hareketlerimiz olmuştur’ demiştir. Bunları söyleyecek cesareti var, açık. Öyle tarihe geçecek. Böyle insanlara ihtiyaç var. Ben bu adamın tarihe geçeceğinden eminim. Bu problemleri çözer mi? Daha çözemez, ama sayın Başbakan bunu başlatmıştır. Ben Heybeli sorunun çözüldüğünü düşünüyorum.



Bu haber 914 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,168 µs