'Alevilik, bir inanç yolunun adıdır' | " /> 'Alevilik, bir inanç yolunun adıdır' | "/>

En Sıcak Konular

'Alevilik, bir inanç yolunun adıdır'

9 Haziran 2009 12:00 tsi

'Alevilik, bir inanç yolunun adıdır' Çamuroğlu, "Sancılı bir süreci yaşıyoruz. Alevilik, bir ideoloji değildir Alevilik, bir inanç yolunun adıdır. Bir inanç yoludur. Dolayısıyla ideolojilerle özdeşleştirmek hatadır" diyerek 'yol'u anlattı

1950’li yıllardan itibaren toplumsal hayatta görünür olmaya başlayan ve 2000’li yıllarda siyasi hayata müdahale eden bir cemaat olan Aleviler sorunlarını yüksek sesle dile getirmeye başladılar. Alevi cemaatinden birisi olarak hükûmet partisinin milletvekili Reha Çamuroglu, Alevi açılımının mimarlarından ve Alevi cemaatinin sorunlarını derinlemesine bilen, ön yargıların farkında bir düşünür olarak konunun hassas noktalarına dikkat çekiyor.


> Aleviliği nasıl tanımlıyorsunuz? Sizin İslam tasavvurunuzda Alevilik nereye oturuyor? İslam ile Alevilik arasındaki bağı nasıl kuruyorsunuz?

> Aleviliğin kendi terminolojisini kullanarak bu sorunuza şöyle cevap vermeye çalışayım. Bakınız, ilahiyatçılarımızın karmaşık bir terminolojisi vardır. Bu karmaşık terminoloji, Alevilerin kendilerini tanımladıkları terminolojiyle tam olarak örtüşmez. Aleviler kendilerini tanıtırken -biz, tarih boyunca da Alevi ozanlarda bunu görmüşüz- “yol” kelimesini kullanırlar. Ozanlarımız “Yolumuz var bizim.” derler. Aynı şekilde, “tarik” ya da “tarikat” kelimesini de kullanırlar. Bu kelimeler, deyişlerde, nefeslerde sık sık kullanır. Alevilik ile ilgili olarak ortaya konması gereken bir husus da Bektaşiliktir. Bektaşilik, tam bir tarikattır. Aleviliğin, İslam ile bağını kurmak için özel bir çabaya gerek yoktur. Alevilik, İslam’dan ayrı düşünülemez. Aleviliğin tarihi şunu göstermiştir ki İslam’ın egemen olmadığı hiçbir coğrafyada Alevilik yoktur. Alevilik, İslam’ın tam içinden gelişmiş bir yoldur. Tabii ki kendine özgü, farklı kültürel ve itikadi yönleri vardır; ama Alevilik, İslam’ın bir “yolu”dur. Bektaşilik, İslam’ın bir yoludur ve bu yolları İslam’dan ayrı düşünmek mümkün değildir. 

> Sizin de daha önce katıldığınız birçok televizyon programda şunu fark ettik. Alevilerin bir kısmı Aleviliği; “kendine özgü bir yol” veya “İslam’ın dışında yeni bir inanış biçimi” olarak görüyor. Bu yanlış bilinç, nereden kaynaklanıyor?

> Bugün pek çok Alevi vatandaşımız, maalesef, kendi inancına bağlı ödevlerinin ve inandığı ritüellerin başka yollarda olmadığını zannediyor. Mesela, Melamiliği tam olarak bilmediği için Melamiliğin, Alevilikle ilişkilerini ve ortak yönlerini de bilmiyor. Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre, Mevlana Celaleddin Rumi; hem Sünniler hem de Aleviler için önemli figürlerdir. Mevlana’yı hakkıyla bilmeyen birisinin, Hacı Bektaşi Veli’yi bildiğini düşünmesi büyük bir yanılgıdır; çünkü onlar, çağdaştırlar ve birbirleriyle ilişkileri, irtibatları vardır. Bu coğrafyada, Hacı Bayram Veli’yi bilmezseniz tasavvuf bilginiz eksik demektir. Birçok yanlış anlayış, bu bilgisizlikten kaynaklanıyor.

> Peki, Aleviliğin içindeki bu dinsel ayrışma nerden kaynaklanıyor?

> İlk olarak, bu ayrışma çok yeni bir olaydır. Hatta Aleviler içindeki bu ayrışma, 1900’lü yılların ikinci yarısına doğrudur. Alevilerin, Türkiye’ye yerleşen veya yerleştirilen pozitivist düşüncenin çok büyük zararını gördükleri kanaatindeyim. Aleviler bu dönemlerde siyasi nedenlerden dolayı, pozitivist siyasi gruplarla işbirliğine, ittifaklara gittiler. Ve siyasi ittifak, sadece siyasi bir ittifakla kalmadı. Alevilerin inancına nüfuz etti.

> Bu siyasi ittifak, dinsel inancı dönüştürmeye mi başladı?

> Evet, ilk olarak, dinsel inanıştan uzaklaşma başladı. Mesela bugün, pek çok Alevi sivil toplum kuruluşunun internet sitesinde şöyle saçmalıklar görürsünüz: “Alevilik, insan hakları evrensel beyannamesidir.” Alevilik, maalesef, hümanizmle eşit hâle geldi. Hümanizm, merkeze insanı koyan bir algılayıştır ve Türkiye’de popüler düzeyde, insan sevgisi olarak algılanmaktadır ki bu oldukça yanlıştır. İlk olarak şunu açıklığa kavuşturmamız lazım: İnsanı merkeze koyan bu hümanist yaklaşım, zannedildiği gibi insan sevgisi doğurmaz. Mesela, Hitler nazizmi de bir hümanizmdir. Nazizm de, düşüncesinin merkezine “Alman insanı”nı koydu. Bu algılama oldukça yanlıştır; çünkü insanı, itikadınızın merkezine koyduğunuz zaman insanın şeytani özelliklerini de merkeze koymuş olursunuz. Diğer tarafta ise çağları ve coğrafyaları aşan dinî-ahlaki ilkeler vardır. İnsanı dinî-ahlaki ilkelerin üzerine çıkardığınızda, hemen bazı problemler ortaya çıkar. Dolayısıyla hümanizm ve pozitivizm, Alevilik üzerinde, başka maskeler altında, tahrip edici etkiler yaratmıştır. Böylece, Alevilerin itikat tarzları üzerinde tahrip edici etkiler meydana gelmiştir. Pozitivist gelenek, Alevileri kendi geleneklerinden koparmıştır. Bugün Alevilik adına ortaya çıkan durumlar, Alevilerin geleneklerini sürdürmelerinden değil geleneklerinden kopmalarından kaynaklanmaktadır.
 
> Aleviliğin tarihinde yer tutan önemli siyasi ittifaklar var. Kemalizm ve Sosyalizm ile yapılan ittifaklar... Zaman hükmetmek birazda geçmiş ile hesaplaşmaktan geçmiyor mu? Bu bağlamda Alevilik, Kemalizm ve Sosyalizm ile hesaplaştı mı?

> Bizler, sancılı bir süreci yaşıyoruz. Alevilik, bir ideoloji değildir Alevilik, bir inanç yolunun adıdır. Bir inanç yoludur. Dolayısıyla Aleviliği, sol veya daha başka ideolojilerle özdeşleştirmek hatadır. Örneğin, sol modern çağların bir ürünüdür. Fransız Devrimi’nin meclisinde bir grup solcu, bir grup sağcı olarak adlandırılmasaydı bugün böyle kavramlara da sahip olmayacaktık; ancak Alevilik, bundan çok önce vardı. Hacı Bektaş Veli bundan çok önceden vardı aralarında asırlar vardır. Bu tür siyasi kavramlarla Aleviliği bir arada düşünmek mümkün değildir; ama fazla siyasallaşma gerçeğini de görmemiz gerekiyor.

Siyasallaşma ile Aleviliğin içini boşaltıyor


Her aşırı siyasallaşma, her inancın içini boşaltır. Bakınız, Bektaşi cemaatini çok iyi tanıdığım için şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Bir Bektaşi babası müritlerine -ki mürit denmez onlara- muhiplerine dervişlerine dönüp bu seçimlerde şu partiye oy vereceksiniz demez. Eğer böyle der ise o müritler ya da dervişler o babaya aynen şöyle bakarlar: “Bizim baba biraz yaşlandı.”, “Bizim baba, biraz çaptan düştü.”; çünkü yaptığı şey, söylediği söz onun değerini, mertebesini düşürmektir. Siyasete fazla angaje olan bir mürşit, postunun değerini düşürür.

> Alevilik, 1950’li yıllarda kırsal kesimde yaşayan ve siyasi hayata müdahalede bulunmayan bir cemaatin inancıydı. 1970 ve 1980’lerde farklılaşarak sola ve sosyalizme yaklaştı. 1979 yılında gerçekleşen İran İslam Devrimi’nden sonra Alevilik, Türkiye’de yükselen İslamcılığa karşı panzehir işlevi gördü. 1990’lı yıllarda ise kendi adına, kendini keşfetmeye başladı. 2000’li yıllarda ise Alevilik demokrat ve hümanist bir çizgide... Bu hızlı dönüşümü neye bağlıyorsunuz?

"Şunu anlatabilmemiz lazım: Sünni, Alevi’nin canına kastetmiyor. Alevi, Sünni’nin canına kastetmiyor."
 
 
> Aslında yaşanan tüm bu sancılar normaldir. Bakınız, yüzlerce sene ıssız dağlarda yaşamış bir topluluk ellili yıllarda şehre gelmeye başladı. Bu geliş, yetmişli yıllarda oldukça hızlanıyor. Seksenli yıllarda da durum devam etti ve bugün hâlâ devam ediyor. Dolayısıyla bu durum için “sancısız bir sosyoloji” umut etmek mümkün değil. Bizler, bu sancıları yaşıyoruz; ancak bu sancıları olgunlukla atlatabilecek tarihî tecrübeye de sahibiz. Türkiye de Aleviler de devletimiz de bu tecrübeye sahiptir. Evet, bu tecrübelerin bir kısmı çok acı tecrübelerdir. Dolayısıyla bugün geldiğimiz noktada, ben, bu sancıların doğal kabul edilmesi, bir kısmının çözümünün de zamana ve zaman içinde gerçekleşecek diyaloglara bırakılması gerektiğini düşünüyorum. Tüm bu sorunlara bir anda siyasi çözüm getiremezsiniz.

> Toplumun hem Alevi hem de Sünni kesiminde ciddi kaygılar var. Sünniler, milliyetçilik bağlamında Osmanlı’nın kaderine bakarak Aleviliğin ve Alevilik tartışmalarının bu eksene doğru kayabileceği endişesini taşıyorlar. Aynı şekilde Aleviler de - Alevi açılımını Ak Parti’nin yapmış olmasından dolayı- Alevi açılımına şüphe ile yaklaşıyorlar. Kısacası, her iki tarafta da derin kaygılar var. Bu kaygılar nasıl aşılacak?

> Ben, her şeyden önce bir milletvekili olarak televizyona çıktığımda şöyle söylüyorum: Bin yıldır Aleviler ve Sünniler bu coğrafyada barış içinde yaşamışlardır, yaşıyorlar. Birbirleriyle problemleri yoktur. Aleviler, haklarını devletten istiyorlar. Sünniler de haklarını devletten istiyorlar. Televizyonlarda bunu söylüyorum; ancak bu bir temennidir; çünkü siyasetçinin görevi, toplumun iki farklı kesimi arasına uzaklık veya soğukluk sokmak değildir; ama Sünni vatandaşlarımızın da  Alevi vatandaşlarımızın da birbirlerine karşı muazzam ön yargıları var. Tüm bu ön yargıları, nifak tohumlarını yok etmemiz gerekmektedir; ancak bunu siyasi kararlarla, yasalarla yapamazsınız. Eğer Alevi dinî ya da kültür hizmetine verilmiş veya verilebilecek bir bütçe payı Sünni vatandaşlarımız için dert olmamalı. Devletin parası vatandaşlar içindir; çünkü bu paralar, vergi olarak vatandaşlardan alındı. Aynı şekilde Aleviler, Sünnilere verilen hizmetleri aynı şekilde değerlendirirse bir adım yol ilerleyemeyiz.

> Alevilik, niçin kendini Sünnilik üzerinden meşrulaştırıyor?

> Bu meseleyi bir de Alevi açısından düşünün. Karşınızdakinin silah çekmesini bekliyorsanız, ondan başka bir şey ümit etmiyorsanız, yılana da sarılırsınız ağaca da. Bu bölünmüşlüğü ortadan kaldırmamız lazım. Sorun da zaten buradan kaynaklanıyor. Yani iki taraf birbirini öyle bir biçimde görüyor ki, ona karşı herkesle ittifak yapabilir. Bizim zayıf noktamız burasıdır. Şunu anlatabilmemiz lazım: Sünni, Alevi’nin canına kastetmiyor. Alevi, Sünni’nin canına kastetmiyor. Bizim ya da sizin haklarınız, birbirimize karşı değil. Ama biraz önce söylediğim gibi, “Sünnilerde bu var, biz Alevilerde bu yok” tavrı oldukça sakat bir tavırdır. Aleviler, Sünnilere bakıp karar vermemeli. İlk olarak, kendi tarihine bakarak karar vermeli. Sünnilerde olan pek çok şey, senin geleneğinde, tarihinde var. Mevleviliği, Melamiliği bundan dolayı örnek verdim. Dört kapı dersin, kırk makam dersin. Az çok bütün tarikatlarda bunları bulabilirsin. Herkes önce kendi tarihine bakmalı. Neyin ne olduğuna tarihine bakarak karar vermeli. Yani Sünniliğe bakıp Aleviliğin sınırlarını çizmemeli. Sünniliğe bakıp Aleviliği tanımlamaya kalkmamalı. Sünnilikte olan bir şeyin sende de olduğunu gördüğün zaman, bu ortak noktamız demelisin. Bugün maalesef, bu yapılmıyor. Hatta bugün şöyle yapılıyor: Bu uygulama Sünnilikte de var, öyleyse biz ortadan kaldıralım. Yani iyice bir kutuplaşma yaratalım.

> Ortak noktaları yok eden siyasi bir süreç işliyor.

> Evet, bugüne kadar Alevilerin aklına bile gelmeyen bir düşünce, birtakım dernekler tarafından ortaya atılıyor. Şöyle deniyor: “Alevi köylerindeki camiler cemevine dönüştürülsün.” İlk olarak, böyle bir uygulama veya talep, Aleviliğin tarihi boyunca olmamış. Pek çok köyde, Aleviler kendileri camiler yapmışlardır. O camilerde de kendileri ibadet etmişlerdir. Şimdi siz kalkıyor ve diyorsunuz ki Alevi köylerindeki camiler cemevlerine dönüşsünler. Mimari olarak, cami ile cemevi arasında tek fark, minarelerdir. Minareler yıkılsın mı demek istiyorsunuz? Sürecin tehlikesine bakınız; çünkü onlar, farklılıktan ve rekabetten besleniyorlar. Rekabet ortamından beslenen ve böyle  bir ortam yaratmaya çalışan gruplar var. Bunu görebilmeliyiz. Mescit ile cemevi arasında hiçbir fark yoktur.

> Cemevleri, ibadethane midir? Muhakkak, cemevlerinin ibadethane olarak kabulü beraberinde yeni sorunları ortaya çıkaracaktır. Cemevlerinin kabulü, Türkiye’nin siyasal kültürünü veya din-devlet ilişkilerini nasıl etkileyecek?

> Zorluklarımız zaten buradadır. Cemevleri, tekke ve zaviye değildir; çünkü onlar, modern kuruluşlardır. Tarihimizde cemevi diye bir mekân yoktur.  Tarihimizde tekke, dergâh ve zaviye vardır. Maalesef, bugün yasalarımızda bir tuhaflık var. Mesela cumhurbaşkanlarımızın, başbakanlarımızın her sene katıldığı şeb-i arus törenleri yasadışıdır. El insaf. Burada bazı problemlerimiz var ve ben, bunu anlatmaya çalışıyorum; ama bu kadar kamplaşmış bir toplumda bunları bir anda çözmek mümkün değildir. Ayrıca, cemevini, tekke-dergâh veya zaviye ile aynı kapsamda düşünmek doğru olmaz; çünkü cemevi, otoparklar gibi modern bir oluşumdur. Buna ilişkin bazı regülasyonlardan söz ediyoruz. Bazı hukuki düzenlemelerden söz ediyoruz. Her şeyden önce şunu ortaya koymak lazım: Cami, bütün Müslümanların ibadethanesidir. Cemevi ise özel bir ibadet türünün yapıldığı bir mekândır. Alevi Müslümanlar, bazı özel ibadetlerini de cemevinde yaparlar. Caminin karşısına cemevi koyulmamalıdır. Maalesef, cami ile cemevi arasında bir rekabet varmış havası yaratılıyor. Cami cemaati ile cemevi cemaati arasında barikat kuran anlayışları şiddetle reddetmek lazım.  Bugün bazı kuruluşlar ve gruplar, Aleviler ile cami cemaati arasına uçurumlar sokmaya çalışıyor.

Özellikle uluslararası güçler, Aleviliği kendine özgü yeni bir din olarak sunuyorlar. Bu meseleyi açabilir misiniz?


Önceki hafta Avusturya Büyükelçiliğinde, birçok Avrupa Birliği ülkesinin büyükelçilerinin de katıldığı bir sunum yaptım.  Büyükelçilere, Aleviliği anlattım. Danimarka, Aleviliği resmen ayrı bir din olarak kabul etmiş, tanımıştır. Bu kabulü, 14–15 kişinin başvurusuyla yapmıştır. Onlara, bu tavrın, ne büyük bir sorumsuzluk olduğunu ve yapılmaması gerektiğini söyledim. Bizim üstünde durduğumuz zemin, çok kaygan, çok oynak bir zemindir. Bu zemin, yüzlerce yılın acısını taşımaktadır. Alevililik sorununu, siyasetin veya herhangi bir partinin aleti olmasına izin vermemek gerekmektedir. Bu sorunu, bir ülke meselesi olarak görüp çözmeye çalışmak gerekmektedir. 

"Diyanet İşleri Başkanlığımızı da, mümkünse, bütün mezhep ve yolların üzerinde bir üst kuruluş veya bir yüksek danışmanlar kurulu gibi bir noktaya taşıyabilirsek Türkiye için çok hayırlı olur, diye düşünürüm..."
 
 
> Peki, Aleviler mevcut hâliyle Diyanet’i nasıl görüyorlar? Ya da Diyanet içerisinden Alevilere bir bölüm tahsis edilmesi, Alevilerin sorununu çözer mi?

> Aleviler, Diyanet’i yabancı bir kurum olarak görüyorlar. Diyanet içerisinde Alevilere bir bölüm tahsisi edilmesini, çok doğru bulmuyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatımızın problemleri vardır. Bu problemlerden bir tanesi de teşkilat yasası yokluğudur. Diyanet İşleri Başkanlığının, bir teşkilat yasası yoktur. Diyanet, anayasal bir kurumdur ancak bir yasası yoktur. Yani Diyanet İşleri Başkanlığının yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığımızı da, mümkünse, bütün mezhep ve yolların üzerinde bir üst kuruluş veya bir yüksek danışmanlar kurulu gibi bir noktaya taşıyabilirsek Türkiye için çok hayırlı olur, diye düşünürüm; ancak bu tarihe kadar, Alevi vatandaşlarımızın sorunu ertelenemez. Bugünkü Diyanet ile Alevi vatandaşlarımız arasında bir uzaklık vardır. Bu uzaklığı, bugün, hemen kapatmaya çalışmak pek gerçekçi değildir. Diyanet İşleri Başkanlığı içerisinde çözüm aramak ise bence, bizim gidermeye çalıştığımız olumsuzlukları arttırabilecek yeni sorunlar ekleyebilir. Biz barışalım derken Diyanetin içerisine Alevileri taşırsak, barışı zorlaştırabiliriz. Alevi vatandaşlarımızın meselelerine; hassasiyet ve şefkatle, özel olarak onların üzerine eğilerek çözümler bulmak, bana, daha mantıklı gelmektedir.

> Türkiye’de Alevilerin problemleri nelerdir?

> Her şeyden önce, en temel problem, ayrımcılıktır. Sorunlar sıralamasında, cemevi çok sonra gelir. “Ben Müslüman’ım” diyen Alevi’ye: “Peki, Müslüman isen neden oruç tutmuyorsun, neden namaz kılmıyorsun.” diye soran bir Sünni, İslam’a iyilik etmemektedir. Namaz kılmadığı, oruç tutmadığı için işe alınmayan bir Alevi, bu toplumun yarasıdır. Terfisi engellenen bir Alevi, bu toplumun yarasıdır. Siyasi kararlarla düzeltemeyeceğimiz boyutta ayrımcılık var. Ramazanda oruç tutmadığı için problem doğuyorsa sorun var demektir. Aleviler içerisinde, yüzde birlik bir grup diyor ki “Ben Müslüman değilim, Aleviyim. Onlara hiç kimse, namaz-niyaz sormuyor. Ancak, “ben elhamdülillah  Müslüman’ım.” diyen Alevi’ye her şey soruluyor. Kötü hoca, adamı dinden edermiş. Türkiye’de maalesef, bu tavır hâkimdir ve bu tavır, bizim kardeşlik zeminimizi yaralıyor. İlk olarak, kimsede böyle bir hak olmamalı. Mademki en doğrusunu Allah bilir, o durumun cezasını da ödülünü de Allah verecektir. Esas sorun budur. Bu ayrımcılığı ortadan kaldırabilirsek, sorun büyük oranda çözülür; ancak bu ayrımcılık, siyaseten, Başbakanımızın değiştireceği  bir durum da değildir. Her gün, her yerde olan bir durumdur. Bakanlarımızın, hükümetimizin veya milletvekillerimizin buna yetişmesi mümkün değildir. Bu ayrımcılığın sonucu olarak, tencerenin içinde büyük bir basınç birikmektedir. Patlarsa patlasın demek, hayırlı değildir.

> Peki, bir kısım Alevi, neden size karşı öfkeliler? Mesela Pir Sultan Abdal Derneğine bağlı bir kısım Alevi açılımlarınızdan oldukça rahatsız.

> Birincisi her tartışma ve her sorunda, o sorundan beslenen kesimler ortaya çıkar. Sorunu ortadan kaldırdığınız zaman o kesimler, sektörler ortadan kalkar. Mesela, Türkiye’de Kürt sorunu çözülürse, Kürt sorunun arkasına saklanıp uyuşturucu ticareti yapanlar aynı zemini bulamayacaklardır. Alevilerin sorunu da çözülürse Alevi sorunlarının arkasına saklanıp da o çözümsüzlükten nemalananlar, aynı mümbit ortamı bulamayacaklardır. Dolayısıyla bir sorunun çözülmesi gündeme geldiğinde, sorunu gündeme getiren başına büyük bir bela almış demektir. Bizde bir bela aldık başımıza ancak inançla yürüyoruz. Bu sorunu çözmek için, hep birlikte elimizden gelen ne varsa yapacağız. Dolayısıyla, bizi hedef almalarının nedeni, sorunu çözme iradesini ortaya koymuş olmamızdır. Ayrıca, bu cemaatin çok içinde olduğumuz, içinden geldiğimiz için bu sorunu çok iyi biliyoruz. Öfkelenmelerinin nedeni, sorunu çok iyi tanıyor olmamızdan kaynaklanıyor. Yaptığımız bir şeyi, çok iyi düşünüp yaptığımızdandır. Bu işe benim yerime Aleviliği pek bilmeyen, Alevi olmayan biri memur edilseydi, eminim, bu kadar rahatsız olmazlardı; çünkü o zaman, hafifseyebilirler, küçümseyebilirlerdi. İstedikleri şekilde süreci yönlendirme şansları daha fazla olurdu; ama benim gibi cemaatin tam içinden gelen ve hayatının önemli bir kısmını bu kesimin haklarını aramak mücadelesinde vermiş biri, bu işi AK Parti’den ortaya koyunca, tabii dengeler bozulmuştur. Gidin ve bakın. Bu seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nin listelerinde hiç olmadığı kadar Alevi bulursunuz. Cumhuriyet tarihinde belki ilk defa sorunun çözümüne dair ciddi katkı bu hükümet döneminde yapıldı. Daha önce Alevi adından söz edilmezdi. Canlar, dostlar diyerek geçiştirilirdi. Bir Başbakan çıktı ve bir muharrem iftarında sofraya oturdu. Bunun kendisi çok büyük bir olaydır. Başka hiçbir şey olmasa bile bu çok büyük bir olaydır. Dolayısıyla bu sorun çözülme aşamasına girmiştir.


 
"Türkiye’de vatandaşları temsil eden tek bir kurum vardır ve o da Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Dolayısıyla hiç kimse öyle, kendisine temsil beratı, temsil diploması uydurmaya çalışmasın. Sivil toplum kuruluşları, kendi aralarında rekabet ediyorlarsa etsinler."
 
> Son olarak, Türkiye’de Alevileri kim temsil etmektedir? Ya da kim hakkıyla Alevileri temsil edebilir?

> Hiç kimse. Ben hiçbir zaman Alevilerden oy istemedim. Şöyle dedim: “Vatandaşlarım sizden oy istiyorum.” Sünnilerden oy istenmez, Alevilerden oy istenmez, Kürtlerden oy istenmez. Lazlardan, Çerkezlerden oy istenmez ancak; vatandaşlardan oy istenir. Dolayısıyla hiçbir zaman şöyle bir iddiam olmadı: “Ben, Alevileri temsilen meclisteyim.” Hayır, ben Türk milletini temsilen meclisteyim; ancak özel olarak çalıştığım bir alan var ve onunla ilgili meseleleri gündeme getiriyorum. Aynı şeyi, bir sendikacı arkadaşımız da işçiler için yapıyor. Bir arkadaşımız da işçiler ve köylüler için yapıyor. Ben Alevileri temsil ediyorum, yok öyle bir şey. Kim verdi o temsil belgesini size? Türkiye’de vatandaşları temsil eden tek bir kurum vardır ve o da Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Dolayısıyla hiç kimse öyle, kendisine temsil beratı, temsil diploması uydurmaya çalışmasın. Sivil toplum kuruluşları, kendi aralarında rekabet ediyorlarsa etsinler. Sivil toplum kuruluşları, temsil kuruluşları değildir. Sivil toplum kuruluşları, hak arama ve ilgi kuruluşlarıdır. Sivil toplum kuruluşlarının temsil iddiasında bulunması, aslında STK’ların mantığına aykırıdır. Temsil mekanizması, demokrasilerde böyle oluşmaz. Temsil mekanizması, seçimlerde oluşur ve seçimlerde oluşan temsil mekanizması da TBMM’ye yansır. STK’lar; demokratik hakları gündeme getirir, takip eder, eleştirir, tartışır, talep eder. Ama asla, ben şu kadar vatandaşı temsil ediyorum şeklinde bir hak iddia edemez. Bu hakkı onlara kim verdi diye sormazlar mı?

(Dem dergisinin 6. sayısında yayınlanan “İslam’ın Egemen Olmadığı Hiçbir Coğrafyada Alevilik Yoktur” başlıklı röportajın kısaltılmış halidir)




Bu haber 490 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,795 µs