Yeni Osmanlıcı mı, güçlü Cumhuriyetçi mi? | " /> Yeni Osmanlıcı mı, güçlü Cumhuriyetçi mi? | "/>

En Sıcak Konular

Yeni Osmanlıcı mı, güçlü Cumhuriyetçi mi?

1 Haziran 2009 09:40 tsi
Yeni Osmanlıcı mı, güçlü Cumhuriyetçi mi? Davutoğlu’nun son dönemde ülkenin siyasi liderleriyle geliştirdiği ve uygulama fırsatı bulduğu açılımlar gerçekten yeni-Osmanlılık olarak algılanabilir mi? Yoksa genç Cumhuriyet’in henüz oluşmakta olan yeni dünya düzeni içerisinde kendini yeni

SON kabine değişikliğinde Dışişleri Bakanlığı’na Meclis dışından Ahmet Davutoğlu’nun getirilmesi Türk dış politikasında devam eden dinamizmin artarak süreceğinin işaretlerini verdi.

Ahmet Davutoğlu kendisi bir siyasetçi olmasa da AKP’nin iktidara geldiği günden beri kısmen arka planda kalarak sessizce Türk dış politikasına yeni bir yorum getirmeye çalışıyordu. Davutoğlu yıllarca değişik eğitim kurumlarında oluşturduğu entelektüel birikimi Başbakanlık Başdanışmanı olarak pratiğe dökme şansı da buluyordu. Ama artık Türk dış politikasına hem içerde yeni formüller hazırlamak hem de bu formülleri uygulayıp hayata geçirmek yükümlülüğünü üstlendi.


AKİF KİREÇÇİ*

Ahmet Davutoğlu’nubu yeni dönemde artık dış politikanın pratiğini yaparken ve Türkiye’nin yeni açılımlarını kalıcı politikalara dönüştürmeye çabalarken izleyeceğiz. Davutoğlu’nun dış politika yaklaşımlarına yeni-Osmanlılık noktasında hem eleştiri yapanlar hem de hayranlık duyanlar az değil.

Teoriden pratiğe

Peki Davutoğlu’nun son dönemde ülkenin siyasi liderleriyle geliştirdiği ve uygulama fırsatı bulduğu açılımlar gerçekten yeni-Osmanlılık olarak algılanabilir mi? Yoksa genç Cumhuriyet’in henüz oluşmakta olan yeni dünya düzeni içerisinde kendini yeniden tanımlaması mı?

Aslında modern Cumhuriyet’in güçlenmesi ister istemez Türkiye’yi Osmanlı İmparatorluğu’nun hinterlandına taşıyor. Ortadoğu, Balkanlar, Kuzey Afrika ve Kafkasya eski Osmanlı coğrafyasının sosyal ve siyasi mirası ile dolu çevre bölgeler. Modern Türkiye coğrafi olarak Osmanlı’ya nazaran daha dar bir alanda kendini yeniden üretmeye çalışıyor ancak çevre bölgelerin bu dar alana etkisi kaçınılmaz. Öte yandan güçlü Cumhuriyet Türkiye’si Osmanlı İmparatorluğu’na kıyasla özellikle son dönemde hem nüfus açısından, hem de yetişmiş insan gücü, sanayi ve teknoloji açısından daha avantajlı bir konumda. Güçlü Cumhuriyet’in işi daha zor, ancak son dönem Osmanlı’ya göre donanımları daha zengin.

Bütün bunların ötesinde Türkiye artık dış politikasında değişik enstrümanlar kullanabilen bir ülke.

Hami devlet modeli

Son dönem Türk dış politikasında zaman zaman Osmanlı İmparatorluğu’nun ‘hami devlet’ ideolojisine yaklaşan tavırlar görsek de aslında bu dönem kendi kimliğini yeniden Soğuk Savaş sonrası dünyaya uyarlamaya çalışan genç ve güçlü Cumhuriyet’in bir ürünü. Hiç kuşkusuz Davutoğlu gibi ülkenin tarihine bir zenginlik olarak bakan yöneticilerle modern Türk dış politikası yeni ve etkin enstrümanlar kazanıyor. Ancak ‘soft power’ olarak nitelediğimiz bu enstrümanların dış politikada her zaman ve tek enstrüman olarak kullanılması mümkün değil.

Ahmet Davutoğlu’nun açılımlarına ‘yeni-Osmanlı’ tavrı olarak eleştiri getirenlerin öne sürdüğü temel sorunlardan birisi Türkiye Cumhuriyeti dış politikasındaki geleneksel Batı yönelimini kırdığı yönündeydi. Bağımsızlık sonrası genç Cumhuriyet risk almak istemiyordu, dolayısı ile ya Batı’nın (Avrupa ve ABD) belirlediği alanda politika yapıyordu ya da Batı ile uyumsuzluğa düşmemeye çok özen gösteriyordu.

Bu noktada Avrupa’nın Osmanlı’dan koparıp yeniden kurduğu Ortadoğu bölgesi ve İslam ülkeleri Türkiye için uzak mesafelerdi ve tahmin edilemez riskler taşıyordu.

Oysa Davutoğlu son dönemde Türk dış politikasında bu çekingenliği kıran yeni ve bizden bir vizyon kurgulamaya çalışıyor.

Bu yeni vizyonun tam anlamıyla hayata geçirilebilmesi için Türkiye’de iç politikanın geleneksel alışkanlıklarının da dönüştürülmesi gerekiyor. Bu da Türkiye’nin bu bölgenin mevcut sorunlarına ‘içerden’ bir bakış yakalayarak ve bölgenin kendi dinamiklerini harekete geçirerek mümkün olabilir.

Türkiye’nin içerde yasadığı birçok politik çekişmenin ve yeni açılımlara getirilen eleştirilerin de temelinde ülkemizin Soğuk Savaş sonrası dünyaya bazı Doğu Avrupa ülkelerinden bile daha geç uyanması yatıyor.

‘Sıfır sorun’ sınavı

Politik dönüşümlerini büyük çekişmelerle uzatarak götüren bir ülkede etkin dış politika üretmek hiç kolay değildir; hele bu ülke aynı anda hem demokratik reformları hayata geçirmeye hem de ekonomiyi düze çıkartmaya çalışıyorsa bu iş daha da zorlaşır. Ancak Türkiye son bir kaç yılda yakaladığı dinamizmle bütün bunları başarı ile götürebildi.Burada hiç kuşkusuz Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın ve devletin diğer kurumlarının Türkiye’nin dış politikadaki bu açılımlarına verdiği uyumlu destek göz ardı edilemez.

Son yıllarda elde edilen bu itibar yükseltme çizgisinin sürdürülebilmesi içerde ve dışarıda bir takım dinamiklerin akıllı ve dikkatli yönetilmesine bağlı. Entelektüel donanımıyla Davutoğlu’nun bakanlığı ülkemiz ve bölgemiz için kuşkusuz büyük bir şans. Ancak Davutoğlu’nun kurguladığı dış politika çizgisini Türkiye’nin elit ve deneyimli diplomatlarıyla ve ciddi bir uyumla götürmesi gerekiyor. Belki biraz zaman alabilir ama üzerinde durulması gereken en ciddi sorun bu uyumun dış politikamızı taşıyan bütün birimlere öncelikle yayılması. Bu uyum Cumhurbaşkanı, Başbakan ve dışişleri diplomatları arasında var olan danışma mekanizmalarını da güçlendirecek yapısal bir çerçeve ile ele alındığında Türk dış politikası mevcut dinamizmini kalıcı hale getirebilecektir.

Türk Dışişleri bu dönemde iki temel paradigma ile sınava tabi tutulacaktır. Birincisi Davutoğlu’nun baştan beri yürütmeye çalıştığı ‘komsularla sıfır problem’ teorisinin sınırları bu dönemde keskin bir şekilde test edilecektir. Bu yaklaşım öncelikle ürettiği çözümlerle veya elde edilemeyen sonuçlarla sınanacak, çözüm istemeyen tarafların manipülasyonuna muhatap olacaktır. Bu yaklaşımın başarısı ironik olarak dışarıda değil içerde gerçekleşecek gibi görünmektedir; Türkiye’nin PKK sorununu tamamen bertaraf edebilmesi ve Kürt vatandaşlarına verdiği haklar, doğrudan uluslararası ilişkilere etki edebilecek güçlü bir dış politika argümanına dönüşme potansiyeline sahiptir.

Uluslararası konjonktürün bölgede barış politikalarına destek veriyor nitelikte olması önemlidir ve dışişlerinin bu ivmeyi Türkiye lehine kullanacağında hiç şüphe yoktur.

İkinci paradigma Türkiye’nin son dönemde gerçekleştirdiği reformların temel ivme gücü olan AB perspektifi ile ilgili. Başdanışmanlığı döneminde zaman zaman asıl uzmanlık ve ilgi alanının Ortadoğu veya İslam ülkeleri olduğu ve bu nedenle Avrupa ve Batı’yı ihmal ettiği noktasında eleştiriler alan Davutoğlu’nun Avrupa ve Amerika’ya yaklaşımları çok yoğun bir şekilde gündeme gelebilir. Bu noktada Türkiye içerden reformları yeni bir dinamizmle yürütürken dışarıdan da Türkiye’ye muhalif Batı ülkelerini de hesaba katan yeni ve çok yönlü dış politika açılımlarına gereksinim duymaktadır. En önemli sorunlardan birinin Türkiye’nin AB ile olan üyelik müzakerelerinde ortaya çıkacağı, gelen ilk sinyallerden anlaşılmaktadır. Burada da yine Türkiye muhalifi tavırlarını -artık- açıkça ifade etmeye başlayan Fransa ve Almanya’yı da içine alan yeni bir diplomasi dinamizmi gerekmektedir. Davutoğlu bu dönemde bir taraftan AB içindeki Türkiye muhaliflerini pasifize etmeye çalışırken diğer taraftan da sessiz kalan üyeler nezdinde Türkiye’nin tam üyeliği için daha güçlü destek arayışlarıyla AB perspektifini yeniden ön plana çıkarabilmelidir.

AB’ye bakışı...

Avrupa Birliği tam üyelik perspektifinin erozyona uğraması veya daha kötüsü başarısızlıkla sonuçlanması son dönemlerde elde edilen demokratik ve ekonomik açılımların da kaybedilmesi anlamına gelir. AB’ye karşı geliştirilen yaklaşımların başında Türkiye’nin üyeliğinin medeniyetler çatışmasını önleyeceği ve İslam dünyasına olumlu bir mesaj olacağı geliyordu. Ancak bu nokta tam da Avrupa’nın muhalif kanadının öne sürdüğü ‘Türkiye bizden değil’ yaklaşımıyla da kısmen örtüştüğü için çok ciddi bir kaygan zemin oluşturmaktadır.

Türkiye bu yeni dönemde, Cumhuriyet’in laiklik noktasındaki kazanımlarını ve belki modern demokratik tecrübesini daha yoğun vurgulamayı, dolayısı ile de medeniyetler çatışmasını önleme argümanını ikinci plana çekmeyi deneyebilir.

Türkiye’nin PR’ı

Yeni Dışişleri Bakanı’nın ilgisini bekleyen en önemli sorunlardan birisi de Türkiye’nin dışarıda özellikle Avrupa ve Amerika’da karşı karşıya kaldığı PR sorunudur. Hem yıllardır devam edegelen Ermeni Diasporasının iddiaları (ve bu iddiaların yabancı parlamentolar nezdinde başarılı kazanımları), Kıbrıs sorunu hem de Azerbaycan’ın Ermenistan işgali altındaki Dağlık Karabağ bölgesinin devam eden durumu bir anlamda Türk dış politikasının PR sorunu olarak da algılanabilir. Evet, bunlar büyük devletlerin de içinde olduğu uluslararası sorunlardır ancak Türkiye bu bölgelerdeki sorunlara ilişkin yapıcı pozisyonunu dünyaya anlatmakta yetersiz kalmıştır. Özellikle Amerika’daki Ermeni Diasporasının iddialarını Türkiye şu ana kadar Amerika’nın Türkiye’ye yönelik ‘kaybedilmemesi gereken bir müttefik’ bakışından dolayı bertaraf edebilmiştir. Aslında bertaraf da edememiş, ancak öteleyebilmiştir. ABD’deki seçim sistemi değişmediği müddetçe Ermeni iddiaları hep gündeme geleceği için Türkiye süratle bu konuda alternatif yaklaşımları devreye sokmalı ve daha atak bir politika izlemelidir.

Güçlü ve modern

Kıbrıs sorununda haklı iken Türkiye’nin sürekli savunmada kalması, Azerbaycan’ın işgal edilmiş bölgesi Karabağ sorunu da aynı şekilde dünya kamuoyunun sahipsiz dramalarından birisi olarak devam etmektedir. Türkiye’nin son yıllardaki cesur yaklaşımları bu kronik sorunlara henüz bir çözüm üretememiştir ancak taşları yerinden oynatmıştır. Yeni dışişleri yönetimi bu sorunları öncelikli bir PR açılımıyla ele almayı düşünebilir. Bu noktada gayet iyi organize olmuş bir diplomasi ve bilgilendirme atağına acilen ihtiyaç vardır. Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliği bu sorunları uygun platformlarda yeniden ele almak, Türkiye’nin argümanlarını öne çıkarmak için bulunmaz bir fırsattır.

Türk dış politikası benzer bir PR sorununu dünyanın değişik ülkelerinde strateji üreten kuruluşlarda Türkiye ile ilgili çıkan asılsız ve aşırı yorumlara karşı da yaşamaktadır. Yeterli donanım ve ilgiyi bu konulara yansıtamadığı için, Türkiye itibar zedeleyici iddialar karşısında çok savunmasız bir görüntü sergilemektedir. Bunun çözümü de yine etkin ve sürekli bir PR’la mümkün olabilir.

Ahmet Davutoğlu’nun yeni dışişleri bakanı olarak hem Türkiye’ye hem de bölgesine katkılarını sanırım bütün dünya dikkatle izleyecektir. Türkiye’nin son yıllardaki açılımlarını Osmanlı olmakla eleştirenler de güçlü ve modern Türkiye’nin modern diplomasiyi büyük bir yetkinlik ve ustalıkla kullanabildiğine hep beraber şahit olacaklardır.


*Dr. Bilkent Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi

star



Bu haber 454 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,030 µs