En Sıcak Konular

Bu oyun farklı: Darbe monopoly'si

25 Mayıs 2009 09:41 tsi
Bu oyun farklı: Darbe monopoly'si Silahlar oyuncak, bombalar sahte, darbe planı yapılmamış...

Devrim Sevimay / Milliyetü

Yargının işi 'zihniyet polisliği' değil

Aynı anda herkese “Ama” diyen fikirlerle ortaya çıkmak, o fikirlerin savunulduğu makaleler kaleme almak bazen göğüslenmesi gereken bir hâl alabilir. Belki çoğu yazının böyle bir riski vardır ama hemen her meşrebin kendi aradığı cümleyi çekip çıkarabileceği, aleyhinde kullanabileceği, dolayısıyla okurun insaf ve izanına her zamankinden fazla ihtiyaç duyulan yazılarda bu risk biraz daha yoğundur.

Durduğu yeri “sosyalist sol” olarak belirleyen, Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet İnsel, Birikim dergisinin son sayısında işte böyle ince ip üzerinde giden bir makale yazdı. İnsel, o yazıda hem Ergenekon davasını savundu hem de aklına yatmayanları... Dolayısıyla hem o cepheden eleştiri aldı, hem öbür cepheden...

Peki, dedikleri eleştirilemez miydi? Elbette eleştirilir ama Prof. İnsel tam olarak ne demişti, biz bu hafta bunu anlamaya çalıştık:

Cemaatlerin yayını ve yargı
Birikim’deki yazınızda asıl eleştirdiğiniz kim? Ergenekon savcıları mı, yoksa belli bir camia ya da kişiler mi?
Daha önce savcıları ve iddianameyi “Bu iddianame tarzı sorunlu. Kişilerin ötesinde bir zihniyet dünyasını teşhir amacını güden bir iddianame tarzı” diyerek, çok üstüne basarak olmasa da birkaç kez eleştirmiştim.
Ama bu yazıdaki eleştirilerim savcılarla ilgili değil. Aslında tek tek kişiler ya da sadece belli bir kesimle de ilgili değil. Benim eleştirim iddianameyi, özellikle de birtakım gözaltı ve tutuklamaları şiddetle savunan kişilerin savunma tarzlarıyla ilgili... Yani daha çok basında ya da birtakım tartışmalarda şahit olduğum, “yargının zihniyet dünyasına müdahalesi”ni meşru gören, dolayısıyla yargının hatalarından ziyade, o hatalara bir tür argümantasyon sağlayan tavırla ilgili esas eleştirim.

Ne zaman gördünüz böyle bir tavrı?
ÇYDD ve ÇEV’i kapsayan 12’inci dalga sırasında çok net gördüm. O dalgada ben ağırlıklı olarak “ÇYDD konusunda başka bir hesap görülüyor”, “ÇYDD’yle rakip konumda olan muhafazakâr cemaatlerin bir kesimi bu yargı fırsatını sanki düşmanlıkta bir alet olarak kullanıyor” gibi bir izlenime kapıldım.

Sebep?
Sebebi şöyle: ÇYDD hayır kurumu gibi gözüküyor ama aslında çok militan, ideolojik bir kurum, değil mi? Yani kabahatli. Dolayısıyla ÇYDD’nin kabahatli olarak görülmesi yargı müdahalesini de meşrulaştırır. En azından bize yansıyan somut ceza suçuna ilişkin hiçbir karine olmasa da yapılan ev baskınları ve tutuklamalar savunulabilir... Çünkü bir kere zihniyeti kabahatli... Bazı liberal çevrelerce 12’inci dalga ne yazık ki işte böyle sunuldu.

Bir de bu sunum özellikle Fethullah Gülen cemaatinin yayın organlarında, “misyonerlik faaliyeti yapıyorlar, PKK destekli örgüt, bölücülere burs veriyorlar” kampanyasıyla üst üste gelince orada yargının bir silah olarak kullanılması fırsatını görür gibi oldum. Tabii polisten mi yargıdan mı kaynaklandığını bilmiyorum.

Biz yargı ve polis değiliz
Diyelim ki yarın Prof. Dr. Türkan Saylan ya da ÇYDD yöneticileriyle ilgili birtakım deliller ortaya çıktı; o zaman “yargının zihniyete yaptığı müdahaleyi meşrulaştırıyorlar” eleştirileriniz kırılır mı?
Misyonerlik ve bölücülükle ilgili yapılan kampanyayı eleştirmeye devam etmekle beraber, evet kırılır. Eğer mesela Saylan’ın evinden suikast silahı çıktıysa ya da ÇYDD’de suikast krokileri bulunduysa elbette kırılır. Ama tabii bu arada şunu da söylemeliyim; o camia ve ben, yargı da değiliz, polis de değiliz.
Dolayısıyla kulaklara fısıldanan birtakım özel bilgilerle bunu yapıyorlarsa, burada gene demokrasi açısından sorun var demektir.
Peki, hiçbir delil bulunmasa da STK’lara “darbeye ortam hazırlama” görevi verildiği iddiaları sizi kuşkulandırmıyor mu?
Bunu ispat edebilirsek, eğer bazı eylemler gerçekten darbeye ortam hazırlama amacıyla kasıtlı biçimde yapılmışsa bu ciddi bir suçtur. Ama yok efendim, “Bizi aldattılar, biz sadece demokratik haklarımızı kullanıyorduk, bunlarla alâkamız yoktur” deniyor ve bu da ispat ediliyorsa o zaman kendilerine sadece “saf insanlar” muamelesi gösteririz, o kadar.

Kaldı ki bence Türkiye’de çağdaş kılıklı, okumuş cehaletinin hezeyanları, siyasal boyutu da olan, çok ciddi bir sorundur.

Mesela cumhuriyet mitinglerine katılanlar sizce suçlu mu, değil mi?
Bazı çevreler cumhuriyet mitinglerinde konuşmalarıyla suç işlediler, ırkçılık yaptılar vs. ama oradaki sloganları kesinlikle benimsememekle birlikte, o mitingler yasaldı. Dolayısıyla bu kişileri “Siz darbenin bir parçasısınız” diye suçlamaya dahil etmek -ki sanırım 12’inci dalgada bu tip sorular soruldu insanlara- o işte zihniyet dünyasını yargılamaya girer.

“Zihniyetler suç işledilerse dokunulmazdır” demek değil ama yargının işi de “zihniyet polisliği” yapmak değil.

Darbecilik ve darbeseverlik

“Zihniyet polisliği” derken?..

Zihniyet polisliği makbul bulunmayan bir zihniyeti polis ve yargı yoluyla susturmaya çalışmak, bir çevrenin düşünce dünyasından hareket ederek onu cezai anlamda “suçlu” ilan etmektir. Mesela bölücü düşünceler taşımak suç değildir. Ya da darbecilik başka darbeseverlik başka bir şeydir.

Peki “Eylemden çok asıl bizim darbeci zihniyetle çarpışmamız gerekiyor, o yüzden bu fırsatı kaçıramayız” denirse?
Bakın, rahmetli Saylan’ın zihniyetini ben çok tasvip etmiyorum. Saylan’ın bazı konuşmaları hiç demokrat bulduğum konuşmalar değil. Ama Saylan’ın zihniyetini ne savcılar sorgulayabilir ne de aydınlar yargının böyle bir şey yapmasına payanda olabilir. Hakları yok buna.

Kim sorgulayacak?
Demokratlar olarak biz sorgulayacağız tabii. Bunu da bir düşman olarak değil ama zihniyetle mücadelenin ancak zihinsel ve siyasal ortamlarda verilebileceğini bildiğimiz için yapacağız. Ümit Kıvanç’la sırf Ergekenon’un arkasındaki zihniyet dünyasını teşhir etme amacıyla bir kitap hazırladık ama bunu yargı yapamaz.

Yaparsa?
İşte o zaman bu çok önemli dava Yassıada davasına dönebilir. Çünkü Yassıada davasında amaç hukuktan çok bir zihniyeti mahkemede teşhir etmek ve küçük düşürmekti. Burada da normal bir ceza davasında kanıt olarak yer almasına gerek olmayan özel hayatın teşhir edildiği, insanların küçük düşürüldüğü birtakım unsurların ortaya bırakılması benzer bir amacı taşıdığı endişesini yaratıyor.
İkinci endişe yaratan da bunu destekleyen çevrelerin yaptığı yayınlar. Çünkü Yassıada davası da sadece Yassıada’da görülmedi, dönemin basını da bu küçük düşürmede çok önemli bir rol oynadı.

İktidar şüpheye mahaldir
Peki şu ana kadarki gerekçelerinizin hepsini bir kenara bıraksak ve şunu desek: Aslında iş ÇYDD’ye uzanınca bilinçaltınızdaki CHP’lilik ve otoriter laik kimlik ortaya çıktı; 12’inci dalgadan rahatsız olmanızın asıl sebebi bu...
Böyle bir suçlama bana geldi zaten. Üstelik bir kez de değil. Ben türban konusundaki münferit anayasa girişiminin türbanı özgürleştirmekten ziyade sorunu daha da çözümsüz kılacak bir girişim olduğunu söylediğim zaman yine aynı çevreler beni İlhan Selçuk’la aynı safta yer almakla suçlamıştı. Zaten benim “stratejik ve militan liberalizm zihniyeti” dediğim de tam bu işte.

“Stratejik?”
Evet, bazı arkadaşlarımız demokrasiye ilkesel değil, stratejik olarak bakıyorlar. Yani “demokrasinin kuralları vardır ama demokrasi amacıyla demokrasiyi güçlendirmek için bu kurallardan taviz veririz” diyorlar. Aynı bu “bir amaca ulaşmak için her türlü aracın mubah addedilmesi” gibi.

Oysa demokrasinin bence en önemli özelliklerinden bir tanesi, sadece bir amaç değil, aynı zamanda toplumun kendini sürekli sorgulamasının ve düzeltmesinin aracı olmasıdır. Dolayısıyla araç burada amacın önüne geçemez.

“Köprüyü geçene kadar” olsa bile mi?
Bakın saplantılı bir iktidar aleyhtarlığı için söylemiyorum ama bizim fonksiyonlarımızdan bir tanesi de iktidara eleştirel gözle bakabilmektir.

Çünkü iktidar kim olursa olsun şüpheye mahaldir ve iktidara hep şüphe ile yaklaşılması gerektiğini bilerek davranmak da bizim görevimizdir. Ama demokrasiye stratejik yaklaşmak, “Benim amacımın yararınaysa yapılan hatalara göz yumarım” demektir. O zaman da işte çok rahat “Mahkeme kararı olmaksızın ortam dinlemesi yapılmasa bunları nasıl öğrenecektik” diye bir gerekçe üretebilir ya da AKP’nin TSK’yla bir çatışma içinde olduğunu varsayarak AKP’ye stratejik bakabilirsiniz...

Peki bu hataya düşmekle eleştirdiğiniz kesim sizden daha mı az demokrattır ya da değilse sizce hata nerede başlıyor?
Hayır değil elbette ama sanırım hata mevcudun herhangi bir alternatifinin olmadığını kabul etmekle başlıyor. Belki de bir tür ehven-i şer kabul etme hali...

Mücadele hiyerarşimizde ilk sırada her zaman çeteciler ve darbeciler olmalı
Siz Ergenekon meselesinde bulunduğunuz cepheyi nasıl tanımlıyorsunuz?

Ben meseleye “taraftar tavrı” yerine “demokrat tavır”la yaklaşanların arasındayım.

Bu “koşullu destek” anlamına mı geliyor?
Zaten hiçbir davaya koşulsuz destek verilemez. O koşul da bir tanedir: Soruşturma ve yargılamanın demokratik hukuk kuralları çerçevesi içinde kalması. Dolayısıyla demokratların iki zihniyetle hep aynı anda mücadele etmesi gerekiyor. Yani hem Ergenekon davası çerçevesinde bu davayı bir “zihniyet polisliği”ne çevirme eğiliminde olanlarla hem de Ergenekon davasında suçlananların yaptıklarını zihin dünyasında mazur görenlerle...

Peki hangisi birinci sırada; Ergenekoncular mı, Ergenekon davasını fırsat bilenler mi?
İlla bir önem hiyerarşisi yapmak gerekiyorsa, kesinlikle Ergenekoncularla mücadele etmek birinci sırada. Çünkü orada çok daha vahim bir şey var. Cana kasıt var, suikast var, darbe var... Dolayısıyla her söze başladığımızda önce “Ergenekon’un çok önemli bir dava olduğu” vurgusunu yapmamız ve her zaman da öyle olduğunu bilerek davranmamız gerekiyor.

Zaten sırf bunun için bile diyorum ki, davanın üstünü örtmek isteyenlere koz vermeme görevi de bize ait. Yani bizim sorumluluğumuz Ergenekon savcılarının arkasını sıvazlayıp “Hadi çok iyi yapıyorsunuz aslanlarım, daha fazla yapın” demek değil. Bunu zaten yapan dünya kadar insan var.

Ergenekon’un üç faydası
Ergenekon davasının şu ana kadar geldiği aşama itibarıyla Türkiye’nin demokratikleşmesine nasıl bir katkısı oldu?

1- Ergenekonvari girişimlere teşebbüs edenler, devletin içinde bu tür girişimleri meşru görenler, bundan sonra bir oturup düşünmek zorunda kalacaklar, ben ceza alabilirim, diye.
2- Bugüne kadar polisin, yargının hukuk usulsüzlükleri, kendilerine dokunmadığı için umurunda bile olmayan bir kesim şimdi feryat figan ediyor. Bu vesilesiyle bir polis aramasının nasıl yapılması gerektiğini, masumiyet karinesinin ne olduğunu bugüne dek hiç tartışmayan kesimler de tartışmaya başladı.
3- Bu davalarda şu ana kadar kimse fiziksel bir işkence gördüğünü iddia etmedi. Bu dava bir örnek teşkil edecekse, bu anlamda da edebilir.

‘Ergenekon yoktur’ zihniyetinin tedavisi kolay değil
İşin bir de öbür cephesi var. O öbür cepheden size “Günaydın Ahmet İnsel, yeni mi anladın fırsatçılık yapıldığını?” diyen çıkarsa...

Ben de onlara Ergenekon davasının hâlâ çok önemli, çok gerekli ve buradaki asli suçlamaların demokratik bir toplumun ceza kanunu çerçevesinde gerçekten suç olan suçlamalar olduğu konusunda ısrar ederim. Ama tabii eğer o evlerden çıkanlar oyuncak silahsa, o bombalar sahteyse, o komutanların hiçbiri 2003-2004 yılları arasında “Ayışığı, Sarıkız” ve benzeri darbe planları yapmamış, sadece kendi aralarında “darbe monopoly”si oynuyor idiyseler, o zaman ben de ısrarımı geri alırım.

Peki bugüne kadar muhtemelen sizden nefret eden o cepheden, sırf eleştirel bir yazı yazdınız diye son bir haftadır mal bulmuş mağribi gibi size yönelenlerin olduğunu hissettiniz mi?

Elbette, hissetmez miyim.. Hatta bu sebepten kaynaklandığını düşündüğüm birkaç görüşme talebini reddettim. Tabii çok şükür, gerçek Ergenekoncular ve laik otoriter merkezler başka yaptığım işlerden dolayı beni asla sahiplenemezler. Ama Ergenekon konusunda ikircikli kalıp “Ya bunlar da saygın insanlar. Biraz hata yapmışlardır ama o kadar da üzerine gidecek ne var” idari maslahatçılığı içinde olan bir çevre var ki; işte zannediyorum onlar kendilerine bir pay biçmeye çalışacaktır.

Onlara herhalde yazınızın ilk başını da okumalarını önerirsiniz...
Evet, birincisi yazımın ilk başını iyice bir okumalarını, ikincisi de Türkiye’nin ciddi sorunlarından biri olan “okuduğunu anlamadan sadece sloganlarla ve içinden cımbızla çekilmiş üç tane cümleyle yetinme” hastalığına kapılmamalarını öneririm.

Vesayet rejimi dava konusu
Sizce “Ergenekon hayal mahsulüdür” diyen bu kesim böyle olmadığına ikna edilse bulunduğu cepheyi hemen terk eder mi, yoksa mesele anlayıp anlamama meselesi değil mi?
Zaten işin en vahim tarafı bu. “Ergenekon hayal mahsulüdür” diyen cephenin içinde öyle bir kesim var ki, onlar bu davada suç unsuru olarak gözükenler, gerçekten kanıtlansa bile suç olmadığına inanıyor. Çoğunluktalar mıdır bilemem, ama bu kesimin argümanı “Türkiye’nin koşulları içinde birtakım şeylerin doğal kabul edilmesi gereken bir hak ve misyon olduğu” şeklinde. Dolayısıyla onlar Ergenekon davasını bir sahte dava olduğu için reddetmiyorlar; Türkiye’de vesayet rejiminin ilk defa mahkemelerde bir dava konusu olma ihtimali karşısında rahatsızlar.

Yalnız yine aynı kesim Susurluk’a büyük tepki göstermişti; o nasıl oluyor?
Çünkü Susurluk’ta vesayet rejimi tartışmaya açılmamıştı. Tam tersine asker 28 Şubat olayını anında Susurluk’taki o bir gecelik karanlık eylemiyle kendisine çevirmişti. Oysa Erbakan ilk günden “Bunun arkasında derin devlet vardır, çeteleşme vardır“ diyebilseydi en azından subay evlerinde ışık yanıp söner miydi, emin değilim.

O zaman Susurluk’a tepki gösterip Ergenekon’u külliyen reddedenlerin sizce şimdi neyle yüzleşmeleri gerek?(milliyet)
Onların önce Türkiye’de çok farklı toplumsal kesimlerin de eşit söz hakkına sahip olmaları ilkesiyle yüzleşmeleri lazım. “Dağdaki çobanın oyuyla benim oyum eşit mi?” sorusunu sormanın arkasında yatan zihniyetle yüzleşmeleri lazım. Kendilerindeki “toplumun üstün sınıfı”, “toplumun doğal hak sahipleri” oldukları inancıyla yüzleşmeleri lazım. Feryat figan bir milliyetçilik içinde olduklarıyla yüzleşmeleri lazım.

Şeytandan şeytana gitmek
Sizce bu yüzleşme ne zaman olacak?
Kendilerini o kadar “kaybeden sınıf” konumunda görüyor ve kaybettikleri ayrıcalıklı pozisyonlarını bir daha kazanamayacaklarını öyle iyi biliyorlar ki, bence bu işin tedavisi çok da kolay değil.

Ya “Türkiye’nin koşulları” meselesi; “Bizim asıl kaygılandığımız o, sen nasıl kaygılanmıyorsun Ahmet İnsel” diyenleri çıkarsa?
Siyasal mücadele yapacağız, bunun başka yanıtı yok. Bir şeytandan kaçıp da diğer şeytanın kucağına oturmayacağız. “Türkiye’nin koşulları” denip yapılan darbelerin sonuçlarını asla unutmayacağız.



Bu haber 889 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,767 µs