İran'ın derdini Obama da anlamadı | " /> İran'ın derdini Obama da anlamadı | "/>

En Sıcak Konular

İran'ın derdini Obama da anlamadı

22 Mayıs 2009 09:17 tsi
İran'ın derdini Obama da anlamadı Obama İran'la savaş baskısına dirense de, Tahran'ın tutumlarını Bush mantığıyla yorumlaması farklı sonuç yaratmaz. İran'la temas için Hamas ve Hizbullah'a desteğiyle nükleer programına dayalı başlangıç noktasını değiştirmeli, Tahran'ın paranoyasını a

Nadir Musavizade / Washington Post / Radikal

İran'ın derdini Obama da anlamadı

İran’la savaşın kaçınılmaz olduğu önermesi etrafında uğursuz bir konsensüs şekilleniyor. Son sekiz yıldaki sıfır-diplomasinin başarısızlığı en kötü senaryoyla sonuçlandı: Uzmanların büyük çoğunluğunun üzerinde anlaştığı üzere, İran Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması uyarınca yasal yükümlülüklerini ihlal etmeksizin teknik nükleer silah kapasitesi bakımından geri dönüşü olmayan noktaya vardı.

Bunun ardından Beyaz Saray’da sergilenen dikkat çekici Arap-İsrail birliğine bakın: İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun var oluşsal tehditlere dair pazartesi günü dile getirdiği mesaj, Arapların ufuktaki Fars tehdidine yönelik uyarılarını yankılıyor. Filistin ‘out’, İran ‘in’ - ve şu an öyle inanmamız gerekir ki, büyük tartışma Tahran’a giden yolun Kudüs’ten mi, yoksa başka yerden mi geçtiği üzerinden yürüyor.

Asıl mesele atom bombası değil
Hizbullah ve Hamas’a nüfuz acentaları olarak destek verme siciline sahip yükselen bir bölgesel güç sıfatıyla İran müesses nizamı bozmak için her silahı (simetrik ve asimetrik) kullanıyor.

Bu meydan okumaya cevap vermek, salt temas kurmanın ötesinde diplomatik bir değişim gerektirecek.
İran’ın üstünlük kurma araçlarına (nükleer silah edinme gayreti ve Hizbullah’la Hamas’a verdiği destek) odaklanarak, hedeflere dair hayati sorudan kaçıyoruz. Niyetler yerine kapasitelere yoğunlaşmakla İran
rejimine gerçek bir tartışmayla meydan okumak gibi çok daha sonuç alıcı bir fırsatı kaçırıyoruz. Bu tartışma, İran’ın bölgesel güvenlik mimarisindeki meşru yeri ve Tahran’ın buna ulaşmak için peşine düştüğü son derece gayrımeşru yollarla ilgili. Diğer bir deyişle, asıl mesele atom bombası değil.

Ne var ki İran’ın nükleer silah sahibi ülke statüsünü kazanmasını önlemek,  bir ulusal güvenlik hedefi mahiyetinde ABD ve müttefikleri açısından adeta bir tapınma mertebesine ulaştı ve bu tehlikeli bir durum. İsrail hükümetinin iki devletli çözüm konusundaki isteksizliğinin, dünyanın dikkatini Gazze’den başka yöne çevirmesine neden olması ihtimalini bir kenara bırak; iktidarlarını meşrulaştırmaya çalışan Arap rejimlerinin konuyu değiştirmeye teşne olma ihtimalini de görmezden gel. Tutum bu. ABD İran söz konusu olduğunda 30 yıllık Soğuk Savaş fikriyatının esiri olmayı sürdürüyor ve yeni yönetimin politikasında ihtiyaç duyulan köklü değişimin işaretini veren hiçbir şey yok.

Göründüğü kadarıyla Obama yönetimi askeri eyleme yönelik yakın vadedeki baskılara (en azından İran’ın çoktandır nükleer silah sahibi olan doğu komşusu Pakistan’ın artan Talibanlaştırılmasıyla meşgul olduğu için) muhtemelen direnecek, fakat söylem değişikliğiyle politikaların aynen devam etmesinden doğan bileşim büyük ihtimalle farklı bir sonuç üretmeyecek.

Öngörü halindeki bir savaşın zaman çizelgesi şöyle olabilir: Gelecek birkaç ay içinde ABD’nin bir dizi diplomatik jesti muhtemelen İran’da şüphe ve oyalamayla karşılanacak. Olası gizli nükleer programlara dair yeni ve alarm verici istihbarat su yüzüne çıkacak, buna Hamas ve Hizbullah’ın faaliyetlerindeki artış eşlik edecek. ABD yönetimi uzattığı elin bildik yumrukla karşılandığı sonucuna varacak ve felç edici yaptırımlar için BM desteği arayacak. Rusya ve Çin ciddi bir yaptırım rejimine katılmayı reddedeceği için askeri eylem taraftarları bütün diğer seçeneklerin tükendiğini savunacak.
Ve kendimizi savaşın içinde bulacağız.

Yeni jeostratejik ortam gerekiyor
Bu felaketi önlemek için temas kurma çerçevesinde başlangıç noktamızı değiştirmemiz (yani atom bombasından ve İran’ın Hizbullah’la Hamas’a verdiği destekten uzaklaştırmamız) ve daha büyük havuçlarla daha büyük sopaların Tahran’ın stratejik hesaplarını değiştireceği fikrini kenara bırakmamız gerekiyor. Hedefimiz İran Körfezi’nde, Tahran’a açıkça nükleer silahlı ülke statüsünün peşinden gitmesi için daha az neden bırakan ve bir çatışma furyasını (her şeye rağmen bunu yapmaya karar vermediği takdirde) tetiklemeyecek yeni bir jeostratejik ortam yaratmak olmalı. Kontrol etmek noktasında pek az imkâna sahip olduğumuz kapasitelerin bizi zorlamasına izin vermek yerine, İran’a yönelik diplomasimizde yeni bir niyet çerçevesi aramalıyız.

Bu da önşart koymaksızın, Pakistan, Afganistan ve Irak gibi ortak acil kaygı konusu olan birçok alana odaklı, doğrudan ikili görüşmelere başlamak anlamına geliyor. İran ve ABD çıkarlarının büyük oranda örtüştüğü alanlarda ortak çabalarla güveni inşa ederek, her iki tarafın meşru çıkarlarının içtenlikle kabulü noktasına ilerleyebiliriz.

Dört yanı nükleer güçle çevrili
İran açısından bu, ABD’nin bölgesel rolünü tanımasını; Hizbullah ve Hamas’ın askeri değil siyasi araçlara başvurmasını kabul etmesini; ve Filistinliler İsrail’le hangi anlaşmaya varırsa varsın destek vermek biçimindeki daha önceki politikasına dönmesini gerektirecektir. ABD’yse Tahran’daki stratejik paranoyanın nedenlerini (Irak’la 10 yıl süren savaş; Pakistan, Hindistan, Rusya, İsrail ve ABD gibi nükleer güçlerle kuşatılmış olmak; ve dünyanın en büyük gücüyle 30 yıllık bir husumet tarihi) idrak etmek durumunda olacaktır. Bundan, İran’ın Körfez güvenliğinde ABD’nin ve Arap komşularının aracılığını yaptığı meşru bir rol üstlenmesinin kabulü ve zaman içinde İran’ın uluslararası topluma yeniden entegre olması ve yaptırımların kaldırılması gibi bir durum çıkabilir. Bütün bunlar ABD’nin bölgedeki müttefikleri için açık güvenlik garantileri şartına bağlı olacaktır.

Kapasite savaşını kazanamadık
Ulusal güvenlik politikasında bu ölçekte bir değişim, bir inanç sıçramasını gerektirecektir. Dış politikada pragmatizmin (son sekiz yılın ardından ne kadar memnuniyet verici bir kuvvet macunu olsa da) ahlaki ve felsefi sınırları, İran örneğinde aynı zamanda stratejik bir kör noktası vardır. Çıkarlarımızın ve müttefiklerimizin güvenliğinin uzun vadede müdafaasını, ancak ince eleyip sık dokunmuş bir beraber varoluş politikası doğrultusunda köklü bir değişim sağlayacaktır. İran halkı ve onun modern, özgür ve açık bir toplum için verdiği mücadele açısından en büyük umut da budur.

Bush yönetimi İran’la kapasiteler savaşı verdi ve kaybetti. Niyetler savaşıysa hâlâ kazanılabilir. (Eski BM genel sekreteri Kofi Annan’ın 1997-2003 arasında özel danışmanlarındandı, halen Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nde danışman üye olarak görev yapıyor, 21 Mayıs 2009)



Bu haber 623 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,092 µs