En Sıcak Konular

Bir düdükle 15-16 bin genç dağa çıkar!

18 Mayıs 2009 10:02 tsi
Bir düdükle 15-16 bin genç dağa çıkar! Karayılan neden şimdi konuştu?

Devrim Sevimay /  Milliyet

“Karayılan’ın Kandil’de söyledikleri DTP’nin elde ettiği siyasal başarının üzerine söylenmiş sözler... Eğer PKK seçim öncesinde çatışmayı derinleştirseydi, DTP asla bu başarıyı elde edemezdi. Ne zaman ki demokratik yöntemlerde ısrarlı oldular, o zaman siyasi bir başarı elde ettiklerini artık onlar da gördüler”

Soru-cevap’ın konuğu ABD’sinden AB’sine kadar herkesin görüşlerine başvurduğu avukat Sezgin Tanrıkulu:

Obama’nın danışmanlarından AB’li yetkililere, yabancı gazetecilerden sivil toplum temsilcilerine kadar kim Türkiye’ye gelse ille de görüşmek istedikleri bir isim vardır; avukat Sezgin Tanrıkulu.
Eski Diyarbakır Barosu Başkanı ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı kurucusu olan Tanrıkulu’nun en son bir ay önce Diyarbakır’da öğle yemeğinde buluştuğu Danimarka Büyükelçisi Jesper Vahr, malum şimdi NATO Genel Sekreter Yardımcısı... Geçen yıl ise ABD Dışişleri’nin davetlisiydi.
Nedir özelliği derseniz, Tanrıkulu’nun kendisi şöyle açıklıyor: “Benim tarafım belli. Ben insan haklarının tarafındayım, şiddete karşıyım ve hiçbir şeyi kapalı kapılar ardında konuşmuyorum. Fikrim neyse onu olduğu gibi herkesle ve gerekirse herkese rağmen paylaşıyorum.”

Sezgin Tanrıkulu’yla söyleşimizi Diyarbakır’ın 800 yılık Erdebil evinin bahçesinde gerçekleştirdik. Erdebil’in karşı cephesinde Kırklar Dağı, hemen yanında Dicle nehri, onun üzerinde de tarihi On Gözlü Köprü var.

Türkiye’nin yegane ihtiyacı olan şey de açık açık konuşmak ve şiddeti bertaraf etmek olduğuna göre biz de bu hafta Tanrıkulu’yla görüştük. Diyarbakır’a yanına gittiğimizde Türkçe-Kürtçe ajanda bastırdığı için hakkında açılan ceza davasının duruşmasından yeni çıkmıştı. Bu bile ayrı bir söyleşi konusu olabilirdi, ama biz yine yola, 15 gündür tartışması bitmeyen Hasan Cemal’in Kandil notlarından çıktık:

Sizce Karayılan’ın o açıklamalarındaki en önemli cümle hangisiydi?
“PKK eski PKK değil” cümlesi.

Ne demektir bu lafın Türkçesi?
“Bir yol bulalım, buradan biz de çıkalım, siz de çıkın, tüm Türkiye çıksın, herkes başka bir zeminde buluşabilsin” demek.

Peki sizce PKK eski PKK değil mi?
Tabii ki değil. Birincisi, karşımızda ister kabul edelim ister etmeyelim, ama aradan geçen çeyrek yüzyıl içinde ciddi biçimde kitleselleşen bir örgüt var. O kadar kitleselleşmiş ki, Türkiye’nin neredeyse bütün coğrafyasında, Avrupa’da, hatta beş kıtada sivil insanlara ulaşabilmiş durumda. Dolayısıyla bu örgütün istese de istemese de giderek şiddetten arınıp, başka bir yapıya bürünmesi en başta kendisinin ayakta kalabilmesi için şart. Sonuçta hiçbir örgüt şiddet yöntemleriyle bu kadar kitleyi kendisine bağlı tutamaz.

Artık siyasal hedefleri var

Şu anda PKK bunun sancısını mı çekiyor?
Tabii, zaten Karayılan’ın “Biz eski PKK değiliz” derken söylemeye çalıştığı da bu. Çünkü bu kadar sempatizanı olan bir örgütün silahlı yöntemlerle ayakta durması mümkün değildir. Bunu bence artık onlar da açık bir biçimde görüyorlar.

İkinci sebep?
İkincisi de, PKK’nın artık silahlı yönteme başvurmaya gerek kalmayacak siyasal hedefleri olması. Yani artık bir bağımsızlık hedefi yok. Böyle bir hedefi yoksa o zaman silahlı yönteme de gerek yok.

İyi de, bu laf yeni değil ki; PKK 10 yıldır “Bizim artık bağımsızlık hedefimiz yok” diyor, ama 10 yıldır da kendisinin bile “savunma” diye açıklayamayacağı bir sürü terör eylemi yapıyor.
Bence de Karayılan’ın sözlerinin arasında yeni bir şey yok, ama bu açıklamaları yapmak için seçtiği zaman çok önemli. Fark orada. Karayılan “PKK eski PKK değil” sözünü 29 Mart’ın hemen sonrasında söylüyor.

Yani?
Yani DTP’nin elde ettiği siyasal başarının üzerine söylenmiş sözler onlar. Onun sağladığı psikolojik ortam içinde öyle konuşabiliyor. Oysa 10 yıl önce örgüt bunu söylemesine rağmen o psikolojik noktada değildi. Şimdi hem psikolojik olarak buna uygunlar hem de siyasetle bazı şeylerin dönüşebileceğinin en yakın örneğini 29 Mart’ta görmüş durumdalar.

Demokratik yöntemde ısrar

Ne sağladı 29 Mart?
Sonuçta şiddet dışı yöntemlerle elde edilen bir siyasal başarı var ortada. Ve bu siyasal başarının bu kadar yüksek olmasının nedeni de PKK’nın özellikle son aylarda düşük yoğunlukta tuttuğu “çatışmasızlık” yöntemidir. Eğer PKK seçim öncesinde çatışmayı derinleştirseydi, DTP asla bu başarıyı elde edemezdi. Ne zaman ki demokratik yöntemlerde ısrarlı oldular, o zaman siyasi bir başarı elde ettiklerini artık onlar da gördüler.

Zamanlama açısından söyleyeceğim ikinci önemli faktör de Karayılan’ın ekim ayında Erbil’de yapılması planlanan Kürt konferansından önce konuşmuş olması.

Konferansla bu konuşmanın bağlantısı nedir?
Şimdi o konferansa biçilen bir misyon var; örgüte silah bıraktırmak, sorunun çözümü için bir yol haritası çıkarmak misyonu. Peki PKK bugüne kadar ne diyordu konferans için? Karşı çıkıyordu, “Bu bizim üzerimizden yapılacak bir konferans olmasın” diyordu. Ama şimdi Karayılan’ın konuşmaları o konferansın da zeminini yumuşattı, o konferansa yeşil ışık yakmış oldu.

Dolayısıyla Karayılan yeni bir şey söylemiş olmasa da o sözlerin şimdi söylenmesi kendi başına çok önemli.

Peki bu saydığınız nedenler dışında, tamamen uluslararası konjonktür gereği ve çaresiz kaldıkları için “Biz eski PKK değiliz” diyor olamazlar mı?
Onların da katkısı var elbette, ama PKK’nın geldiği noktayı sadece konjonktürle, sıkışmayla açıklamak bize gerçeği tam olarak göstermez. Bakın ben size burada yaşayan ve yıllarca ağır cezada avukatlık yapan biri olarak şu gözlemimi söyleyeyim. Daha dün bir dava dosyası vardı önümde, o yüzden açık ve net söyleyebiliyorum.

Örgüt düdük çalsın, “Kürt gençleri dağa” desin, ben bunu size abartısız söylüyorum, 15-20 bin genç iki-üç günde örgüte katılır.

15-20 bin mi? Niye peki?
Çünkü gençler bakımından gerçekleşmeyen hedefler var. O yüzden ne yazık ki hâlâ dağları kendilerine bir özgürlük alanı olarak görüyorlar.

İfade özgürlüğünde geriye gittik

Nedir gerçekleşmeyen hedefler; sonuçta ciddi bir yumuşama ortamındayız, AB sürecindeyiz?
Evet, bir yandan bir yumuşama ortamındayız, ama bir yandan da özellikle özgürlükler noktasında geriye gidiyoruz. Mesela ifade özgürlüğü konusunda yeni ceza yasasıyla birlikte 2005’in kesinlikle çok gerisindeyiz. Yine kişi özgürlüğü ve güvenliği bakımından çok gerideyiz.

Başbakan Erdoğan’ın 2005’te söylediği sözler aslında o konumdaki biri için söylenecek en azami sözlerdi, ama gerisinin gelmemesi, sonra DTP’ye yapılan baskılar, gençleri “Sorunu siyasetle çözebiliriz” noktasından uzaklaştırıyor. Ateşkesin de bittiği 2004’ten bu yana ilgiyi sürekli canlı tutuyor.

İşsizlik, yoksulluk, göç; bunlar etkili olmuyor mudur?
Tabii yoksulluk, işsizlik, eğitimsizlik, gelecek konusunda belirsizlik gibi sosyolojik nedenler de var, ama benim gözlemim sadece bunların olmadığı.

Yalnız bu 15-20 bin genç gözlemi doğruysa peki PKK niye o düdüğü çalmıyor?
Tam tersine PKK şu anda katılım isteklerine defans gösteriyor, dağdaki yükünü artırmak istemiyor. Ama onun defans göstermesi de bütün sorunu çözmüyor. Çünkü yarın öbür gün PKK silah bıraktığı zaman ya bu gençler başka bir şiddete yönelirlerse? Sonuçta gerçekten üzerinde düşünmemiz gereken böyle bir potansiyel var karşımızda.

Yani durum kötü?
Hayır, ben gerçeklerin tamamını görmek açısından “Bir de bu var” diyorum, ama bana göre her şeye rağmen olumlu bir döneme girdik. Hatta bence 1993’tekinden bile güçlü bir hava var şu anda.

1993’ten daha iyi bir noktadayız

Bu iyimserliğinizin sebebi nedir?
29 Mart seçimlerinden çıkan hava, seçimlerin çok demokratik bir ortamda yapılmış olması, uluslararası konjonktür, ABD’nin yaklaşımı, Türkiye’nin içinde bulunduğu durum, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve ana muhalefetin bir çözüm gerektiği konusunda ilk kez hemfikir olmaları, DTP’nin Meclis’te bulunması, DTP’yle Başbakan’ın görüşecek olması, taleplerin netleşmesi, silahlı yöntemin bitmesi gerektiğine dair
PKK’daki istek...
Bunların hepsi şu anda 1993’ten daha iyi bir noktada olduğumuzun çok önemli işaretleri.

Yani siz de “Güzel şeyler olacak” mı diyorsunuz?
İnanın cumhurbaşkanının o bir cümlesi bile, -üstelik ne olduğu da belli değil- toplumu o kadar rahatlattı ki... Şimdi herkes “Ne olacak, yoksa bu sorun çözülüyor mu, gerçekten çözüm aşamasına mı gelindi?” gibi çok olumlu bir hava içinde. Bu fırsatı da kaçırmayalım.
 
Aydınlar PKK’ya ‘Mayınları ihbar et’ çağrısı yapsın

Eğer eski PKK olmadıkları konusunda samimiyse, Karayılan’ın daha fazla şey söylemesi gerekmez miydi; mesela mayınların haritasını verebiliriz veya elemanlarımı şehirden çekiyorum demesi gibi...

Ama Hasan Cemal oraya gazeteci olarak gitmiş, belki bu süreç başlasa, biraz ilerlense ikinci adım olarak bunları da söyleyecek.

Yani illa bir koşul karşılığı mı olacak?
Hayır, ama birtakım şeylerin kendiliğinden yapılması da ilk aşamada zor olabilir. Keşke yapsa, fakat kendince nedenlerle yapamaz. Onun yerine mesela şu daha gerçekçi bir formül: Pek çok aydının, sivil toplum örgütünün katıldığı, kapsayıcı bir girişim oluşturulsa... O girişim “Sürecin güven alıcı bir şekilde yürümesi bakımından PKK ülke içersinde tuttuğu patlayıcıları, mayınları boş alanlara bırakıp, ihbar etsin“ diye bir çağrıda bulunsa...

İşe yarar mı ki?
Bence yarar. Ben bu siyasal ortamın ve bu havanın buna imkân verdiğini düşünüyorum. Zaten bu sürecin inandırıcı bir şekilde yürümesi ve hızlanması için de PKK’nın bunları yapması şart.
Kaldı ki örgütün kendine göre oluşturduğu hukuki zemin buna uygun. Anımsarsanız, 2006’da Eminönü’ndeki eylem çok tepki çekince hemen oturup terörün tanımını yaptılar. İçlerindeki unsurlara, “Şehirlerde patlayıcı kullanmayacaksınız, biz bunu kabul etmiyoruz” dediler. Yani kendi açılarından böyle bir çağrıya olumlu yanıt vermek için bir dayanakları da var.

Peki kim oluşturacak o girişimi?
İşte ben buradan tüm aydınlara, tüm meslek örgütlerine, gazetecilere, akademisyenlere, sanatçılara söylüyorum; madem hep beraber bu sürecin içindeyiz, o zaman böyle bir şey yapıp, bu sürecin hızlanmasına, daha güzel ortamda yürümesine hizmet edelim. Hepimiz bir araya gelip böyle bir çağrı yapalım.
 
Erdoğan’ın 2007’de söylediği o cümle şimdi çok önemli

Talabani’ye göre “PKK ateşkes ilan ediyor, ama yeterince uzaklara çekilmiyor. Öyle yerlerde duruyor ki, her seferinde askerle karşı karşıya kalıyor.” Sizce?

Doğru, ama aslında bunu çözmek çok zor bir şey değil. 2007’deki ateşkes sırasında Başbakan çok ciddi bir cümle sarf etmişti; “Durduk yerde operasyon olmaz” demişti. Çatışmasızlığın ifade edilmesi anlamında söylenebilecek en önemli laftı o. Ama hemen arkasından dönemin Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, “Silahlı tek bir terörist kalmayıncaya kadar biz mücadeleye devam edeceğiz” diye açıklama yaptı. Oysa böyle bir cümleyi Erdoğan’dan sonra söylemek zorunda değildi.

İyi de bunlar söylense de söylenmese de zaten ateşkes yapanın kendiliğinden çekilmesi daha mantıklı değil mi?
Ama orada da kendilerine göre şöyle bir problemleri var: Biliyorsunuz, Öcalan’ın yakalanmasından sonra 1999’da örgüt bütün silahlı güçlerini kara sınırları dışına çekme kararı almıştı. Ama ne olmuştu; çekilme sırasında örgüt kendince çok önemli kadrolarını yitirmişti.

Şimdi de eğer bu süreç böyle olumlu havada devam ederse ben yakın bir zaman içinde silahlı örgüt üyelerinin yurt içinde konuşlandığı yerlerden geri çekileceğini tahmin ediyorum. Belki bir ay, belki sekiz ay sonra, ama ateşkesten sonraki ikinci aşama bu demektir ve büyük bir olasılıkla da olur. Tam da işte böyle bir karar alındığı zaman Erdoğan’ın söylediği o cümle çok önemli olacaktır.

24 Mayıs’ta Bingöl katliamının tam 16’ncı yılı dolacak. İçinizde “Ya yine olursa” diye bir endişe var mı?
Var tabii; çünkü Türkiye’de hâlâ tasfiye edilmeyen, bu çatışmanın devam etmesini isteyen örgüt içerisinde de, örgüt dışında da, devlet içinde de bu tip kişiler var.

Çaresi?
PKK da devlet de kendi içindeki bu tip unsurları çok iyi kontrol etmeli. Özellikle PKK’nın kesinlikle ve kesinlikle eğer kontrolsüz bir şekilde eylem yapacak unsurları varsa, devletin güvenlik görevlilerinden bile önce, kendi tedbirini kendisinin alması şart.
 
CHP olmadan Kürt sorunu çözülemez...

Çözüm için maddeler sıralasanız, en başa hangisini koyarsınız?
En baş yok, her şeyin eş zamanlı olması gerekiyor.

İçinde kim olmazsa Kürt sorunu çözülemez?
AKP zaten hükümet ve doğrudan sorumlu. Ama bunun dışında çözümde mutlaka ihtiyaç duyulacak iki önemli siyasal hat var: Birincisi CHP’nin temsil ettiği siyasal hat, diğeriyse MHP’nin... Bana göre bilhassa CHP olmadan bu sorun çözülmez, çünkü CHP bu sorun bakımından devletin kodlarını çözecek tek partidir.

Ne demek devletin kodları?
Devlet dediğimiz zaman bunun bir tarafında ordu, bir tarafında yüksek yargı organları, diğer tarafında yüksek öğretim kurumları ve yüksek bürokrasi vardır. Ancak CHP’nin evet diyebileceği bir çözüm bu devlet kurumlarındaki düşüncelerin de değişmesine neden olur.
MHP de bu sorunun çözümü noktasında toplumdaki direncin kodlarını çözer. Herkes biliyor ki, eğer MHP olmasaydı toplum idamın kaldırılmasını bu kadar olgunlukla kabul etmezdi.
 
Yekta Güngör Özden’in önerdiği taslak

Sizce Kürt sorunu, asıl olarak Türkiye’nin idari yapısından mı kaynaklanıyor, yoksa tam bir demokratikleşme açılımı yapılamamasından mı?
Türkiye’nin idari yapısı da demokratik engellerden bir tanesidir bana göre. Fakat bizim için buradaki asıl kritik eşik idari yapının değişmesi talebi değil, bu tip taleplerin silahlı şiddete dönüşmemesi olmalıdır. Türkiye’nin ihtiyacı olan nokta budur ve eninde sonunda da o noktaya gelecektir Türkiye.

Nasıl gelecek?
Bakın nasıl geleceğini şu örnek çok iyi açıklıyor: Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) 2001’de hazırladığı bir anayasa taslağı vardı. Türkiye’nin en saygın anayasa hukukçuları hazırlamıştı. İbrahim Kaboğlu, Ülkü Azrak, Fazlı Sağlam, Atilla Sav, rahmetli Yavuz Sabuncu, Yılmaz Alifendioğlu, Yekta Güngör Özden, şu anki TBB Başkanı Özdemir Özok ve TBB Yönetim Kurulu. 

Ne vardı o taslakta?
Taslağın 126’ncı maddesinde, mevcut 1982 Anayasası’nın 126’ncı maddesinin yerine şu düzenleme öneriliyordu: “Türkiye’nin idari yapısı ilçe, il ve bölge yönetimlerinden oluşur. Bölge yönetimleri bölgenin iktisadi, sosyal ve ekonomik olarak planlamasını yapar, ihtiyaçlarını yerinden karşılar.” Gerekçesi de özetle şöyleydi: “Türkiye merkezden yönetilemeyecek kadar büyüdü. Türkiye 20-25 bölgeye ayrılmalıdır.”

Siz bu taslakta mesela Özden’in de imzasının olduğuna emin misiniz?
Eminim, bende var kitapçık. Ve alın DTP’nin demokratik özerklik dediği modelini, alın bir de bu gerekçeyi, yan yana koyun, aynı. Peki Türkiye’de şimdi kimse Yekta Güngör Özden’e bölücü diyebilir mi, ya da Özdemir Özok’a bölücü diyebilir mi? Diyemez. O zaman nasıl yazıldı o taslak?

Nasıl?
Çünkü silahların sustuğu bir ortamdı. Türkiye AB sürecinde hızla ilerliyordu. Huzur vardı. Bölünme kaygısı ön planda değildi. Bir koalisyon hükümeti iş başındaydı.

Peki sonra ne oldu o taslak?
2007 Kasım’ında bu taslak yenilendi ve o yeni taslakta “1982 Anayasası’ndaki hüküm aynen korunmuştur” dendi. Bir hatırlayalım, 2007 nasıl bir yıldı?
2004’te çatışmalar yeniden başlamış, her taraf kan gölü, Anafartalar çarşısında, İstanbul’da, her tarafta bombalar patlıyor, AKP’yle ilgili tereddütler var, insanlar korkuyor.

Buradan nereye geliyorsunuz?
Türkiye’nin en önemli hukuk örgütünde, Türkiye’nin en önemli yaşayan anayasa hukukçuları, silahlı çatışmanın olmadığı, huzurun varolduğu bir ortamda bu modeli öneriyorsa, aklıselimin gideceği yol da budur diyorum.



Bu haber 861 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,385 µs