yeni bir yangının habercisi mi? | " /> yeni bir yangının habercisi mi? | "/>

En Sıcak Konular

Katliam yeni bir yangının habercisi mi?

13 Mayıs 2009 13:03 tsi
Katliam yeni bir yangının habercisi mi? 'PKK eylemleri de Mardin'de başlamıştı. İnşallah bu katliam, çıkarılması planlanan yeni ve çok büyük bir yangının kıvılcımı değildir'

Ali Ünal / Zaman

Bilge köyü katliamı ve gerçekler

Bütün problemlerimizin temelinde yatan Türkiye gerçeklerinden ikisi şudur: Halkımızın, 25 yıldır PKK teröründe şehit olanların da ortaya koyduğu üzere, ülke için hayatını en fazla feda edenlerin büyük çoğunluğu, anarşiden ve terörden uzak durmaya hep itina göstermiştir.
Bu çoğunluk içinde özellikle Kur'an kursları, imam hatipler ve ilâhiyatlar yoluyla ya da bazı cemaatler ve tasavvuf akımları içinde yer alarak belli ölçülerde İslâmî hassasiyet kazananlar, bilhassa yüz kızartıcı ve devlet aleyhine işlenen, hattâ âdî suçlara bile adları en az karışanlardır da. Ülkenin kalkınmasına hizmet eden siyasîler ve idareciler de, büyük ölçüde bunların içinden çıkmıştır.

Bu madalyonun diğer yüzünde ise ülkemizde, kendi menfaatlerini ideoloji haline getirmiş ve ülke bölünecek, dünyanın en geri ülkesi olacak, milyonlarca insanımız ölecek de olsa, eğer bütün bunlar İslâm ile önlenecekse İslâm olmasın da ne olursa olsun tavrıyla İslâmî her şeye karşı bir azınlık var. Bu azınlık, maalesef zaman zaman askerî gücü de belli ölçülerde tesiri altına alabilmekte, bu gücün komuta kademesi içinde, bu kademe bir yandan din düşmanı görülmekten hazzetmezken, diğer yandan, Peygamber Efendimiz'in doğumunun kutlanmasından ve ülkenin bir yerinde kız çocuklarına ilâhî okutulmasından dolayı gece yarısı bildirileri kaleme alacak, "Atatürk milliyetçiliği (yani, ülkenin resmî ideolojisi)nde, ulus devletin unsurları içinde dinin yeri yoktur." diyerek iktidarı ikaz edecek, kendisini öncelikle 'Müslüman' olarak tarif eden insanların çoğalmasından hoşlanmayacak ölçüde İslâmî tezahürlerden rahatsızlık duyanlar çıkabilmektedir. Ama bu tür kişilerin, asıl vazifeleri olan meselâ savunma maksatlı silah sanayiinde bile İsrail gibi ülkelere bağımlılıktan rahatsız olduklarını duymadık. Ülkemizin bu gerçeğidir ki, ülke olarak 4 defa "darbe"lenmemize, bazı komutanların sürekli darbe hesapları ve planları ile meşgul olabilmesine, kendi ikballeri adına birbiriyle çekişip durmalarına, böylece Türkiye'nin sürekli bir zafiyet içinde kalmasına yol açmaktadır.

Söz konusu iki ülke gerçeğinden diğeri şudur. Ali Bulaç, bir TV kanalında "biat kültürü"nden dem vuran bir bayan için demişti: "Biatın ne olduğu konusunda iki doğru cümle söylesin, ben bundan sonra hiçbir TV programına katılmayacağım." Hayrettin Karaman hoca da, geçende çok güzel yazdı: "Herkes, diline 'feodalite, ağalık, beylik, şeyhlik, töre' kelimelerini dolamış ahkâm kesiyor." Ülkemizde hem ülke gerçekleri hem de İslâm konusunda bilmediklerini de bilmeyen bu tür "mük'ap" cahil, yani cehaletin küpü "aydınlar", akademisyenler de var ki, Batı'dan ithal isimler takmakla, Batılı filozof veya düşünürlere atıfta veya onların sözlerinden aktarmada bulunmakla bir konuyu bildiklerini ve izah ettiklerini zannetmektedirler. Bunlardan bazıları ise ülkemizin asla İslâm'dan kaynaklanmayan yaralarını her defasında İslâm ve halk çoğunluğunun İslâm'a dayalı değerleri aleyhine istismar edebilmektedir.

"İslâm'dan kopan, başka yerde ışık bulamaz..."

Bilge köyü katliamı, Mazlumder Diyarbakır Şubesi'nin dile getirdiği şüpheler mahfuz, bazı hususlarda bir defa daha düşünmemizi gerektirmektedir. Bunlardan biri şudur: İnsan, bütün kâinatın hem çekirdeği, hem meyvesidir; "maddesiyle küçük bir cirim de olsa, bütün kâinatlar onda dürülmüştür." Kur'an-ı Kerim, onun "ahsen-i takvim" ve "esfel-i sâfilîn" olarak iki zıt yanını nazara verir. Ahsen-i takvim, onun melekî, fizik ötesi yanıdır; sahip kılındığı tekâmül potansiyelidir; esfel-î safilîn ise eğitim-öğretim ve ibadetle terakkisi adına ona verilen bütün hayvanî özelliklerdir. İşte insan, sadece terbiye edilmemiş bu ikinci yanıyla kaldığında vahşî hayvanlara bile rahmet okutacak şenaetlere imza atar.

Bu açıdan, doğru ise katliamda ölen fakat önceden bazı haksızlıklara karışmış olanların, öldürenlerden de bazılarının namaz kılıyor olmaları bizi yanıltmamalıdır. Dinin sadece bir duygu, taklidî bir kabul ve vicdanda mahpus bir "dogma" olarak takdim ve kabul edilmesi ve onunla pratik hayat arasındaki münasebetlerin yıkılması neticesinde, Kur'an-ı Kerim'de açıkça "kötülüklerden alıkoyucu" olarak nitelenen namaz bile, nefisler üzerinde tesirini yitirebilmektedir. Bundan dolayıdır ki, ülkemizde âdet icra eder gibi namaz da kılıyor, oruç da tutuyor olsalar, iş ve ticaret hayatında haram-helâl tanımayan esnaf, işadamı ve işçiler bulunabilmektedir. Oysa Kur'an-ı Kerim, Medyen ve Eyke halkının bu aldatmanın âdeta hayat tarzı haline gelmesi sebebiyle helâk edildiğini buyurmakta ve aldatanları cehennemin en derin "veyl" çukuruyla tehdit etmektedir.

İşte, İslâm'ın pratik hayattan ve ruhlara, nefislere hükmeder olmaktan sökülüp çıkarılmasıyla pek çok insan, rahatlıkla büyük günahlara, suçlara, yani fıska düşebilmektedir. Bu noktada Bediüzzaman, çok önemli bir tespitte ve ikazda bulunur: "İslâm'dan çıkan, başka dinlerden çıkana benzemez. Çünkü İslâm, evrenselliği ve önceki dinlerin gerçeklerini de barındırıyor olması hasebiyle çok odalı bir saraya benzetilebilirse diğer dinler, onun içinde birer oda gibi olur. İslâm'la bağını koparan, koskoca sarayın ışıklarıyla aydınlanamayıp karanlıkta kalan gibidir. Böyle biri, bir-iki odadaki ışığa müracaat etmez. Dolayısıyla, İslâm'la bağını koparan, hiçbir yerde ışık bulamaz. İslâm ile hayat bağını koparan (fâsık) da, başka dinlerin fâsıklarına benzemez. Çünkü ancak imanın vicdandaki, kalbindeki sesini susturmakla büyük günahlara, şerlere düşer. Kalbi ve vicdanı bozulduğu için de genellikle ahlâksız ve vicdansız olur." Bu gerçektir ki, Türkiye'nin yükselmesi, ilerlemesi, problemlerimizin çözümü, İslâm ile olan bağların güçlenmesini zarurî kılmaktadır. Bu milletin dirilmesi, ancak İslâm'da dirilme ile mümkündür.

Güneydoğu'muzda belli bir fakirlik vardır ve elbette giderilmelidir. Fakat bu noktada, iyi niyetli de olsalar, bazı aydınlar ve akademisyenler, Türkiye insanını ve İslâm'ı bilmeyen, insan ile ilgili bütün meselelerin insanda başlayıp insanda bittiğini, insan psikolojisini nazara almayan bazı sosyologlar, her problemi ve çözümü ekonomiye dayamakta, Türkiye gerçeklerine yine Batı kaynaklı bilgileriyle yaklaşmaktadırlar. Oysa Bilge köyü katliamı benzeri katliamlar, üstelik ferdî veya toplu intiharlar, "gelişmiş" Batılı ülkelerde çok daha fazla ve sıklıkla yaşanmaktadır. Söz konusu aydın ve akademisyenlerin bize tek reçete olarak sundukları modern uygarlık, bedeviyetin kaç asırda "kustuğu" vahşetin tamamını sadece I. Dünya Savaşı'nda, daha sonraki savaşlarda ise katbekatını kusmuştur. Kusmuştur çünkü, insan aç kalınca suç işler ama, en çok suçu karnı fazla doyunca işler. Seyyid Kutub'un çok güzel tespitiyle, doyum, biriken enerjidir; aşırı doyum da aşırı enerji. İnsan, bu enerjiyi boşaltacak yer arar ve modern uygarlıkta bu yer veya yerler de suç mekânları olarak, fuhuş, alkol, uyuşturucu, cinayetler, intiharlar olarak tezahür etmektedir. Sonra, doyumun sonu yoktur; o, tuzlu su içmeye benzer; içtikçe susatır. Bu bakımdan, doyumu devam ettirmek, daha daha doymak için yeni çareler, yeni tedbirler üretmek kaçınılmaz hale gelir ki, bunlar da sömürü, sonu gelmez savaşlar, komplolar, kitle katliamları, işgaller olarak ortaya çıkmaktadır.

Bu bakımdan Türkiye, bilhassa Güneydoğu, ciddî bir eğitim seferberliği istiyor. Ne yazık ki, eğitim sahasında çöküntü yaşadığımız bir vakıadır. Ayrıca, İslâm hassasiyetli kimi kesimlerde bile birbirlerini taklitle hassasiyetler yıpranmış, dünyevîleşme, idealsizleşme hızlanmış, magazin kültürü öne çıkmıştır. Güneydoğu'da halk çoğunluk itibarıyla dindar da olsa, daha bir asır önce Bediüzzaman, bölgede medreselerin çöktüğünden ve onların fenler ve dinî ilimlerle hayatlanması gerektiğinden, fenlerle zihinlerin, dinî ilimlerle kalblerin aydınlatılmasından söz ediyordu. Yani, çift yönlü bir cehalet söz konusuydu. Tekyeler de, artık büyük ölçüde fonksiyon görmez olmuştu. Buna rağmen, yine de İslâm'ın kalıntıları bile, burada dokuyu belli ölçülerde muhafaza etmeye yetiyordu. Fakat çoğu Cumhuriyet hükümetleri, uygulamalarıyla bu dokuyu da yırttıkça yırttı. Bir yandan, hem ruhsuz bir Türkçülük temelinde yürütülen resmî, hem de bazı İslâm hassasiyetli kişilere bile bulaşabilen gayr-ı resmî yanıyla milliyetçilik, bölgede İslâm hassasiyetli kimi insanlara ve gruplara bile sirayet edecek derecede Kürtçülüğü kışkırttı.

Güneydoğu'dan önemlİ tespitler

Diğer yandan, hem şiddetle, hem resmî eğitim-öğretim yoluyla, medya ile İslâm'ın, İslâmî değerlerin üzerine gelinmesi, insanları değerden ve ölçüden mahrum bıraktığı gibi, bölge insanını da küstürdü. Güneydoğu'yu iyi bilen ve Bilge köyü katliamını da bölgenin önemli bazı insanlarıyla konuşan bir tanıdığım, bu konuda şunları aktarıyor: "28 Şubat, medreseleri de bitirdi. Hizbü'l-vahşetin de katkılarıyla özellikle Diyarbakır'da dinsizlik gelişti. Bölge halkı üzerinde müsbet etkileri olan Nakşîliğin gücü tüketildi. Kıbrıs Barış Harekâtı'na katılmak için en fazla gönüllü Diyarbakır'dan çıkmıştı. Bu hususta büyük emekleri geçen önemli bir zat, 'Şimdi aynı çalışmayı yapmam, kendim de gönüllü olmam. Artık küstük!' diyor. Devlet, uygulamalarıyla halkı PKK'nın kucağına itti. Bölgede ÇYDD gibi kuruluşların da faaliyetleri mercek altına alınmalı. Bölgede görev yapan bazı resmîler de önemli kötülüklere sebep oluyorlar. Batman'da birkaç sene önce birden artış gösteriveren genç kız intiharlarının altında esasen bu kötülükler vardı. Kızlar kandırılıyor ve mağdur ediliyorlar. Sonra da intihara başvuruyor, aileler de olup biteni anlatamıyorlar. ETÖ iddianamesinde de yer aldığı gibi, bölgeden "ayartılan" bazı kızlar, askerî şahısları 'avlamak' için kullanılıyor."

Bu tespitler çok önemli ve ifadesine çalıştığımız diğer gerçeklerle birlikte, AK Parti'nin son seçimlerde Güneydoğu'daki kısmî başarısızlığına da ciddî ışık tutuyor. Bütün Türkiye'de ve ağırlıkla Güneydoğu'muzda etnik ayrımcılığın her türlüsünü lânetleyecek bir kardeşlik hareketine; ortak değerlerde kaynaşma hareketine; ithal malı, her mevsim pazara değişiği sürülen, temelsiz ve "deli gömleği" mesabesindeki kalıp kavramların, sloganların, görüş ve yönelişlerin tesirinde kalmadan gerçeklerimizi ve dertlerimizi ne iseler onlar olarak tespit edip, yine ona göre tedavi yolları üzerinde çalışmaya ihtiyaç var. Yoksa, yine Güneydoğu'dan önemli bir zatın Bilge köyü katliamıyla ilgili olarak ikaz ettiği şu yangına Allah korusun ülke olarak düşebiliriz: "PKK eylemleri de Mardin'de başlamıştı. İnşallah bu katliam, çıkarılması planlanan yeni ve çok büyük bir yangının kıvılcımı değildir."



Bu haber 735 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,236 µs