'Profesörler darbelerin süsüdür' | " /> 'Profesörler darbelerin süsüdür' | "/>

En Sıcak Konular

'Profesörler darbelerin süsüdür'

24 Nisan 2009 17:16 tsi
'Profesörler darbelerin süsüdür' Son Ergenekon operasyonunda rektörlerin tutuklanması, gözleri yeniden akademisyenlere çevirdi. Tam da bu dönemde Mümtazer Tüköne'den profesörleri kızdıracak bir benzetme geldi...

Ergenekon davasının 12. dalgası üniversitelerimizi gündeme getirdi. Bilimsel çalışmalarından ziyade “rejime” sahip çıkmayı, durumdan vazife çıkarmayı öne alan üniversitelerimiz hakkında Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne ile söyleşirken konu Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un konuşmasına ve o konuşmadaki cemaat vurgusuna ve yine son günlere damgasını vuran DTP operasyonuna geldi.


Yeni Ergenekon dalgası üniversiteleri gündeme getirdi. Profesörlerimiz için “darbeci” diyebilir miyiz?

Kurum olarak üniversiteyi sanıyorum ki çok fazla ciddiye almamamız lazım. Aslında bu üniversitelerimizin siyasi ve demokratik hayat üzerindeki darbe hikayelerinde çok fazla bir ağırlığı yok. Darbelere yandan destek kurumu olarak devreye giriyorlar. Bir çok şeyin belirleyicisi değil tamamlayıcısılar. Darbelerde profesörler “darbeci” sıfatıyla yer almıyorlar ama darbe olduktan sonra darbeye gerekçe hazırlamak üzere seferber oluyorlar.

Öyle ama 27 Mayıs’tan beri her darbenin üniversiteye gölgesi düşüyor…

Türkiye’de 27 Mayıs 1960 darbesinin kurduğu bir düzen var. Mevcut üniversite düzeni o darbenin eseri. Darbecilerin iktidara geldikten sonra ilk yaptığı işlerden biri de üniversitelerde temizlik hareketine girişmek. 27 Mayıs’ta, 12 Mart’ta, 12 Eylül bu hep yaşandı. Çünkü üniversitelerde hocalar birbirlerinin ayağını kaydırmak için darbecileri kullanıyorlar. Bu yüzden de üniversiteler bırakın demokrasiyi bir tarafa salt bilimsel çalışmanın da uğramadığı bir yerlere dönüşüyor. Üniversiteyi çok ciddiye almamak lazım derken kastettiğim bu. Türkiye’de tek tek bazı ilim adamlarını ciddiye alabilirsiniz, değer verebilirsiniz ama genel olarak üniversitelerle ilgili fazla bir şey söylemek mümkün değil.

DAVA HAKKINDAKİ POLEMİKLER

Peki Ergenekon davasının iktidarla muhalefet arasında “polemik” konusu olmasına nasıl bakıyorsunuz?

Hükümet ile Ergenekon Davası arasında, muhalefet ile dava arasında, iktidarla muhalefet arasında Ergenekon üzerinden epeyce polemik gelişti. Fakat bu polemiklerin hiçbirinde ortaya kanıt sunulmadı. İktidar nasıl müdahale ediliyor? Baykal nasıl avukatlık yapıyor? Erdoğan savcılığı nasıl yürütüyor? Bu sorular sadece retorik düzeyinde kaldı.

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin bazı bursiyerlerinin PKK’lı olduğu haberlerinden sonra üniversitelerde de benzer bir “bağ” kurulabilir mi?

Şöyle bir mantıksızlık var. Profesörlerin dünyasına aykırı bir şey bu. Profesörlere bu tür “ince” işleri yaptıramazsın. Altından kalkamazlar zaten. Profesörler daha çok reklam amaçlı kullanılır.

Yani profesörler böyle bir “sosyal mühendislik” işinde olmazlar diyorsunuz…

Sosyal mühendisliğin ötesinde bu bir komplo tezgahı. Bunu yürütmeleri imkansız bir şey. Geçen yıl bir sempozyumda ABD’li yaşlı bir profesör vardı. Adam gözlüğü kafasına takmış, gözlüğünü ceplerinde arıyor. Ben de adamın kafasındaki gözlüğe bakarak cebimden kendi gözlüğümü verdim. “Sen de mi profesörsün?” dedi bana. Sonra düşündüm profesör dediğin böyle bir insandır. Yüksek konsanrtasyonla çalışır. Uzman olduğu alan dışında, ortalama insanların “genel kültür” dediği alan profesörlerin çoğunda yoktur. Onları bu anlamda fazla abartmamak lazım. Aydın olmak ise farklı bir şeydir.

HER REKTÖR BİR DEREBEYİ
 
Buna karşılık rektör olmak farklı bir şey…
Her rektör bir derebeyidir. Senyördür. Üniversiteler tam anlamıyla feodal birimlerdir. Kimse karışamaz. Türkiye’de yetkileri en fazla olan kişiler rektörlerdir. Seçimle iş başına gelirler. Ancak kendilerine oy vermeyenler üzerinde hakim konumda olurlar. Demokrasilerde azınlığı korumak için mekanizmalar vardır ama rektörler karşısında rektörün muhalif olduğu kişilerin hiç şansı yoktur.

Bu durum nasıl düzelir?

Bu bir düzen meselesi. İlgili yasanın değişmesi lazım. Üniversitelerin arasında bir rekabet düzeninin kurulabilmesi lazım. Bilimsel araştırma kalitesi ve eğitimin kalitesinin yükselmesi lazım.

Üniversitelerimizin akademik performansları için ne diyorsunuz?

Türkiye ve İran tarih, büyüklük yada kültür olarak mukayese edilebilecek iki ülkedir. Yöetimleri ise zıt. Türkiye ordusu ile övünüyor ama İranlı bilim adamları uzun menzilli füzeler yaptılar, Türkler yapamadı. İran şu anda atom bombası yapabilecek düzeyde. Bunlar bilimden ayrı meseleler değil. Çok açık bir fark var. ondan sonra laiklikle uğraşan, başörtüsü ile uğraşan hocaları bilimsel kalitelerine göre test etmek lazım. Dikkat edilirse tartışmalarda çok cevval olan üniversite yöneticilerinin bilimle uzaktan yakından alakası yok.

PKK ZATEN SİYASİ BİR VARLIK BİR MÜHİMMAT OLARAK MAX WEBER
İlker Başbuğ’un konuşmasında “entelektüel” düzeyi nasıldı?
Montesquieu’nun, Max Weber’in yer alması daha çok genel kurmay başkanı neler de biliyormuş, Weber’den de haberi varmış gibi bir şey. Süsleme amacı taşıyor. Bir düşünürden alıntı yaparken o düşünürün ifade ettiği bir şeyi sebep, sonuç ilişkisi içinde alırsınız. Konuşmada böyle şeyler yok konuşmada. Entelektüel düzeyi son derece eklektik, yapay ve anlamsız bir şey.

Mesela “Max Weber” neyi süsledi?

Benim de bir polemiğim var Genelkurmay Başkanı ile. Göreve geldiğinde yaptığı konuşmasında cemaatleri hedef almıştı. Cemaatlere karşı sosyal devlet kavramını kullanmıştı. Ben de o zaman sivil toplum kuruluşları içinde cemaatlerin önemli bir yeri olduğunu vurgulamıştım ve Genel Kurmay Başkanı’na Weber okursanız bunları anlarsınız demiştim. Çünkü Weber, dini cemaatlerin ekonomik hayatı bile belirlediğini kapitalizmin protestan cemaatlerin eseri olduğunu anlatır. Birkaç gün sonra “Saatlerce Weber konuşsak da bu işin şeyi kalktı” gibi bir laf etti. Konuşmadan hemen önce kaleme aldığım yazım “Max Weber ve Genelkurmay” idi. “Genelkurmay Başkanı bu konuşmasında muhtemelen Max Weber’den bahseder” demiştim.

Demek haklı çıktınız…

Bu çok basit. Asker siyasete müdahale etti. Müdahale için gerekçelere ihtiyacı var.

Kavramlar sanki birer mühimmat gibi.

Aynen öyle. İrtica ve bölücülük askerin siyasete müdahalesinin birer gerekçesi. Bu konuşmada oldukça ciddi manada bir geri çekilme var. Ergenekon soruşturmasının da etkisiyle asker hafif bir geri çekilme içinde. Siyasi alanı boşaltıyor. Fakat bütün enstrümanları da bırakmak istemiyor. Ortaya cemaat korkusunu koyuyor.

Hemen sonra Emre Aköz, Başbuğ’un Fethullah Gülen’i ve cemaatini hedef aldığı yorumu yaptı…

Çok açık evet. Emre çok güzel analiz etti olayı. Bu çok basit bir şey. Asker siyasete müdahil olmak için rejim tartışmalarını kullanıyor. Bu olmadığı zaman asker kışlasından dışarı çıkamaz. Konuşamaz. Müdahalede de bulunamaz. Şimdi de bu sebeple cemaat tehdidini kullanıyor.

Konuşmada ne eksikti?

O kadar uzun konuşmanın içinde askerliğin doğrudan doğruya kendi profesyonel meselelerine dair hiçbir şey yok. Uzun menzilli füzeler, tank modernizasyonu ile ilgili bir şey yok. Helikopter ihaleleri ile ilgili tartışmalar var mesela. Ordunun bir reorganizasyon projesi yürüyor. Ordu bir siyasi parti yada taraf gibi davranıyor. Hapishanedeki generali ziyaret etmesi için bir korgenerale talimat verince, Türkan Saylan ile ilgili bir şey yapınca yargı karşısında, hukuk karşısında taraf olmuş olursunuz.

Konuşmadan başka hangi mesajları çıkardınız?

Ergenekon soruşturmasında cinayet işleyen generallerden bahsediliyor. Bu doğrudan doğruya bugünün Genelkurmayının da sorumluluğunda. Askerler cunta kurup darbe yapmayı planlamışlar. Bu da Genelkurmayın sorumluluğunda. Genelkurmay başkanından bunlara karşı bir tavır bekliyoruz. Hukuku öne çıkararak Genel kurmay başkanı hukuksuzluğa karşı olduğunu söylemiş oluyor. Bu iyi bir gelişme. O sorunu aradığımız cevabını veriyor.
 

Yeni Ergenekon dalgasıyla eşzamanlı olarak bir de DTP operasyonu yapıldı. Ne diyorsunuz?

Şu ana kadar elimizde Ergenekon’un PKK ayağı olduğuna ilişkin ciddi bir bilgi yok. Spekülasyon yapmak da bana çok doğru gelmiyor. PKK’nın siyasallaşması diye bir efsane var. Ben bunu önünü kesme olarak görüyorum. PKK’nın siyasallaşması lafını ben anlamadım. Bunu askerler ve MHP kullanıyor. PKK zaten siyasi bir varlık. PKK’nın siyasallaşmasından bahsedenler herhalde artık silaha müracaat etmeyeceğini söylüyorlar. Bu bir alan kaybı olacak. DTP’ye yönelik operasyonların “açık suç” unsurları bulunmadığı sürece Türkiye’nin hayrına olacağını düşünmüyorum. Çünkü bir barış süreci başlıyor. Burada Ergenekon ile DTP’nin bağlantısı değil de Ergenekon’dan sonrası şiddeti tekrar devreye sokmak için bu tür uç şeylere bile gidilebilir. Herkes serinkanlı olmalı ve barışın nasıl inşa edileceği konuşulmalı.

Bundan sonra ne olur?

Ben iyimserim. Bölge çok dinamik. ABD başta olmak üzere yeni bir sayfa açıldı bölgede.

Ergenekon operasyonunda ABD’nin yeni sayfa açmasının payı var mı?

Ergenekon operasyonlarında da bu yeni sayfanın payı var. Bölge dengeleri değişiyor. Türkiye’nin rolü değişiyor. Bu denklemde PKK’nın yeri yok. PKK’ya bir geri çekilme fırsatı da verildi. Ortadoğu’da Araplar, Türkler, Kürtler, İranlılar var. Tarihte ne zaman Türkler ve Kürtler beraber oldukları zaman bölgeye barış geliyor. 1517 Çaldıran Savaşı’nda kürtler ve Türkler Şah İsmail’e karşı tam anlamıyla ittifak halinde. Osmanlı Devleti savaşı Kürtlerin verdiği destek ile kazanıyor. Osmanlı Devleti bu savaş ile Balkan devleti olmaktan çıkıp Ortadoğu’a uzanıyor. Osmanlı Devleti o kadar ileri özerklikler tanıyor ki Yavuz Çaldıran’dan sonra Kürt Beylerine altı tuğralı boş fermanlar gönderiyor. O derece bir güven var. Bu işbirliği Cumhuriyet’e kadar devam ediyor. Söz konusu işbirliği yeniden tesis edilmeli. 12 Eylül yönetimi Kürtçe konuşmayı yasaklayan meşhur kanunu çıkartmasaydı herşey farklı olurdu.

DAVAYA İLK VE TEK MÜDAHALE

Hükümet Ergenekon davasına “müdahil” oldu mu?

12. Dalgada profesörlerin göz altına alınmasında Hükümet kanadı davaya müdahale etti. Açık bir müdahaleydi söz konusu olan. Bunu da Ergenekoncuların lehinde yaptı. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay “onu da görmezden gel” dedi. Bu yargıya aleni bir müdahale. İki prensip çiğneniyor ayrıca. Birincisi aksi ispatlanana kadar herkes masumdur. O suçlu olduklarını varsayıyor. Orada suç ve suçlu var ve “sen bunu görmezden gel” diyor. Ben bunu ilk ve tek örnek olarak görüyorum.

Ama Saylan konusunda Nazlı Ilıcak, Ahmet Taşgetiren ve Fehmi Koru da farklı bir tavır takındı…

Ben onlarla Ertuğrul Günay’ın tavrını farklı görüyorum. Orada insani bir şey var. Ağır hasta biri. Ölmek üzere gibi görüntü veriyor. Ona sempati göstermek son derece normal bir şey ama suçun takibiyle ilgili hüküm vermek ayrı bir şey. Türkan Saylan için yüreğimiz kan ağlayabilir, herkes de bunu ifade edebilir. Yıldırım Türker “O kıymetlimizdi” diyor. Türkiye’de dini hassasiyeti olmayan tüm kesimler için temsil yeteneği olan bir isim. Bu itibara, değer atfetmeye de saygı göstermek lazım. Ona saygı göstermekle soruşturmanın seyri hakkında müdahalede bulunmak farklı şeyler. Bunu yapmamak lazım.

SUSURLUK KAZASINDA NEREDEYDİ?

Susurluk kazası sırasında Tansu Çillerin danışmanı idiniz. O günkü konumuzla bugün arasında bir çelişki var mı?


Ben 12 Eylül öncesi o gençlik liderleri denen gruptaydım. Ülkü ocağı genel merkezinde yöneticilik yaptım. Çatlı ile 70’li yıllarda beraber çalıştım. 1978’den sonra ise Çatlı’yı hiçbir zaman görmedim. 12 Eylül sonrası demokrasi ve hukuk eksenine çok önem verdim. Benim Tansu Çiller ile ilişkimim Susurlukla alakası yok. Polisiye yada örgütsel konularla ilgili değildi. 28 Şubat sürecinde kendimce bir rol oynamaya çalıştım. O süreci engellemek askerlerin ele geçirdiği inisiyatife engel olmak konusunda epeyce çaba harcadım. Başarılı olduğumu söyleyemem. Ama o süreci yakından takip ettim. O dönemde yazdığım yazılar var mesela Doğu Batı Dergisi’nde Susurluk Kazası sonrası 1998 yılında yazdığım bir yazı var. o dönemki düşüncelerimi ifade ettiğim. Orada da hukuğa vurgu yaptım. Bir devleti var kılan ve yaşatan şeyin hukuk olduğunu söyledim.

GERÇEK HAYAT



Bu haber 1,103 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,488 µs