En Sıcak Konular

Bu kişiyi tanıyabildiniz mi?

20 Nisan 2009 09:57 tsi
Bu kişiyi tanıyabildiniz mi? O bu hikayeyi, rakibi Merhum Özal için kullanırdı. Meğer kendi halini ne kadar da güzel tasvir ediyormuş.

Cemal Uşşak/ Bugün

Maruz kaldığı askeri darbelerle, "iki defa gidip üç defa geri gelen", eski "Demokrat", Ergenekon davası 12. Dalga operasyonu kapsamında göz altına alınan ünlü tıp profesörünü havaalanında uğurlamaya gelen yegane Zat idi.

Bu uğurlamayı, "O da beni Zincirbozan'a giderken uğurlamıştı" diye izah etti.

Ne var ki, bu izahın zevahiri dahi kurtarmadığını, hemen ertesi günü Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Sayın Prof. Dr. Türkan Saylan'la, medya önünde yaptığı "Geçmiş olsun!" eksenindeki telefon konuşmasında görmüş olduk.

Kimi "Ergenekon Davası Maznunları" ile, "Eski Demokrat"ımız arasındaki dostluk ve yakınlığın çok daha derinlerde olabileceği konusundaki kuşkular da zihinlerde iyice arttı.

O, uğurlanan ünlü tıp profesörü ki, Merhum Bülent Ecevit, hastahanesine "yürüyerek" girmişti de; Rahşan Hanım tarafından adeta sedye ile kaçırılarak "taburcu!" edilmişti. Ondan sonra da siyasette yeni fakat karmakarışık bir sayfa açılmıştı.

"Eski Demokrat"ımızın ibretamiz hallerini, son zamanlarda sık sık şaşkınlık içinde seyreder olduk.

İktidara yürürken millete; iktidara kavuştuktan sonra ise statükoya dayanmak her ne kadar Türk siyasetinde genel bir alışkanlık ise de, bu Sayın "Eski Demokrat"ımızda zirve yapan bir hususiyettir.

İktidara yürürken, "Benim köylüm; benim işçim; benim esnafım!" söylemi konuşmalarında hakim iken; iktidara kavuştuktan sonra, "Rejim; laiklik; askerin hassasiyeti" v.s. demesi siyaset tarihimizin ibretli sayfalarında çoktan yerini almıştır.

Bu savruluş hikayesi, gerçekten çok ibretâmizdir.

Zatıdevletleri, üçüncü geliş döneminde millete vadettiği hiçbir hususu yerine getirimemiş; önce "yüz gün" demiş, "altını çizin" diye eklemiş; daha sonra bunu beş yüz güne çıkarmış; vadettiği hiçbir anahtarı veremeyince de, verdiği sözlerin "üstünü çizin" demiştir. Bunun üzerine millet de, adeta onun isminin üstünü, bir daha yazmamak üzere çizmiştir. Ne kendisine, ne de arkasında durduğu ve hatta gölgesini hissettiği hiçbir siyasetçiye itibar etmemiştir.

Rahmetli Özal'ın ani vefatı ise, kendisi için tam bir can simidi olmuş, milletle olan "hesabını keserek", tamamıyla "statüko ve güçler" ile iş görmek üzere, kendi tabir-i mahsusu ile, "yüksek rakımlı tepeye" tırmanmış ve bir daha da zihniyet olarak oradan aşağıya inmemiştir.

Bizim geçmişte gördüğümüz "İslamköylü Demokrat" fenomeni bir illüzyon mıydı? Aslolan, kendisinin yukarılarda durabilmesi, gerisi teferruat mıydı? Kendisini sırtında taşıyanın millet veya devlet olmasının hiç bir önemi yok muydu?

Kimi "Ergenekon Davası" sanıkları ile, yakınlık ve dostlukta; kendisini sırtından indiren millete kızgınlığın bir rolü var mıydı? Ben bu sorulara cevap vermekte gerçekten zorlanıyorum. Birisi bana, "Eski Demokrat"ın halleri ile; seçilmiş iktidarla mücadele eden Ergenekon zihniyetine destek veren kimi 12 Eylül veya 12 Mart mağduru, eski tüfek solcuların hal-i per melâllerini izah etse keşke. Yoksa işin içinde başka "işler" mi var acep ?

Ama sözün burasında aklıma, "Eski Demokrat" ımızın anlattığı "hurma ağacına çıkan bedevi Arap" hikayesi geliyor. Bizim de kendi çapımızda destek verdiğimiz "Kuyudan Çıkma Mücadelesi" yıllarında, ziyaretine gittiğimizde anlatırdı. (Son zamanlarda içine düştüğü halleri gördükçe, o yıllar için bir demokratik tevbe adına 'Allah taksiratımızı affetsin !' demekten kendimi alamıyorum)

Yüksekçe bir hurma ağacına çıkan bedevi, karnı doyduktan sonra yere inmek ister. Karın tokluğunun rehavetiyle olsa gerek, yükseklik korkusu hisseder ve başlar dua etmeye: "Ya Rabbi, ne olur, ayaklarım bir yere değsin, senin için üç kurban keseceğim". Derken sürtünerek inmeye gayret eder. Mesafe aldıkça kurban sayısı önce ikiye; sonra da bire düşer. Ayakları sıcak kumlara değer değmez de, "Ya Rabbi! Arap fakir; kurban mâfiş!" der. Yani, "Arap fakirdir, kurban da yoktur".

O bu hikayeyi, rakibi Merhum Özal için kullanırdı. Meğer kendi halini ne kadar da güzel tasvir ediyormuş.

Ve mine'l ğaraib! Yaşadıkça daha neler göreceğiz.

Not: Merhum Turgut Özal'ın vefatının üzerinden 16 yıl geçtiği halde, milletimiz "Sivil, Demokrat ve Dindar" Cumhurbaşkanını hayırla yad etmeye devam ediyor. Mevlidler okutuluyor; hatimler indiriliyor. Bu teveccüh, "Eski Demokrat"ımız için bir anlam ifade eder mi acaba? Yoksa, emr-i Hak vaki olduğunda " top arabası" ve "İşte çağdaşlık bu !" dediği 9. Senfoni yeter mi bilemiyorum.

 



Bu haber 643 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,050 µs