TSK muhafazakarları böyle kaybediyor!

17 Nisan 2009 08:57 tsi
Başbuğ'un konuşmasında dile getirdiği 'TSK'yı yıpratmak isteyen çevreler' konusunda dikkat çekilmesi gereken nokta. Adem Yavuz Arslan yazdı…

Adem Yavuz Arslan / Bugün

TSK MUHAFAZAKAR KESİMİ BÖYLE KAYBEDİYOR

Başbuğ'un konuşmasında dile getirdiği 'TSK'yı yıpratmak isteyen çevreler' konusunda bir noktaya dikkat çekmek lazım. TSK'nın 'doğal müttefikimiz milliyetçi-muhafazakar kesimi neden kaybettik?' başlıklı bir çalışma yapması şart. Bu yaparken de kimseye 'düşman' gözüyle bakmamalı. Objektif bir değerlendirme yapıp sadece son bir yılda 'halkın vicdanını yaralayan olayları' bile sıralasanız cevap ortaya çıkacaktır.

Türk insanı için ordu kutsallardan birisi. Evladını kaybetse de askeri sorgulamak aklından geçmez. Ama öyle olaylar yaşanıyor ki; TSK'nın doğal müttefiki sayılan milliyetçi-muhafazakar kesimler bile 'acaba ?' diyor. Kafalarda o kadar çok soru işareti var ki...

İşte en yakın örnek. Cihan Haber Ajansı'nın muhabiri Lütfi Akyurt akredite olmadığı için karlı dağlarda terk edildi. Allah'tan başına bir iş gelmedi. Ajansın yöneticisi Abdulhamit Bilici iyi niyetli olarak' bireysel bir hatadır, Mehmetçik böyle hatalar yapmaz' diyor. Ama bu 'akredite' ayıbının öyle uç örnekleri var ki. Hatta başka ülkelerin dağlarında bile sizi bırakabilirler. Yani öyle emir komuta zinciri dışında bir hareket değil akredite ayıbı.

ASKER AVRUPA BİRLİĞİ’Nİ GÖZDEN Mİ ÇIKARDI?

Genelkurmay Başkanı Org İlker Başbuğ, 55 sayfalık kitapçık halinde dağıtılan konuşmasında çok sayıda konuya değindi. Ekrandan izlediğimiz kadarıyla da üzerinde kurmay bir ekip çalışmış. Zaten Türk medyasında dün yer alan onlarca yorum ve haberde 'üzerinde uzun süre çalışıldığı ve çokça atıf yapılacağı' na vurgu yapıldı. Herkesin ittifak ettiği bir diğer nokta da 'akademik yönü güçlü' bir konuşma olduğu.

Konuşmada önemli düşünürlerden alıntılar, kıyaslar mevcut. Önceki kuvvet komutanlarının konuşmalarından da esinlenildiği izlenimi var. Bu arada bir ayrıntıyı da hatırlatmak lazım. Aslında 'Türkiyelilik' kavramını tartışmaya açan eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök olmuştu. 2004  yılı 29 Ekim mesajında bu konuya değinen Özkök çok tartışma çıkartınca bir resepsiyonda da detayıyla ne demek istediğini anlatmıştı. Bu bakımdan Başbuğ'un açılımı ilk denemez. Tabi o dönemde Özkök'e ağır eleştiriler yollanırken bugün aynı ifadelerin 'devrim' olarak görülmesi de ilginç bir ayrıntı.

'Demokratik ülkelerde bir ordu komutanı bu şekilde bir konuşma organize eder mi ?', '10 televizyon kanalı 2 saat boyunca konuşmayı, 24 saat boyunca da ' ne demek istediğini' tartışır mı ?' polemiklerine girmenin de bir anlamı yok.

Asıl dikkat çeken Başbuğ'un konuşmasında değindiği onca konu arasında Avrupa Birliği'nin hiç geçmemiş olmasıydı. Yani böyle uzun zaman çalışılmış ve 'manifesto' olarak tanımlanan bir konuşma da Türkiye'nin 'esas gündemi' sayılan, yüz yıllık çağdaşlaşma mücadelesinin önemli kilometre taşlarından birine hiç atıf yok.  Oysa Başbuğ  Ağustos 2008'de görevi devralırken yaptığı konuşmada güçlü bir AB üyeliği perspektifi sunmuştu.

İnsan sormadan edemiyor. Her şeyin en ince ayrıntısına kadar düşünüldüğü bir toplantı ve konuşma metninde Avrupa Birliği'nin hiç gündeme getirilmemesi ne anlama gelir?

ANADOL GAZETE OKUSAYDI...

Bakan Hüseyin Çelik bir açıklama yaptı ortalık karıştı. CHP'li Kemal Anadol 'Yasadışı edinilen telefon kayıtları Çelik'e veriliyor 'dedi bakanı istifaya çağırdı.

Hüseyin Çelik'in söylediği 'Bazı rektörler, Ergenekon sanıklarını arayıp, emrinizdeyim paşam diyor' lafını gizli kapaklı bir işmiş gibi sundular. Oysa söz konusu rektör ve telefon kayıtları günlerce gazetelerde yer aldı. Eğer CHP'liler gazete okusaydı bu bilgilerin gazete haberi olduğunu görürdü.

Çelik'in çok eleştirilen açıklamalarında dile getirdiği bir cümle var ki not düşmek açısından alıntılamakta fayda var; "Keşke Demirel muhtıra verildiğinde şapkasını alıp gideceğine direnseydi. O zaman bugünleri yaşamazdık"

Bu haber 700 defa okundu.