Amerika her 10 yılda bir savaş çıkarmak zorunda
0 0 0000 00:00 tsi
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre nükleer savaş senaryolarını anlattı. Özemreye göre ABD moralini yüksek tutmak için savaş çıkarmak zorunda.
Uranyum zenginleştirmesinin İranın doğal hakkı olduğunu söyleyen Özemre, İrana karşı gösterilen tavrın nükleer bombaya sahip olan İsraile gösterilmemesini; batının çifte standardı olarak değerlendiriyor. İşte, Prof. Dr. Özemrenin sorularımıza verdiği cevaplar:
ABD ve müttefiklerinin, 11 Eylül olaylarından sonra Afganistandan başlayan Irakta devam silâhlı müdâhale ve işgalin arkasında terörü önleme gerekçesinin arkasında enerji kaynaklarına sâhip olma hedefinin yattığı görüşüne katılıyor musunuz?
XX. Yüzyılın başından beri vuku bulan bütün savaşlar da Afganistan ve Irak savaşları da hep enerji kaynaklarına erişmek, enerji kaynaklarına giden yolları kontrol etmek ya da bu kaynaklardan itibâren kontrol altında tutulabilecek yeni yollar inşa etmek için çıkarılmışlardır. Ayrıca A.B.D., 1961 yılında Başkan Kennedynin Amerikan halkının refahını yükseltmek, ekonomi çarkını verimli döndürmek ve aynı zamanda da moralini yüksek tutmak için ne türlü tedbirler alınması gerektiğinin tesbiti için kurduğu bir ulusal komisyonun tavsiyesine uyarak bütün bu şartların gerçekleşebilmesi için her on yılda bir savaş çıkarmak zorundadır.
Eğer bugünkü işgal ve kargaşanın nedeni enerji kaynaklarına sahip olma kavgası ise, yeni enerji kaynakları üretilemez mi?
Petrol rezervlerinin 2050-2060, doğalgaz rezervlerinin 2080-2090 ve kömür rezervlerinin de 2150 senelerinde tükeneceği ileri sürülmektedir. Dolayısıyla sulhçu amaçlarla nükleer enerjiyi kullanmanın önemi de gitgide artacaktır. Bu arada, kontrollü termonükleer enerji için ileri düzeyde araştırmalar yapılmaktadır. Bunun 2100 senelerine doğru operasyonel olabileceği hakkında ümit vardır. Bir de hidrojen enerjisi gündemdedir ama bunun güvenlik önlemlerinde karşılaşılan sorunların hepsi çözülebilmiş değildir.
Uranyum zenginleştirme İranın hakkı
Irakın işgal edilmesinin ardından şimdi nükleer enerji kriziyle İran dünya gündemine geldi. Bu kriz gerçekten nükleer enerji krizi mi? Yoksa başka nedenler aramak gerekir mi?
İran, bugüne kadar 188 devlet tarafından imzâ edilip Millî Meclislerinde onaylanmış olan Nükleer Silâhların Yayılmasını Önleme Antlaşmasını (NPT) 1 Temmuz 1968deda imzâlamış ve 2 Şubat 1970de de onaylamıştır. Buna göre İran, tıpkı diğer 187 ülke ve bu arada da Türkiye gibi, gerek kendi ulusuna ve gerekse diğer uluslara karşı: 1) nükleer silâh üretmeyeceğini, ve 2) nükleer silâh üreten ülkelere de yardım etmeyeceğini resmen taahhüt etmiş bulunmaktadır.
NPTyi kabûl etmiş olan ülkeler bu antlaşmanın yürütülmesinden sorumlu olan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) ile ayrıca bir Nükleer Güvenlik Anlaşmasını imzalamışlar ve bütün nükleer tesis ve lâboratuvarlarını IAEAnın denetimine açık tutmayı taahhüt etmişlerdir. İran ileride kuracağı nükleer santraller için nükleer yakıt imâl edecek bir uranyum zenginleştirme tesisi kurmuştur. Bu onun hakkıdır. Buna kimse itiraz etmemektedir.
Nükleer enerji üretmek batılı ülkelerin tekelinde mi? Her ülke bu enerjiyi kullanma hakkına sahip değil mi?
Sulhçu amaçlarla nükleer enerjiden yararlanmak asla batılı ülkelerin tekelinde değildir. Ama eğer Türkiye bu konuda 40 senedir debeleniyorsa bu: 1) geçmiş hükümetlerin kendi ilim adamlarına güvenmemelerinden, 2) yeteneksiz ve de câhil bir kısım bürokratla bu işe kalkışmalarından, 3) ihâlelere giren firmaları (meselâ yap-işlet-devret gibi kendilerine pek orijinal ve fırsatçı gelen ama nükleer santral yapımcıları piyasasının kurallarına hiç uymayan karşı tekliflerle kaçırmalarından ve 4) bu konuda selâbetli bir siyâsî irâdeden yoksun olmalarından kaynaklanmaktadır.
İran, nükleer enerji teknolojisine nasıl sahip oldu? Bugünkü duruma sâdece kendi çabalarıyla mı geldi.? Yoksa başka ülkelerin de (Rusya, Çin) desteğini aldı mı?
İran, son Şah Rızâ Pehlevînin İrana bu teknolojiyi kazandırmak husûsundaki çelik gibi irâdesi ve bu konuda yurt dışında ve yurt içinde binlerce kişiyi yetiştirip işe almasıyla yavaş yavaş bu düzeye geldi. İran ve Türkiye gibi ülkelerde hiçbir teknoloji durduğu yerde gelişmez. Muhakkak parasını vererek teknoloji transferi yapmak gerekir. Meselâ Akkuyu Nükleer Santral ihâlesinde yalnız Kanada şirketi teklif ettiği santralin teknolojisinin % 90ından fazlasını transfer etmeğe hazır olduğunu beyân etmişti. Diğer iki şirket ise yalnızca kaba inşaatların teknolojisini transfer edebileceklerini ifâde etmişlerdi ki bu da firmaya göre santralin tüm teknolojisinin %10 ilâ % 20si kadar tutuyordu.
İranın uranyumu zenginleştirmesi ne anlama geliyor? Artık nükleer bomba ve silah başlığı üretilebilir mi?
İranın kuracağı nükleer santral zenginleştirilmiş uranyumlu yakıt kullanacaktır. Bu yakıtlardaki zenginleştirme oranı ise en çok % 4,5 kadardır. Eğer zenginleştirme tesisi % 100 zenginleştirilmiş uranyum üretirse bununla nükleer bomba yapılır. İranın NPT ve Nükleer Güvenlik Anlaşmasındaki taahhütlerine uyup uymadığı da işte bu safhada ancak IAEAnın kontrolüyle belli olur.
İsrail konusunda çifte standartlı davranıyorlar
Batılı ülkelerin bölgede nükleer güç istememesine rağmen nükleer silahlara sahip olan İsraile karşı sessiz kalmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Batının egoist çifte standardı.
Nükleer enerjiye karşı olan bir takım sivil toplum kuruluşları var. Greenpeace gibi. Bu örgütlerin savunduğu gibi gerçekten nükleer enerji zararlı mı? Hiç kullanılmamalı mı?
Nükleer santrallerin Dünyâda yaygınlaşması: 1) Dünyâ Petrol Kartelinin ve 2) petrolden geçinenlerin, meselâ büyük petrol taşıyıcılarının ve 3) büyük petrol ürünleri dağıtım zincirleri sâhiplerinin, kârlarını azaltacağı düşüncesiyle, korkulu rüyâsıdır. Bu mahfiller, bundan ötürü Nükleer enerjiyi bir öcü gibi göstermek için ellerinden gelen her şeyi yaparlar: 1) sivil toplum örgütleri kurarlar, 2) Medyanın müsait bir kısmını yemlerler, 3) gerçek ve de nâmuslu ilim adamlarını ya da TAEK gibi yetkili kurumları karalarlar, 4) asparagas haberler ve dezinformasyon yayarlar, 5) halk mahkemeleri kurarlar ve ilh
Bakın, size bir örnek vereyim. Eğer Türkiyenin 1000 (bin) megavat-elektrik gücünde bir nükleer santrali olursa bunun bir yılda üreteceği elektrik enerjisinin petrol eşdeğeri tam 1.600.000 ton petroldür. Yâni bu durum Türkiyenin bir yılda bir milyon altıyüzbin ton petrol tasarruf etmesine denktir. Eğer Türkiyenin bu kabil on adet nükleer santrali olursa bir yılda 16 milyon ton petrol tasarruf etmiş oluruz. Bir nükleer santralin ömrü 40 yıldır. Şu hâlde Türkiye bu şartlar altında 40 yılda toplam 640 milyon ton petrol tasarruf etmiş olur.
Afrika ve Ortadoğuda 9 müslüman ülke daha Türkiye örneğini izleseler bu, 40 yılda bu 10 ülkenin 6 milyar 400 milyon ton petrol tasarruf etmiş olması demektir ki, bu yüzden Kartel de onun kuyrukları da iflâs edip batarlar. İşte Medyanın bir bölümünün de, bu Kartel tarafından beslenen bâzı kuruluşların da Çernobil kazâsını bahâne edip insanlarda nükleer enerjiye karşı bir fobi ve paranoya ihdâs etmeğe çalışmaları bu yüzdendir.
Uluslararası Radyasyondan Korunma Komitesinin ilmî kriterlerine göre Çernobil kazâsını izleyen yıl içinde Türk insanının aldığı 0,6 mSi (mili Sievert) değerindeki radyasyon dozundan hiç kimse kanser olmaz, kimse ölmez, kimse de hastalanmaz. Türkiye Çernobil kazâsından etkilenen 17 Avrupa ülkesi içinde en az etkilenen ikinci ülkedir.
Türkiye eğer Rus yapımı Çernobil tipinde bir nükleer santral kurarsa bu, ucuz fakat emniyetsiz yâni potansiyel tehlikesi yüksek olan bir santral olur. Siyâsî irâde yoksunluğundan dolayı sonuçlanamamış olan son üç nükleer santral ihâlesinde de Türkiye hep Batı Anlamında Nükleer Güvenlik Doktrinine uygun nükleer santrallere tâlib olmuştur. Bu kabil bir nükleer santral 1 ilâ 1,5 metre kalınlığında betonarme bir koruyucu kabuk içindedir.
Ayrıca santralin soğutma suyunu taşıyan borular da, bunlardan biri şu ya da bu sebeble kopar ya da çatlarsa soğutucu gene de devre içinde kalıp eksilmesin diye eşmerkezli 1 ya da 2 boruyla çevrilidir. Bu önlemler çıplak santralin fiyatının en az % 40 kadar artmasına sebeb olurlar. Böylelikle kazâ riski minimal düzeyde olur. Çernobile benzer bir kazâ vuku bulsa bile herkes binâyı terkedip kapısını kapattığında bütün radyasyon bu koruyucu kabuk içinde sonsuza kadar hapis kalır.
Nitekim 1979 yılında A.B.D.nde Şikagodaki Three Miles Island reaktöründe Çernobildekine benzer bir kazâ vuku buldu ama personel hemen koruyucu kabuğu terk edip kapısını kapatınca açığa çıkan bütün radyasyon o kabuğun içinde hapis kalıp çevreye yayılamadı. Kimsenin de burnu bile kanamadı. Batı Anlamında Nükleer Güvenlik Doktrinine uygun olan nükleer santrallerden dışarıya radyasyon sızmaz. İspanyanın Akdeniz sâhilinde Barsolena yakınındaki Vandellos Nükleer Santralinin hemen yanında bir halk plâjı bulunmaktadır.
Türkiye çok geç kaldı...
Türkiyede şimdilerde santral kurulacağı yer tartışmaları yapılıyor. Geç mi kaldık?
Hiç kuşkusuz, çok geç kaldık. Nükleer santralin yeri meselesine gelince, 1970li yılların başında TAEKin tasvibiyle ve masrafları Türkiye Elektrik Kurumu tarafından karşılanmak sûretiyle Akdeniz kıyısında 8,9 kilometrekarelik bir alan içeren bir yer nükleer santral siti olarak seçilmiş ve buranın: 1) florası, 2) faunası, 3) yıllık rüzgâr durumu, 4) deniz akıntılarının yıllık değişimleri, 5) denizin tuzluluğunun yıllık değişimleri, 6) bölgenin sismik aktivitesi, 7) 3300 metre derinliğe kadar inilerek zemininin mukavemeti tetkik ve tesbit edilmiş ve 8) buraya bir de liman inşâ edilmiştir.
Depreme dayanıklı olma şartı
Bu ayrıntılı incelemelerden sonra TAEK buraya Nükleer Santral Siti Lisansı vermiştir. Bu durum IAEAnın da tasvibini kazanmıştır. Akkuyu Türkiyenin en az sismik aktiviteye mâlik, hatırımda kaldığına göre, IV. bölgesinin içinde kalmaktadır. Geçmişte bu bölge içindeki en yüksek sismik aktivite Richter ölçeğine göre galibâ 6,7den daha düşük olmuştur. Akkuyu için açılan ihâlede ise tekliflerin Richter ölçeğine göre 8 mertebesinde bir depreme dayanıklı olması şartı koşulmuştu. Akkuyu Nükleer Santral Siti 4 ilâ 6 nükleer reaktörü ve belki daha da fazlasını ihtivâ edebilecek kapasitededir. Bu durum muvâcehesinde TAEKin Akkuyu Nükleer Santral Sitini kısa sürede güncelleştirecek yerde Sinopda yeni bir sit yeri seçmiş olmasının kestiremediğimiz herhâlde mâkûl bir sebebi olması gerekir. Ama bu sitin bütün etütlerinin yapılıp da gerçekten de kullanılabilir olduğunun anlaşılabilmesi en azından 3-4 sene alacaktır. Bu da ilk nükleer santralın hizmete girmesinin otomatikman 3-4 yıl gecikmesi demektir.
Türkiye, çelik gibi bir siyâsî irâdeye sâhip olmadı
Biz bilinçli olarak mı bu alandan uzak tutuluyoruz? Türkiye sizce nükleer güç olabilir mi?
Daha önce de ifâde ettiğim gibi Türkiye, geçmiş hükümetlerin bu konuda çelik gibi bir siyâsî irâdeye sâhip olmamasından dolayı, nükleer enerjiden şimdiye kadar yararlanamamıştır. Türkiyenin her bakımdan büyük bir potansiyeli vardır. Bunu kuvveden fiile çıkarabilecek bir siyâsî irâde tecelli ettiği takdirde Türkiye nükleer enerjinin sulhçu amaçlarla uygulanması konusunda, hiç kuşkusuz, bir güç olabilir. Ama NPTyi imzalayarak nükleer bomba yapmayacağını taahhüt etmiş olması açısından ise asla ABD, Rusya, İngiltere, Çin, Fransa, İsrail, Hindistan ve Pâkistan gibi nükleer bomba sâhibi bir güç olamaz.
Ayrıca nükleer atık meselesi. Kimyasal atık sorununu bile çözemeyen bir Türkiye, nükleer atıkla nasıl baş edecek?
Kimyasal atıklar konusunda Türkiyede ne doğru dürüst hukukî bir düzenleme ve ne de sıkı bir kontrol vardır. Onun için son günlerin kimyasal atık olayları üzüntüyle yaşanmaktadır. Nükleer atıklar konusunda ise çok kesin ve de sıkı uluslararası düzenlemeler vardır ve bu konu ayrıca IAEAnın da kontrolü altındadır. Nükleer santrallerden çıkan tüketilmiş yakıt elemanları çok yüksek bir radyoaktivite içermektedir. Eğer bunlar, içindeki plutonyumu elde etmek için, bu amaçla kurulmuş olan özel fabrikalara gönderilirse bu, çevre için bir tehlike arz edebilir.
Biz Akkuyu Nükleer Santral İhâlesinde ihâle şartnâmesine santralin koruma kabuğunun içinde reaktörün ömrü boyunca (yâni 40 sene süresince) çıkacak olan tüketilmiş nükleer yakıt elemanlarını soğutmak ve istiflemek üzere özel bir havuz yapılmasını taleb etmiştik. Reaktör, ömrünü doldurup da kapatıldığında, ve Türkiyenin de plutonyuma ihtiyacı olmadığından, koruma kabının kapısı da kapatılmak sûretiyle bu atıklar burada ve çevreye zarar ve tehlike vermesi mümkün olmayan bir biçimde ilelebed hapsedilmiş olarak kalacaklardır. En kolay ve de ucuz yakıt atıklarını izole ve muhâfaza etme usûlü budur.
Kaynak: Milli Gazete
Bu haber 421 defa okundu.
Yorumlar
+ Yorum Ekle